DOĞARKEN EŞİTİZ ORTAMLARIMIZ FARKLI 2
Şimdi de, ruhsal özelliklerimiz hususunu irdelemeye çalışalım.
Ruh konusunda bilgimiz çok yetersizdir. Dolayısıyla, bizim fikir yürütebileceğimiz husus, sahip olduğumuzu bildiğimiz duygularımız olacaktır.
Belli başlı duygularımızı; sevgi, kızgınlık, sabır, öfke, affetmek, kin, merhamet, nefret, utanma, kurnazlık, paylaşma, kıskançlık, sevinç, üzülme, sakinlik, acelecilik, korku, cesaret, iman, güven, inanma vb şeklinde sıralayabiliriz.
Bu duyguların, kendisinde olmadığını söyleyen bir kişi var mıdır? İster sakat doğmuş olsun, ister işitme ve görme engelli olsun her insanda, bu duygular vardır. Diğer yandan, bana şöyle bir duygu daha verilseydi diyebilir misiniz? Veya insanlara şu duygular verilmeseydi diye düşünenlerden, iyiler ile kötüler arasındaki farkların anlaşılması ve iyiler ile kötüler mücadelesinin anlamı açısından baktığımızda, mantıklı bir savunma yapabilenimiz var mı?
Diğer yandan, bir insanın merhametsizce davranması, onda merhamet duygusunun olmadığını göstermez. Yukarıda saydığımız ve yazmadığımız bütün duygular, her insanın içerisinde aynı anda mevcuttur. Tıpkı, her insanın içerisinde evliyalık ve eşkıyalık hissinin, aynı anda var olduğu gibi. Evliya gibi görülen bir insan, sakinlik duygusunu değil, öfkesini öne çıkarırsa, eşkıyaya dönüşebilir. Eşkıya olan bir insan, sadece bir olay karşısında, iman ve güven duygularını öne çıkararak evliyalığa dönebilir. Dolayısıyla merhametsizce davranan kişinin içerisinde de, merhamet duygusu vardır.
Her insanın yaşayarak şahit olduğu bu duygusal eşitlik konusunda, okuyucularımız bizim vereceğimizden daha çok örnekleri sıralayacaklardır. Bu nedenle doğarken, ruhsal özellikler olarak eşit doğduğumuz kesindir. Değişen şey, sonradan yaşadığımız ortamlara göre, bizim öne çıkardığımız özelliklerimizdir.
Bazen öne çıkardığımız özelliklerimiz bile, ortamına göre değişiklik göstermektedir. Aynı kişinin karıştığı aynı olay karşısında, bazen farklı tepkiler vermekteyiz. Sonradan düşündüğümüzde, bu farklı duygusal karşılığımıza kendimiz bile şaşırabilmekteyiz.
Tepkilerimizin farklı olmasının bir sebebi, o andaki duygusal halimizdir. Bir diğer sebebi, içinde bulunduğumuz topluluğun anlayışının bizi yönlendirmesidir. Bir başka nedeni de, düşünerek veya düşünmeden hareket etmemizdir. Bilhassa çocuklarda, tepkiler anında değişebilmekte ve ağlayan bir çocuk, bir söz veya olay üzerine hemen gülebilmektedir. Benzer durum, biz yetişkinlerde de görülebilmektedir.
Ruhsal özellikler olarak bahsedebileceğimiz bir diğer özelliğimiz hafızamız ve aklımızdır.
Günümüzdeki bilim insanları hafızamızın anne karnında iken başladığını söylemektedirler. Hattâ, çocuklarının bazı şeyleri daha erken öğrenebilmeleri için, annelere, karnındaki çocuğuyla konuşmaları, ona bazı müziklerin dinletilmesini tavsiye etmektedirler. Yapılan bu tavsiyelerin bir sebebi, çocuğun hafızasını geliştirmek içindir.
