EVRENİN AÇIKLANAMAYAN ORTAMLARI ÜZERİNE  

EVRENİN AÇIKLANAMAYAN ORTAMLARI ÜZERİNE

 

Bu makalede, Stephen Hawking’in “Zamanın Kısa Tarihi” adlı eserinden bazı alıntılar yaparak, onların üzerine fikir yürütmeye çalışacağız.

Yazar 161inci sayfada diyor ki: “Eğer, erken evrende farklı bölgeler, açıklanamayan bir nedenden ötürü aynı sıcaklıkta başlamasalardı, birbirleriyle aynı sıcaklığa ulaşmasının hiçbir yolu yoktu.”

Bu açıklamaya göre, evrenin başlangıcı ciddi bir plan üzerine kurgulanmış.

Hawking, bazen aklına takılan soruları aynı sayfada soruyor. Bu sorulardan birisi şöyle:

“Neden evren, kritik genişleme hızıyla yaşamına başladı ve neden halâ on milyar yıldan sonra bile, bu kritik hıza çok yakın bir şekilde genişlemeye devam ediyor?”

Bu soruyu sorduktan hemen sonra şöyle bir açıklama yapıyor:

“Eğer Büyük Patlamadan bir saniye sonra, evrenin genişleme hızı yüz bin milyon milyonda bir oranda bile daha küçük olsaydı, mevcut büyüklüğe ulaşmasından çok önce çökerdi.”

Bu sitede yayınladığımız “Tanrı’nın Özgürlüğü Üzerine 1” başlıklı makalemizde Hawking’in “Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar” kitabından alıntı yapmıştık. Yazar, evrenin oluşumu hakkındaki düşüncesini şöyle açıklıyordu: “Evrenin kendiliğinden, bilim yasaları uyarınca, hiçlikten yaratıldığını düşünüyorum…”

Hâlbuki yukarıda kendisinin sorduğu soru ve açıklamasında, evrenin genişleme hızının, binde bir değil, milyonda bir değil, milyarda bir değil, yüz bin milyon milyonda bir oranda bile daha küçük olması halinde, evrenin çökmüş olacağını anlatıyor.

Yazımızın ilk başında verdiğimiz, yazarın sıcaklık konusundaki uyarısı ile hız hususundaki ikazını dikkate aldığımızda, Hawking, “evrenin kendiliğinden, bilim yasaları uyarınca, hiçlikten yaratıldığı” fikri ile kendisi çelişmektedir. Çünkü yazar, evrenin yaratılışında çok ciddi hesapların ve planların olduğunu bizzat kendisi, 165inci sayfada şöyle ifade ediyor:

“Burada kayda değer olan gerçek, bu niceliklerin (sabit oranlar, sabit sayılar, hassas hızlar gibi nicelikler) değerlerinin, yaşamın gelişmesini mümkün kılacak şekilde, oldukça iyi bir biçimde ayarlanmış olmasıdır. Nitekim sözgelimi, elektronun elektrik yükü, yalnızca küçük bir oranda bile farklı olsaydı, yıldızlar, ya hidrojen ve helyum yakmayı başaramazlardı, ya da hiçbir şekilde patlamazlardı. Bu patlamalar ile etrafa saçılan ağır kimyasal elementler olmasaydı, hayat sürmezdi.”

Yazar, 162inci sayfada kendi kendisine şöyle bir soru yöneltiyor:

“Eğer Tanrı, evreni böylesine kavranılamaz bir yolla başlattıysa, neden anlayabileceğimiz yasalar çerçevesinde gelişmesine izin verdi?”

Sonra kitabının 167inci sayfasında şu açıklamayı yapıyor:

“Bizim gibi varlıkları amaçlayan bir Tanrı’nın eylemi dışında, evrenin neden bu şekilde başlaması gerektiğini açıklamak çok zor olurdu.”

Yazarın evrenin başlangıcının kavranılamazlığı hususundaki düşüncesi, bize göre, bugün için geçerlidir. Belki de, gelecek bir zamanda konuyla ilgili daha anlaşılır ve deneylenebilir teoriler oluşturulabilir. Yukarıdaki cümlesinin devamında yazarın güzel bir şekilde tespit ettiği husus, Tanrı’nın, Kendisinin koyduğu yasaları, verdiği akıl ile bizim anlamamızı sağladığıdır. Nitekim hayvanlar da ayrı bir âlemdir. Onların da akılları, duyguları vardır. Onlar da kendi aralarında sosyal kurallara sahiptir. Ama Tanrı, hayvanlara evrenin yasalarını anlayabilecek akıl vermemiştir.

Biz burada yazarın iki cümlesi arasındaki farka dikkat çekmek istiyoruz. Birinci cümlede (evrenin kavranabilmesi hususunda), Tanrı’nın bir çelişkisinden bahsederek, Tanrı’nın olmadığı gibi bir algı oluşturmak istiyor. İkincisinde ise, evrenin başlangıcının böyle olmasının sebebinin, Tanrı’nın, bizler gibi akıllı, şuurlu ve özgür varlıklar yaratma isteği olmasından başka, ileri sürebileceğimiz bir seçeneğin olmadığını vurguluyor.

Yazar bu düşüncesiyle, aslında, evrenin başlangıcının oluşumunun, bilim yasaları dediği şeylerin kendiliğinden bir araya gelmesiyle tesadüfen gerçekleşmediğini, planlamayı Tanrı’nın yaptığını, yine kendisi net bir şekilde vurgulamış oluyor.

Yazarın kafasının karışıklığı sadece bunlarla da kalmıyor.

