YAKLAŞAN DALGA ÜZERİNE 1
Yaklaşan Dalga kitabının yazarı, Mustafa Süleyman’dır. DeepMind’ın kurucularından ve Microsoft AI’nın CEO’su olan Süleyman, yeni gelişen teknolojilerle ilgili bilgi verdiği eserinde, bu hızlı gelişmelerin 21. yüzyılın en büyük ikilemi olduğunu vurgulamış. Yazar, çok yönlü değerlendirmeler yaparak ve bilgi ağırlıklı bir eser meydana getirerek insanları, insanlığın geleceği hakkında düşünmeye sevk etmek istemiş.
Ancak, bir kısım insanlar, kitaptaki bazı ifadeleri, belki de yazarın düşünmediği şekilde, kendi fikirlerine mesnet yapmaya çalışıyorlar. Kitaptaki bazı ifadeleri ve hızla gelişen yapay zekâ ile biyoteknoloji alanındaki çalışmaları örnek göstererek, Mustafa Süleyman’ın eserini kendi düşünceleri yönünde kullananlar var. Bunlar, ateist fikre sahip olanlar. Evrenin kendiliğinden oluştuğu, gerçek bir yaratıcı Tanrı olmadığı, insanların kendi kafalarında Tanrı fikri oluşturduğu şeklindeki düşüncelerine, kitabı alet ediyorlar.
Bizim yeni teknolojilerin çalışma sistemleri ve işleyişleriyle ilgili teknik bilgimiz, yazarınkinin yanında çok yetersizdir. Ancak, kitaptan böyle bir ateist algının çıkıp çıkmayacağı hakkında fikir yürütecek karşılaştırmalar yapabilmek için, yazarın kendi ifadelerinin iç mantığını değerlendirmenin yeterli olacağını düşünüyorum. Ayrıca okuyucularımız, bu sitede yayınladığımız yazılarımızı ve konuları irdelerken fotoğrafın bütününü dikkate alan yaklaşımımızı bilirler. Bu sebeple, yeni teknolojilerin ileride nerelere kadar gidebileceği hususunda, yazarın ifadelerinden hareket ederek, fikrimi ifade etmemin temelsiz olmayacağına inanıyorum.
İrdelemelerimi kitabın Türkçe baskısı üzerinden yaptım. Yazarın İngilizce olarak yazdığı kitabındaki “design, produce” gibi kavramların Türkçe tercümesinde, çoğu yerde “yaratmak” şeklinde bahsedilmiş olması gibi hatalar da, eserin farklı algılanmasına sebep olmuş olabilir.
Ayrıca, kitabı ateist düşüncelerine örnek göstermek isteyenler, yapay zekâ ve biyoteknolojideki gelişmelerin dizginlenmesini mümkün görmeyen yazarın, yeni teknolojilerin, ahlâki ve hukuki bir zemine oturtulması için, kendi çapında üstün bir gayret göstermesini dikkate almamış olabilirler.
Makalemizin kaleme alınış sebebini açıklayan bu kısa girişten sonra, şimdi kitaptaki ifadeleri irdelemeye başlayabiliriz. Okuyucuların daha kolay takip edebilmeleri için, irdelememizi, kitaptaki anlatım sırasına göre yapacağız.
Kitabın, yapay zekâ tarafından yazıldığı söylenen önsöz kısmındaki bazı ifadeler şöyle: “Yapay zekâ sayesinde evrenin sırlarını çözebiliriz, bizi bugüne kadar çaresiz bırakan hastalıkları tedavi edebilir, hayal gücünün sınırlarını zorlayan yeni sanat ve kültür biçimleri yaratabiliriz. Biyoteknoloji ile yaşamın kendisine şekil vererek hastalıklara çözümler geliştirebilir ve tarımı (ziraati) dönüştürebilir, daha sağlam ve sürdürülebilir bir dünya yaratabiliriz.”
Yapay zekâ tarafından yazılan önsözde, fazla iddialı sözler olmasına rağmen, söylenenler yaratıcı Tanrı fikrine ters değil. Bahsedilenler, Tanrı’nın yarattığı evrenin sırları diye nitelenen sistemin nasıl işlediğinin daha hızlı anlaşılmaya başlanacağı ve yaşadığımız sorunların bir kısmına daha kolay çözüm üretilebileceğidir.
Yukarıda Tanrı’nın yarattığı evren şeklinde bir ifade kullanmamızın nedeni, yapay zekânın, evrenin sırlarını çözebileceğinin söylenmesidir. Bir şeyin sırlarının çözülebilmesi için orada bir düzen olması gerekir. Düzensiz bir şeyin sırrı çözülemez.
