KANAATKÂR OLAN İNSAN VE TOPLUM BAĞIMSIZDIR

KANAATKÂR OLAN İNSAN VE TOPLUM BAĞIMSIZDIR

 

Kanaat etmek, dünyadan elini-eteğini çekip, “bir lokma, bir hırka” anlayışıyla ahiret için yaşamak değildir. Çalışmadan gelen yardımlarla geçinmek de değildir. Yaşamaktan amaç, bulduğunla yetinmek olmamalıdır. Gerçek ihtiyacı, insanlık onuruna uygun olarak asgari bir şekilde sağlamaya çalışmak olmalıdır. Kanaatkârlık, kendi gerçek ihtiyacından fazlası için de çalışmayı gerektirir. Ama ihtiyaçtan fazlasına sahip olmak amacıyla ve hırsıyla çalışmak kanaatkârlık değil, tamahkârlıktır.

Mal varlığı az olan kişi, fakir insan demek değildir. Fakir insan, sahip olduklarıyla yetinmeyerek, hırs içerisinde daha çoğunun peşine düşen kişidir. Yoksulluk konusuna bu açıdan baktığımızda, fakir ülke tanımının da farklılaştığını görürüz. Kişi başına düşen milli gelirin az olması, o ülkenin fakir olduğunu tam anlamıyla göstermez. Sadece gelirlerinin düşüklüğünü gösterir. Böyle bir ülke, gerçekten yoksul olabileceği gibi, olmayabilir de.

Eğer bir toplum, maddi açıdan daha çoğunun peşinde koşan bir hırs içerisinde ise, o ülkenin milli gelirinin bir önemi yoktur. O toplum, fakir demektir. Çünkü hep daha çoğuna tamah ettikleri için, ihtiyaçlarının sonu gelmez. Dolayısıyla, her dem ihtiyaçlarını karşılayamamış durumdadırlar.

Eğer bir toplum, kendiişlerini kendileri yapıyor, gerçek ihtiyaçları kadarıyla yetiniyorsa, o ülke zengin sayılır. Böyle bir ülkenin insanları, aynı zamanda kendilerini mutlu hissederler. Bu ortam, zengin ama mutsuz insanların ülkesi olmaktan daha iyidir.

Maddi gücü fazla olan devlet ile daha güçsüz devlet arasındaki en önemli fark, sahip oldukları silahlar açısındandır. Ancak, maddi gücü daha zayıf ama insanları paraya tamah etmeyen devletlerin, nice güçlü devletleri yendiğine tarih şahittir.

Yöneticiler, vatandaşlardan tasarruf etmelerini isterler. Böylece, ekonominin çarklarının daha iyi işleyeceğini düşünürler. Toplumu ve yöneticileri bu söylemlerle ikna etmeye çalışanlar, ekonomik büyüme hedefinden başka bir şey düşünemeyen ekonomistlerdir. Onların bütün bildikleri, döviz-faiz tahterevallisidir. Toplumu ve yöneticileri döviz-faiz kıskacı arasına sıkıştırırlar.

Hâlbuki tasarruf, erdemin bir alt unsurudur. Asıl olan tasarruf değildir. Asıl olan erdemdir. Erdemsiz tasarruf, insanların daha çok çile çekmelerine sebep olur. Aslında ihtiyaçları olmayan bir şeyi almak için tasarruf yapmaya çalışmak, işkence gibidir. Kendi asgari ihtiyaçlarını giderdikten sonra, başkalarının da ihtiyaçlarını gidermelerine vesile olabilmek için tasarruf yapmak, erdemli bir tasarruftur. Erdemli bir tasarruf, arkadaşlığı ve dostluğu pekiştirir. Bu amaçla tasarruf yapan kişi mücadelesi sırasında gergin olmaz. Kendisi için değil, dostları için de gayret ettiğinden çevresinde sevilen bu insan, aksine neşeli bir kişi haline gelir. Bu ortam, onun daha nüktedan bir kişi olmasına vesile olur.

Ekonomistler, hayatı, üretim ve tüketim ikilisinden ibaretmiş gibi algılamaktadırlar. Hâlbuki mutfak ile tuvalet arasında geçen bir hayatın hiçbir anlamı yoktur. Bu şekilde 1000 yıl yaşayan bir insan, insanlığa katkıları açısından bakılınca, yaşamamış gibi kabul edilebilir.