Eserinin 169-170 inci sayfasında şöyle diyor:

“Evrenin gözlemleyebildiğimiz bölgesinde, yaklaşık on milyon milyon milyon milyon milyon milyon milyon milyon milyon milyon milyon milyon milyon milyon (1 ve yanında seksen sıfır) parçacık mevcuttur. Peki, bütün bu parçacıklar nereden geldi?”

Kitabının 190nıncı sayfasına gelince şöyle diyor:

“Zaman geçtikçe sistem bilim yasalarına göre evrilecek ve mevcut durumu değişecektir.”

Yazarın yukarıdaki sözü, Termodinamiğin İkinci Kanununu bahsederken kendince bir örnek vermeye çalışırken aktarıyor. Ama böyle örnekler vererek açıklamak istediği konu, aslında evrenin gelişimi hususu olduğundan biz de bir karşılaştırma yapmak ihtiyacını hissettik. Şöyle ki, bir taraftan evrenin genişleme hızının, aradan on milyar yıl geçmesine rağmen halen aynı hızda devam ettiğini söylüyor. Ayrıca sabit oranlar, sabit hızlar gibi niceliklerin varlığından bahsediyor. Ama kitabının sonraki bir bölümünde, sistem zaman geçtikçe evrilecek ve mevcut durumu değişecek diyor. Yani bir taraftan kendisini yalanlarken, bunu da bilim insanının deneylere dayanan verileriyle değil, müneccim gibi yorum yaparak söylüyor.

Yazar, bu çelişkisi yetmezmiş gibi 194üncü sayfada daha da çelişkili bir cümle kuruyor:

“Evren, en azından on milyar yıl daha geçmeden küçülmeye başlamayacaktır.”

Aslında “on milyar yıl geçmeden küçülmeye başlamayacağı sözü, 161inci sayfadaki;

“Eğer Büyük Patlamadan bir saniye sonra evrenin genişleme hızı yüz bin milyon milyonda bir oranda bile daha küçük olsaydı, mevcut büyüklüğe ulaşmasından çok önce çökerdi.” şeklindeki fikriyle örtüşüyor. Ama sayfalarca yazınca, fikrini değiştiriyor veya kafası dağılıyor ve “bilim yasaları evrilecek mevcut durum değişecek” diyor.

Hawking’in ileri sürdüğü bir başka iddiası ışık hızı hususundadır. Einstein’ın teorisini temel alarak, 201inci sayfada şöyle diyor: “Göreliliğe göre, hiçbir şey ışık hızından daha hızlı hareket edemez.”

Bu fikri, teoriye göre doğru olduğu gibi, kendisinin204üncü sayfada açıkladığı aşağıdaki deneyler de bunu destekliyor görünüyor:

CERN’de (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) parçacıkları ışık hızının %99,99’u büyüklüğüne kadar hızlandırabiliyoruz. Fakat ne kadar fazla enerji verirsek verelim, parçacıkların, ışık hızı limitinin ötesine geçmesini sağlayamıyoruz.”

Eğer yazar, 230uncu sayfasında bahsettiği şu fikrine itibar etseydi, ışık hızının aşılması konusunda karamsar olmazdı. Diyor ki:

“1inci bölümde açıklandığı üzere, kuramlar kanıtlanamadığı için hiçbir zaman doğru kuramı bulduğumuza tam olarak emin olamayız.”

Bu fikrini 232inci sayfada şöyle destekliyor:

“Nitekim Newton’ın kütleçekim kuramında, üç cismin hareketini bile tam olarak çözemiyoruz.”

İşte tam bu noktada, bilim insanlarına cesaret verebilmek için Kur’an’a bakalım.

Mearic Suresi 70/4: “Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde Ona çıkar.”

Şimdi şöyle bir hesap yapalım. Dünyamız kendi etrafında dönerken, bir günde yaklaşık 40.000 km yol alıyor. Bu hız saniyede 40.000/24x60x60= 0,463 km demektir. Bu hesaba göre meleklerin hızı ise yaklaşık olarak, 0,463 kmx50.000×365 = 8.450.000 km /saniye olur.

Işık hızı 300.000 km/sn olduğuna göre, meleklerin hızı ışık hızından 8.450.000/300.000 =28 kat fazla demektir.

Aslında Kur’an’da verilen bu rakam, net böyledir anlamında değildir. Bizim konuyu anlayabilmemiz için, büyüklük ifade eden örnek bir rakamdır. Nitekim bu durum, şu ayetle daha net anlaşılacaktır.

Secde Suresi 32/5: “O, gökten yere, işleri düzenler, sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir.”

Diğer yandan, Einstein’ın teorisine göre, uzay ve zaman mutlak değildir sözü, Kur’an’ın bu gibi ayetlerinde bahsedildiği şekliyle, geçerlidir. Dolayısıyla, Tanrı’nın yanında ve uzaydaki zamanın, bizim dünya içerisindeki zamanımızla aynı olmadığını düşünüyorum. Nitekim uluslararası seyahatler yapan bir iş insanı ile köyde yaşayan bir kişinin işlerini yaparken kullandıkları hız kavramı bile birbirinden çok farklıdır.

Dolayısıyla, belki de melekler, ışık hızının yüz binlerce katıyla hareket ediyordur.

Bizler, meleklerin hızı konusunu bilemeyiz. Bu açıdan fikir yürütmemiz yanlış olur, müneccimlik olur. Burada vurgulamak istediğimiz, ışık hızının mutlaka aşılabileceği hususudur. Yani görelilik kuramına takılıp kalmamalıyız. Kur’an’a güvenmeliyiz.

Yazarın ışık hızı aşıldığında, zamanın bükülmesi dediği ve deneylere dayandığını iddia ettiği ortam nedeniyle zamanda geriye yolculuk fikrini, Kur’an’ın anlatımları ışığında baktığımda, bir bilim kurgu fantezisi olarak değerlendiriyorum.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.