KUR’AN YORUMLAMA YÖNTEMİNDE, KUŞKU VE GÜVEN

KUR’AN YORUMLAMA YÖNTEMİNDE, KUŞKU VE GÜVEN

 

Sosyal yaşantımızda kuşku duyarak sorgulama yapmanın sonuçlarını, en belirgin bir şekilde ortaya koyan kişilerden birisi, Sokrates’tir. Aslında Sokrates’ten önce de, onun gibi kuşku ile sorgulayan düşünürler vardı. Sokrates’e atfedilen “ben bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir” sözü, muhtemelen ondan önce de söylene gelen bir deyiş halindeydi. Sorgulama anlayışının daha eski olduğunu düşünmemizin bir nedeni, Sokrates’ten önceki bu düşünürlerin yazılı eserlerinde sorgulamanın varlığıdır. Hâlbuki Sokrates, hep konuşmuş, hiç yazmamıştır. Buna rağmen, diğer düşünürlerden daha tesirli olmuştur. Bunun birkaç tane önemli sebebi vardır. Bunlardan bir kısmını, bu sitede yayınladığımız, “Sokrates’in Ünlü Olmasının Sebepleri” başlıklı makalemizde aktarmıştık. Bu makalemizin konusuyla ilgili olanı, Sokrates’teki farklı bakış açısıdır.

Diğer düşünürler, teorilerini, kişinin iyiliği üzerine kurmuşlardı. Fakat Sokrates, kişisel yani özel iyiliğin üzerine, toplumsal yani, genel iyiliği işleyen ilk düşünür oldu. “Hiçbir şey bilmiyorum” diyen Sokrates’in inandığı tek bilgi, töre bilgisiydi. Bu bilgiye de, devleti sağlam temeller üzerine oturtmak gerektiğini düşünerek, devleti kutsadığı için ulaşmıştı.

Bir insan, bildiğini düşündüğü şeyleri sorguladıkça, bilgisinin yetersiz olduğunu bizzat kendisi anlamaktadır. Sorgulayan bir insan, eğer kendi düşünce sisteminin mantıklı olduğuna karar verirse, fikrine olan güveni artar. Dolayısıyla, o konu hakkındaki bilgisinin yetersiz kaldığını görmesine rağmen, araştırmaya devam eder. Araştırmalarında, daha mantıklı bulduğu farklı fikirlere ulaşırsa, kendi düşüncesinden vazgeçer. Ama benzer fikre ulaşırsa, kendi fikrini, daha bir inançla savunmaya çalışır.

Kur’an’a baktığımızda, Yüce Yaradan’ın bizden istediklerinin başında, düşünmemiz ve akıl erdirmemiz gelmektedir. Düşünürken, kuşku duyarak sorgulamamızı öğütlemektedir. Hâtta, tek olan Tanrı, bizzat Kendisini de sorgulamamıza izin vermektedir. Bu durumu, Hz. İbrahim ile ilgili olarak bize anlattığı, aşağıdaki olaydan anlıyoruz.

Bakara Suresi 2/260: Bir zamanlar İbrahim de: “Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!” demişti. Allah: “İnanmadın mı ki?” buyurdu. İbrahim: “İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye istiyorum.” dedi. Allah buyurdu ki: “Öyle ise kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra (kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da onları çağır, koşa koşa sana gelecekler ve bil ki, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Ayetten anladığıma göre, tek olan Tanrı, bizim, Onu sorgulamamızdan rahatsız olmayıp, aksine irdeledikçe, kuşkularımızın yersizliğini anlayıp, kalbimizin yatışmasını istemektedir. Onu sorgulamamıza ses çıkarmamasının muhtemel nedeni, düşünerek sorgulayan bir insanın, Yüce Yaradan’a tam teslimiyet göstermesi ihtimalinin artması olabilir.

Bilhassa günümüzde, bilimin ulaştığı verilerin ışığında sorguladıkça, kendimizin, Yüce Yaradan karşısındaki acizliğimizi görmekteyiz. İnsanların en zekisi olduğunu düşündüğümüz kişilerin bile sahip oldukları bilginin, Allah’ın ilminin yanında bir hiç olduğunu anlamaktayız. Bu hakikatle en sık karşılaşanların, gerçek anlamda ilmi araştırmalar yapanların olması, tesadüf değildir. Yüce Yaradan, Kendisininkiyle kullarının arasındaki bu bilgi farkına, aşağıdaki ayetiyle dikkat çekmektedir.

Kehf Suresi 18/109: Deki: “Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, denizler muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile.”

Bu ayetten de anlaşıldığı üzere, bizim, insanlar olarak, kendi bilgimizi sorguladıkça, aslında Sokrates’in dediği gibi, bilmediğimizi anlıyoruz. Nitekim bilim de, sorgulama yöntemiyle ilerliyor. Bilim insanları, daha önce ulaşılan ve genel kabul gören bilgileri sorgulamasaydı, bilim gelişemezdi.

Bilimin ilerlemesinde sorgulamanın öneminin daha iyi anlaşılması açısından bir örnek verelim. Antik Helen düşünürü Aristo, bir cismin doğal durumunun hareketsizlik olduğunu ifade etmiştir. Ona göre, cisim, ancak ona bir kuvvet etki ettiğinde hareket eder. Diğer yandan, ağır bir cisim, yere doğru daha güçlü bir çekimi olacağı için, kendisinden hafif olan bir cisme kıyasla daha hızlı düşer. Bu kanaatte olan Aristo ve onu takip edenler, evrene hükmeden bütün kanunların saf düşünceyle kavranabileceğini savunmuştur. Bu nedenle, “yasaları, gözlemle ve deneyle kontrol etmeye gerek yoktur” inancındaydılar. Aristo ve takipçilerinin bu anlayışı, sorgulamayı bertaraf ettiği için –El Biruni gibi bazı Müslüman bilim insanının yaptıkları sorgulamalar hariç- Galileo’ya kadar aynen kabul edilmiştir.