Dolayısıyla ekonomistler, konuya farklı açılardan da yaklaşarak, sadece büyümeyi değil, hem büyümeyi hem de insanların huzurunu hedeflemelidirler. Hedef, yalnızca kalkınma değil de, huzurlu ve anlamlı bir hayat olunca, ekonomiyi yönetme anlayışı da değişmelidir. Ekonomi, artık, sadece ekonomik kurallarla yönetilmemelidir. Bu anlayış değişikliği hepimiz için geçerli olmalıdır. Hayata bakışımızı değiştiren bu anlayış, hem bireysel olarak bizim tavırlarımızı, hem de ülke ekonomisinin idaresindeki uygulamaları etkilemelidir.

Yalnızca ekonomik kurallarla yönetilen ve bu anlayışla büyüyen ekonomilerin, insanları mutlu ettiği söylenemez. Bir ülkenin sadece ekonomik kurallarla yönetilmesi, ülke insanlarının bireyselleşmesine vesile olmaktadır. İnsanlar bireyselleştikçe, kişilerin birbirinden farklı yapılarda olacağı zannedilir. Ama aksine, insanlar tek tip olmaya doğru yönelirler. Fertlerin hedefleri birbirine benzediği için, düşünceleri de benzeşir. Düşüncelerin benzeşmesi, davranışlarını da aynılaştırır. Dolayısıyla fertler arasındaki tek fark, her bireyin kendi menfaatini düşünmesinden ibaret hale gelir.

Eğer insanlık, yalnızca ekonomi çerçevesinden bakılarak ilerlemesini sürdürürse, insanlar, dünyanın tamamını ticari bir nesne olarak görmeye başlar. Alıcısını bulduğu her şeyi, hattâ mümkün olsa dünyayı bile satmak ister. Belki bizim bu düşüncemizi fazlasıyla hayalperest bulanlar olabilir. Bu şekilde düşünenlerin, günümüzde, cennetten parsel satanların çokluğunu görerek, konuyu bir daha irdelemelerini tavsiye ederim.

İnsanlık bu yönde ilerledikçe, aslı olmayan ihtiyaçlar yaratılıyor. Görsel basını çok iyi kullanan reklamcılar, bu hususta çok başarılılar. Bilindiği gibi, insanların yaşamak için gerekli olan ihtiyaçlarının sınırları vardır. Fakat reklamcıların ve ekonomik kurallarla yönetenlerin yarattığı ihtiyaçların sınırları yoktur. Sınırları olmadığı için sürekli değişen her ihtiyaca ulaşmak, kimsenin başaramayacağı bir mücadele gibidir. Bu hususlarla bağlantılı olarak, bu sitede yayınladığımız birçok yazımızda, çok sayıda örnekler verdik. Dolayısıyla burada vermeyeceğiz.

Burada vurgulamak istediğimiz şey, yaratılan her ihtiyaca ulaşmanın mümkün olmamasından dolayı, insanların kendilerini yoksul gibi hissettikleridir. Amerika’daki yaygın anlayışla, %1 şeklinde ifadesini bulan çok zenginler bile, oturup kendi durumlarını bu açıdan incelediklerinde, istedikleri her şeye ulaşamadıklarını göreceklerdir. Onlar da mutlu olmadıklarını, mutluluğu başka şeylerde aradıklarını itiraf edeceklerdir.

Konuya bu açıdan bakılınca, ister maddeten çok zengin olsunlar, isterse çok fakir olsunlar, hırslarının peşinde koşan bütün insanların bağımlı oldukları görülür. Hepsi, daha çok şeye sahip olabilmek için, başkalarına muhtaçtırlar.

Başkalarına muhtaç olanlar, hiçbir zaman bağımsız olamazlar. Sadece, sahip olduklarıyla yetinenler, kendi kazançlarını kendileri sağlamaya çalışanlar, yani kanaatkâr insanlar ve ülkeler bağımsız olabilirler.

Kanaatkâr toplumlarda, imtiyazlar bir işe yaramaz. Kanaatkâr toplumlarda, eşitsizlik daha azdır. Eşitsizliğin azaldığı toplumlarda, huzur artar.

Kanaatkâr toplumlara dışarıdan müdahale ederek, onları boyunduruk altına alacak sistemleri uygulatmak çok zordur.

Kanaatkârlık, bir hırka bir lokma anlayışı olmadığından, ilerlemeye engel değildir. Ama anlamsız ve insanları mutsuz eden ilerlemeye engeldir.

Allah’ım, bizlere, sadece Senin kulun olup, insanlara karşı bağımsız kalan kullarından olmamız için mücadele azmi ver.

Bu yazı Ekonomi, Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.