Bu konuya bazı konuşma dillerini örnek vererek, biraz daha açalım. Bilindiği gibi Almancada, varlıklar erkek, dişi ve yansız olarak ayrıma tabi tutulurlar ve ona uygun ön edat eki alırlar. Ama duvarın neden dişi, masanın neden erkek, pencerenin neden yansız varlık olduğunun mantığı olmadığından ezberlemekten başka çare yoktur. Dolayısıyla, Almancanın ön edatları yüklenmemiş yapay zekâ için, yeni bir varlığı hangi edatla niteleyeceğini kavraması mümkün değildir. Diğer taraftan, İngilizcede “foot” kelimesinin çoğulu “feet”dir. Ama “boot” kelimesinin çoğulu “boots”dur. Bu durumu ezberlemekten başka bir çare yoktur. Gitmek fiili “go”nun geçmiş hali, “went”dir. Yapmak fiili “do”nun geçmiş hali “did”dir. Bu gibi kuralsızlıklar nedeniyle, İngilizcenin sırlarını yapay zekânın çözmesi mümkün değildir. Çünkü sırrın çözülebilmesi için, düzenin ve kuralların hâkim olması gerekir.
Kitabın önsözünde, “yaşamın kendisine şekil vererek hastalıklara çözüm geliştirebilir” denilmektedir. Bu ifadede, yapay zekânın kendisinin yeni bir yaşam yaratacağı anlatılmıyor. Zaten, hastalıklara çözüm geliştirebilmek için, hangi tahlil sonuçlarının hangi hastalıklara neden olduğunun, yani bir düzenin olması ve bu kuralların bilinmesi gerektiği açıktır. Dolayısıyla yukarıdaki ifade ile anlatılan, yapay zekânın, mevcut olan yaşama, bazı dokunuşlarda bulunacağıdır. Takdir edileceği gibi, yaşama dokunuşlar, hem sahip olduğumuz akıl, hem de evrendeki olayların bizim anlayabileceğimiz nitelikte oluşturulmuş olması sayesinde mümkündür. Bu nedenle, yapay zekâ ve onun desteğinde hızlanan biyoteknolojinin, sadece evrendeki olayları kavrama hızımızı artırması beklenir.
Einstein’ın söylediği “Evrendeki en anlaşılmaz şey, anlaşılabilir olmasıdır” sözü yukarıda bahsettiğimiz fikrimizi desteklemektedir. Bu söz, evrenin bir yaratıcı tarafından bizim anlayabileceğimiz şekilde yaratıldığını anlatır. Bizim, evreni anlayabilmemiz de sahip olduğumuz akıl sayesindedir. Sahip olduğumuz aklı bize verenin de, evreni bu şekilde kurallı ve düzenli yaratan Tanrı’dan başkası olması düşünülemez. Dolayısıyla da, hem evreni, hem bizleri, hem de bizim aklımızı yaratan Tanrı’dır. Einstein’ın bu sözü, evrendeki olayları kavrayabileceğimiz gerçeğini ifade etmektedir. Biz insanların yaptığı ve matematik kabiliyeti bizden çok hızlı olan Yapay zekânın, evrenle ilgili bu kavramayı hızlandıracağı açıktır.
Dolayısıyla önsözden, yapay zekânın veya insanın, Tanrı’nın yerini alacağı fikri çıkarılamaz. Belki yazıdaki “yaratmak” sözcüğü yerine “oluşturmak” kelimesi kullanılsaydı, bu yönde bir anlam çıkarmayabilirlerdi.
Sayfa 19: “Modern çağdan önce, belli bazı taş ve mineralleri saymazsak, insan yapımı çoğu eşya, vaktiyle canlı olan şeylerdi. O zamanlardan bu yana dünyaya dâhil olan şeylerin, neredeyse hepsi bizim aracılığımızla dâhil olmuştur.
İnsan dünyasının tamamının, ya canlı sistemlere ya da bizim zekâmıza bağlı olduğunu söylemek abartı olmaz.”
Yazarın yukarıdaki fikirlerinden de anlaşılan o ki; mineralleri, madenleri, kömürleri, petrolü ve mevcut bütün canlıları yaratan, biz değiliz. Yazıda, bizim, mevcut canlılardan fosil yakıtlar oluşturacağımız, sıradan taşlardan değerli madenler elde edeceğimiz gibi iddialar yapılmıyor. Biz insanların, yeryüzünde mevcut olan bu yapıdan daha çok istifade edebilmemiz için, zekâmızı kullandığımız anlatılıyor.
