SÜREKLİ BAŞKALARINI SUÇLAYAN TOPLUMLAR

YAŞADIKLARI OLUMSUZLUKLARIN SEBEBİNİ BAŞKALARINA YÜKLEYENLER, SIKINTIDAN KURTULAMAZLAR

 

Başlıktaki durum sadece fertler için değil, aileler, toplumlar, ülkeler, ümmetler ve sonunda bütün insanlık için geçerlidir. Bu sitede daha önce yayınladığımız “Önce Kendimizi Sorgulama” başlıklı makalemizde, konuyu bireyler açısından ele almıştık. Bu sebeple bu yazımızda, guruplarla ilgili yönlerini ele alarak irdelemeye çalışacağız. Bu incelememizi yaparken, bahsedeceklerimizin, sadece “kitabi” nitelikte olmaması ve hayattan kesitlerle desteklenmesi için konuyu, kendi yaşadığım olaylardan istifade ederek açıklamaya çalışacağım.

Benim gençliğim, demokrasi ile idare edilen bütün ülkelerdeki gençlerin, en hareketli olduğu bir döneme rastlar. Ülkelerindeki olumsuzlukları gören gençler, bu durumu düzeltmek için kolları sıvamışlardı. Yalnızca kendi ülkelerini değil, bütün insanlığı düzelmek için yola çıkmışlardı.

Gençlerin hedefleri çok güzeldi. Ama dikkat etmedikleri ufak bir husus vardı. Düzeltmeye kendilerinden başlamayı unutmuşlardı. Kendi bireysel hatalarını görememişlerdi. Yaşadıkları olumsuzlukların sebeplerini tamamen kendileri dışındakilere yükleyerek, dünyayı güzelleştireceklerini zannetmişlerdi.

Kendi yaşadığım dönemdeki anlayışlardan bazı kısa örnekler vererek, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamaya çalışalım. O sıralarda gençler arasında üç gurup vardı. Birincisi, benim de içinde olduğum milliyetçiler idi. İkincisi dini guruplardı. Üçüncüsü, Marksist anlayışı savunan sosyalistler veya komünistlerdi. Aslında bu üç gurup, sadece Türkiye’de değil, gençlik olaylarının olduğu bütün ülkelerde mevcut idi.

Bu üç guruba mensup insanları, yazımızın başlığıyla ilgili olarak incelediğimizde, üçünün birbirine benzeyen yönlerinin olduğunu görmekteyiz. Elbette bu guruplara mensup her fert, aynı yapıda değildi. Ama biz, guruptakilerin çoğunluğunun sahip olduğu anlayış açısından değerlendireceğiz.

Milliyetçiler, Türk tarihinin şanlı sayfalarından çıkıp günümüze gelemiyorlardı. Dini guruplardakiler, “asrısaadet” denilen ve kısa süren bir dönemin dışına çıkamadıkları için zaten günümüze gelemiyorlardı. Marksist düşüncede olanlar ise, geçmişte yaşamıyorlardı. Kendi zihinlerinde oluşturdukları ve hayal ürünü olan gelecekte yaşıyorlar, günümüze gelemiyorlardı. Yani üç gurubun mensupları da, günümüzü yaşamıyorlardı.

Bu üç gurubun mensupları da, hatayı geçmişte yaşanan olaylara yüklüyorlar, suçu başkalarına atıyorlardı. Milliyetçilere göre, suç devşirme sadrazamlarda ve medreselerden fen bilimlerinin kaldırılmasında idi. Dindar olduklarını söyleyenlere göre, Emevi sülalesinin yöneticilerinin, Ehli Beyte karşı gaddar davranışları İslâm’ı rayından çıkarmıştı, ama asıl suçlu, Cumhuriyet ve “Kemalistler” idi. Marksistlere göre ise, tek suçlu sermaye sahipleri idi.

Milliyetçi insanlar, “Ey Türk, titre ve kendine dön” sözünü, birey olarak kendileri uygulamıyorlardı. Bu sözü, kendi arkadaşları dâhil, karşılarındakilere söylüyorlardı. Kendilerini, zaten titremiş ve kendine dönmüş olanlardan addediyorlardı. Bu durumda bütün suç, kendileri dışındakilerdeydi.

Dini gurup mensupları, Hz. Ömer’e atfedilen “bugün Allah için ne yaptın” sorusunu, kendilerine sormuyorlardı. Onlar da bu soruyu kendi arkadaşları dâhil karşılarındakilere soruyorlardı. Kendilerinin, zaten Allah’ın sevdiği kullardan olduklarını zannediyorlardı. Bu durumda bütün suç, kendileri dışındakilerdeydi. Hattâ suçladıkları bu insanlardan bazıları “biz de Müslümanız” deseler bile, dini guruplar, kendileriyle aynı anlayışta Müslüman olmadıklarını düşündükleri insanları da suçluyorlardı.

Marksistler, “tek yol devrim” inancının peşinde giderken, devrim yapmak için nasıl bir donanıma sahip olmaları gerektiğini sorgulamadılar. Marksistler, halkın bilinçsiz olduğunu varsaydıklarından, devrime ancak silahla ulaşılabileceğini düşündüler. Dolayısıyla, kendileri dışındaki bütün insanları suçladılar. Böylece devrim yapabilmek için şart olan sorgulama, araştırma çok çalışma ve insanları ikna etme gibi zorluklarla uğraşmadılar.