Diğer yandan, günümüzdeki bilim insanları, bir dönem yumurtayı yemeyin demişlerdi. Bir sonraki dönemde fikir değiştirerek her gün yiyin dediler. Dolayısıyla kısa bir süre içerisinde birbiriyle çelişkili savunmalar yaptılar. Bu anlayışla, Kehf Suresinin yukarıda verdiğimiz 18/109uncu ayetinde tek olan Tanrı’nın bilgisiyle ilgili anlatılanları karşılaştırdığımızda, Yüce Yaradan’ın, yaratışındaki mükemmeliyete ve kurduğu muazzam düzene daha çok güvenmekteyiz.

Kur’an, bizden, tek olan Tanrı’ya, bir başka açıdan daha güvenmemizi istemektedir. Çok sayıda ayette, “Allah’ın sözünden dönmeyeceği” vurgulanır.

Şimdi, oturup bir düşünelim. Önce kendimizi sorgulayalım. Sonra çevremizdekiler hakkında düşünelim. Acaba, kendimiz dâhil olmak üzere, çevremizde, yaşamı boyunca verdiği hiçbir sözden dönmemek için, bahaneler üretmeye çalışmayan var mı? Cevabımız “yok” ise, gerçekte, tek güvenilir olanın, Yüce Yaradan olduğu kanaatine varırız. Her varlığın sahibi olan Tanrı’nın, verdiği sözü tutmamasını gerektirecek maddi ve manevi hiçbir menfaate ihtiyacının olmaması da, bizim bu kanaatimizin doğruluğunu ispatlamaktadır

Demek ki, Kur’an’ı yorumlama yöntemimizi, sorgulama üzerine kurmalıyız. Çevremizdeki her şey gibi, Kur’an’da bahsedilenleri de kuşku duyarak sorguladığımızda, tereddütsüz bir şekilde ve sadece Yüce Yaradan’a güvendiğimizi anlarız.

Yüce Yaradan’ın elçileri de, elbette güvenebileceğimiz insanlardır. Ancak, peygamberlerine olan güvenimiz, onların tek olan Tanrı’dan aldıkları vahyi, aynen ilettiklerine olan güven şeklinde olabilir. Yoksa onlar da, bizim gibi insan olduklarından, elçilerin hepsi de yüksek ahlâk sahibi olmalarına rağmen, dünyevi işlere ilgili söylediklerine tam olarak güvenemeyiz. Onların da hata yapabileceklerini, bizlere, bizzat Kur’an söylemektedir.

Peki, güveneceğimiz tek merci, Yüce Yaradan ise, Onun, cehennem ile cezalandırma sözüne mi, cennetle mükâfatlandırma vaadine mi daha çok yönelmeliyiz. Bu hususta, değişik bakış açılarına göre, farklı anlayışlar oluşmuştur. Yönetim kademesinde olanlarla, fakihler, yani hukukçuların çoğu, Allah’ın, cezalandırıcı vasfına güvenmeyi tercih etmişlerdir. Yönetim kademesindekilerin bu şekilde algılamaları normaldir Belki de hukukçular da, tek olan Tanrı’nın cezalandırıcı vasfını öne çıkararak, toplumu daha kolay kontrol edebilmeyi veya haksızlıkların ve zalimliklerin azalmasına vesile olacağını düşündükleri için bu fikri savunmuşlardır. Derviş yapısında olanlar ise, Yüce Yaradan’ın rahmetine güvenilmesi gerektiğini öne çıkarmışlardır.

Elbette, tek olan Tanrı’nın vaatlerinin hepsi de, en hak vaatlerdir. Dolayısıyla cehennem de, cennet de mutlaka gerçekleşecektir. Diğer taraftan, Allah’ın rahmeti, gazabından geniştir. Böyle olduğunu, bu sitede yayınladığımız, “Allah’ın Rahmeti, Gazabından Geniş Midir” başlıklı makalemizde, Kur’an ayetlerini inceleyerek irdelemiştik. Yüce Yaradan’ın rahmetinin her şeyi kuşattığını, bizzat Kendisi, Kur’an’ında bize bildirmektedir.

Kur’an’daki bu ve benzeri bilgiler ışığında konuya yaklaşırsak ve Yüce Yaradan’ın, kullarından hiçbir menfaatinin olamayacağı gerçeğine göre irdelersek, insanların, tek olan Tanrı’ya her yönden güvenmeleri, en mantıklı olandır. Ancak, insanların, mükâfat vaadine daha çok itibar ederek, cehenneme götürecek ortamlardan uzaklaşıp, cennetle mükâfatlandırılmak için gayret etmelerinin daha mantıklı olduğu kesindir. Çünkü cennette huzur içerisinde ve sonsuz denilebilecek bir süre yaşamayı istemeyen olacağı düşünülemez. Cennete giden her kişinin, böyle bir ortamı oluşturduğu için, tek olan Tanrı’ya, her an şükredeceğine kesin gözüyle bakılabilir.

Diğer yandan, daha çok kulunun cennetine girmesinin, Yüce Yaradan’ı daha çok memnun edeceği inancındayız. Bu inancımız, Kur’an ayetlerinden anladıklarımıza dayanmaktadır.

Allah’ım, kuşku duyarak sorguladıkça Sana daha çok güvendiğimizi görerek, Seni seven ve cennetine girebilmeye gayret eden kullarından olmamız için, bizlere zihin açıklığı ve irade gücü ver.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.