Diğer yandan, sahip olduğumuz ve yapay zekâ yapacak kabiliyetteki zekâmızın nasıl oluştuğu da anlatılmıyor. Zekâmız dışındaki diğer vasıflarımızı nasıl elde ettiğimiz de açıklanmıyor. Dolayısıyla, insanların sahip oldukları özellikleri bize verenin, bizleri yaratan ve yeryüzündeki vekil yöneticisi olmamızı isteyen tek olan Tanrı’mız olduğunun hilâfında bir ifade yok. Bize göre Yüce Yaradan, bize verdiği vekil yöneticilik görevlerini yerine getirebilmemiz için bizi, “Kendi zatının sıfatlarının suretinde hayat sahibi, çekip çeviren, işiten, gören, bilen, güç sahibi, konuşan ve iradesi olan bir varlık olarak yaratmıştır.” Biz de, bu vasıflarımızı kullandığımız oranda yeryüzünden faydalanıyoruz.
Sayfa 21: “Biz insanları bu kadar üretken becerikli yapan şeyin (zekâmızın) özünü damıtıp bir yazılıma veya bir algoritmaya aktarabilseydik ne olurdu? Bu sorunun cevabını bulduğumuzda, en çözümsüz sorunlarımızla başa çıkmak için hayal bile edemeyeceğimiz güçte araçlara kavuşabiliriz. Önümüzdeki on yılların büyük zorluklarıyla, örneğin iklim değişimi, nüfus ve sürdürülebilir gıda gibi problemlerle başa çıkmamıza yardımcı olabilecek o imkânsız ama olağanüstü araç da burada bulunabilir.”
Bu cümleleri tekrar dikkatlice okuyalım ve irdeleyelim. Yazarın hayal ettiği şey olan, “zekâmızın özünü damıtıp bir yazılıma veya bir algoritmaya aktarabilmemizin” gerçekleştiğini düşünelim. Böyle bir ortamda bile, yapabileceklerimizin bizim zekâmız ile sınırlı olacağı açıktır. Çünkü damıtılan bizim zekâmızdır. Algoritmaya aktarmamız durumunda bile, sadece matematik işlemler ve karşılaştırmalar açısından kazancımız olacaktır. Diğer özellikleri, bizim zekâmızla sınırlı kalacaktır.
Zekâmızın özünü damıtarak bile ulaşabileceğimiz hedef olarak yazarın hayalinin, iklim değişiminin zararları, yaşlanan nüfus ve sürdürülebilir gıda gibi sınırlı sorunlarımızı çözmek olduğu anlaşılıyor. Yani yazarın da hayali, yeryüzünde ve evrende mevcut olan sistemlerden zekâmız sayesinde daha çok istifade edebilmek. Yoksa yeryüzünde ve evrende var olan sabiteleri (örneğin yer çekimi, ışık hızı ve araştırmalarımız sonucunda öğrendiğimiz diğer bilimsel sabitler gibi) ve yaşamın oluşumunu değiştirip kendimizin yeni sabiteler ve yepyeni yaşamlar oluşturmamız değil. Veya yeryüzünde mevcut olan bitki, hayvan ve insandan farklı yapıda yepyeni bir canlı oluşturmak hiç değil. Hattâ, yaşadığımız orman yangınları ve son Los Angeles yangını dikkate alındığında, yapay zekâ veya biyoteknolojinin, yangınları körükleyen rüzgârları önleyebileceğini düşünmemiz mümkün mü? Bu sebeple yazar da, Tanrı’nın bize verdiği imkânlardan daha çok faydalanabilmekten başka bir hayal peşine düşmemiş.
Sayfa 21: “DeepMind’da, önümüze çılgınca bir hedef koymuştuk; Türümüzü eşsiz kılan şeyin, yani zekâmızın bir kopyasını yaratmak.”
Önlerine koydukları ve çılgınca dedikleri, zekâmızın bir kopyasını oluşturmak hedefine ulaşılabilmesi için, önce beynimizin nasıl çalıştığını tam olarak anlamamız gerektiği açıktır. Çünkü beynimiz ile zekâmızın aynı şey olmadığı bilinmektedir. Beynimiz, bizim bilgimizin dışında ve zekâmızla bağlantısız olarak, iç organlarımızı idare etmektedir. Ayrıca, düşüncelerimizin beynimizin işleyişine nasıl tesir ettiğini henüz bilmiyoruz.
Beynimizin nasıl çalıştığının henüz anlaşılmadığı bu ortamda, beynimizin tam kapasitesine ulaşılabilir mi sorusuna, kendilerinin de olumlu cevap veremedikleri anlaşılıyor. Zaten DeepMind’da kendilerinin de önlerine koydukları çılgın hedefin, beynimizi değil, sadece, zekâmızla yapabileceğimiz bazı uygulamaları kopyalamak ve yapay zekâya aktarmak olması da bu fikrimizi destekliyor.