Dolayısıyla bu üç gurup da, yaşadıkları sıkıntıların kendileri dışındakilerden kaynaklandığına, hem dış güçlerin hem de onların yerli işbirlikçilerinin, kendilerine kumpas kurduklarına inanıyorlardı. Bu üç gurubun düşüncelerinin ne kadar işe yaradığını, günümüzdeki konumlarına bakarak anlayabiliriz.

Günümüzdeki milliyetçiler, ülkenin en çok sıkıntıda olan gurubu durumundalar. Geçmişteki ölümüne mücadelelerine hayıflananların sayısı giderek artıyor. Hâlbuki milliyetçiler, tarihlerini iyi inceleselerdi, atalarının anlayışlarını yeterince algılasalardı, bu duruma düşmezlerdi.

Bilindiği gibi, Türkler Anadolu’ya son gelişleri olan Malazgirt Savaşı’ndan çeyrek yüzyıl gibi kısa bir süre sonra, Haçlı Seferlerine muhatap oldular. 600.000 kişilik bir Haçlı ordusu Anadolu’ya girdi. O dönemde, Türkler Anadolu’da azınlık idiler ve nüfusları net bilinmiyor, ama 1,5 milyondan az olması ihtimali kuvvetli. İşte Türkler, böylesine büyük bir badireyi atlattıktan sonra tekrar toparlanıdılar. O zamanların vakayı nüvislerinin anlatımına göre, Anadolu’yu kısa sürede bayındır hale getirdiler. Bu defa doğudan gelen Moğol seferlerine muhatap oldular. Onu da atlattıktan sonra tekrar büyük bir devlet ve büyük bir medeniyet kurdular. Bu sırada Batı, deniz yollarını kullanarak, Türklerle karşılaşmadan, dünyanın kalan kısmını sömürmeye başladı ve maddeten hiç tahmin edilemeyecek kadar güçlendi. Bu gelişmelerin sonunda, Türklerin devleti Avrupalılara göre çok zayıf duruma düştü. Ama Türkler, durumlarını toparlayarak yeni bir devlet kurdular ve devletlerini tekrar güçlendirdiler.

Çok kısa olarak özetini verdiğimiz bu atılımları yapan Türklerin, sahip oldukları düşünce yapısı, günümüz milliyetçilerinden çok farklı idi. Günümüzdekilerin ataları, başlarına sıkıntı geldiğinde kabahati başkalarına yüklememişlerdi. Kim bize komplo kurdu dememişlerdi. Hatayı öncelikle kendilerinde aramışlar ve bu durumdan nasıl kurtulacakları üzerine kafa yormuşlardı. Dolayısıyla da, her defasında da başarılı olmuşlar, sıkıntıları atlatmışlardı.

Dini guruplardakilerin anlayışları da, milliyetçilerinkine benziyor. Dini guruplar, geçmiş dönemlerdeki gelişmeleri anlatırken, en çok, Müslüman bilim adamlarıyla övünürler. Onların çalışmalarını, icatlarını övgüyle ve bazen abartarak anlatırlar. Üniversiteyi, ilk defa Müslümanların kurmuş olduklarını, gururla bahsederler. Ama o güzel insanların anlayışlarını yakından irdelemedikleri için, bu güzelliklere ulaşan şahısların her birinin öncelikle kendilerini sorguladıklarını ve çok çalıştıklarını göremediler. Bu sebeple günümüzün dini gurupları, kendilerinin yolsuzluğa ve soysuzluğa battıklarını örtmek ve tembelliklerini gizlemek için, hep karşı tarafı suçladılar. Övündükleri Müslüman insanların maddeten güçlü olduklarını düşündüklerinden herhalde, sadece maddi güce sahip olmayı hedeflediler. Bu duruma ulaşmak için, her yol mubah anlayışıyla davrandıklarından, zenginlediler. Fakat gururla övündükleri Müslümanların sorgulayıcı ve araştırıcı yapılarıyla hiçbir bağlantıları kalmadığı, günümüzdeki durumlarından anlaşılıyor. Dini gurup mensuplarının konumları, övündükleri insanlarla karşılaştırıldığında, cennet ile cehennem arasındaki fark gibi birbirine zıttır. Bu anlayış farkından dolayı da, karşılaştıkları sıkıntıların suçlarını, komplo teorileri üreterek başkalarına yüklemeye devam ediyorlar. Bu anlayışları sürdüğü müddetçe, toparlanma ihtimalleri çok zayıf.

Marksistlerin durumu için, diğer guruplarla ilgili olarak aktardığımız şekliyle, komünizmin uygulanış tarihinden gösterilebilecek güzel örnekler yok. Marksistler için söylenebilecek bir şey, Marks’ın yaşantısıyla pek bir ilgilerinin olmadığıdır. Karl Marks, ömrü boyunca maddi sıkıntı içerisinde yaşamıştır. Ailesini geçindirmekte zorlanmıştır. Ama karşı çıktığı sermayedarlarla birlik olarak zenginlememiştir. Günümüz Marksistlerinin önemli bir bölümü ise, zengin olma hedefindedir.

Tarihten verdiğimiz örnekler de gösteriyor ki, kendilerini sorgulamayarak suçu başkalarına yükleyen toplumlar, sıkıntıdan kurtulamıyorlar.

Bu yazı Gençlik, Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.