Günümüzde, hafızamızı güçlendirmek için çeşitli tavsiyeler yapılmaktadır. Bu öğütlerin kimisi, neleri yiyeceklerimizle ilgili, kimisi de, kullanılacak bazı teknik yöntemlerle ilgilidir. Ancak, günümüzde yapılan bu tavsiyelerden hiç haberi olmayan dedelerimiz ve nenelerimizin hafızalarının güçlülüğü, bizleri hep şaşırtmıştır.
Demek ki hafıza, doğuştan eşit olarak gelmektedir. Değişen şey, onu nasıl kullandığımızdır.
Aslında hafıza hususu, bütün özelliklerimizden önce gelir denilebilir. Bunu ancak, hafızasını kaybeden bir insan gördüğümüzde anlayabiliyoruz. Yıllar önce Türkiye’yi dolaşırken, sohbet ettiğim guruplarda, bu konuda söylediğim şey şöyleydi:
“Şu anda sahip olduğumuz kabiliyetlerimizle fazla övünerek kibirlenmeyelim. Bütün bunlar, bize Allah’ın verdiği özelliklerimizdir. Yüce Yaradan, sadece hafızamızı bütünüyle alsa, diğer kabiliyetlerimiz ne işe yarar” diye sorardım.
Yani, hafıza diye bir özeliğimiz olmasa, bilgimizi nerede saklayabilir ve nasıl artırabiliriz. Öğrendiğimizi kaydeden ve saklayan bu özelliğimiz olmasa, ne yemek yapabiliriz, ne şarkı söyleyebiliriz. Konuşma kabiliyetimiz varken, konuşacak konu bulamadığımız için susar kalırız. Refleks hareketlerin dışında hiçbir şey yapamayız.
Diğer özelliğimiz olan akıl hususuyla ilgili olarak bu sitede yayınladığımız bazı makalelerimizde fikirlerimizi beyan ettik. Bu sebeple burada akıl-zekâ arasındaki farklar gibi, anlatanların bile karıştırdığı hususlara girmeyeceğiz. Konuyu uzatmamak için, söyleyebileceğimiz tek şey, meşhur atasözüdür:
“Akıllar pazara çıkmış, herkes kendi aklını almış.”
Her insan, kendi aklını daha üstün görür. Elli yıl evli kalmış çiftlere soralım. Hangisi kendisinin değil de eşinin aklının daha üstün olduğunu söyler? Kendimizden pay biçelim. Biz, eşimizin aklını, bizimkinden daha fazla beğenir miyiz? Bizim yetiştirdiğimiz 18 yaşına gelmiş çocuklarımızdan, ebeveynlerinden herhangi birinin aklını, bunca yılın tecrübe farkı ortada iken bile, kendisininkinden daha çok beğenen bir genci gören, duyan var mıdır?
Bir ülkenin en ücra köşesinde yaşayan, günlük geçim derdindeki insanları gözlemleyelim. Bu kişilerden, bir profesörün veya devleti yöneten bir başbakanın, kendinden daha akıllı olduğunu, içten gelen bir şekilde, kabul eden var mıdır? Var olsa, neden ilkokulu ancak bitirmiş insanlar “ben onun gibi elli tane mühendisi cebimden çıkarırım” desinler. Veya her gün haberleri izlerken, “ben başbakanın yerinde olsam, şöyle yaparım” diye ahkâm kessinler?
Demek ki, akıllar da doğuştan eşittir. Değişen şey, onu hangi yönde kullandığımızdır.
Yukarıda verdiğimiz örnekler ve akıl yürütmelerden ulaşılacak sonuç, insanların doğarken, ruhsal özellikler açısından da eşit doğduklarıdır. Sizlerin de kendinizin vereceğiniz misaller ve fikir yürütmelerle aynı sonuca ulaşacağınıza inanıyorum. Farklılaşmaların, doğduğumuz ortamlardan ve bizim kendi kararlarımızdan kaynaklandığı açıktır.
Bazı insanlar zengin veya fakir olunmasını eşitsizlik olarak aktarırlar. Rızıkların eşit dağıtılmaması, bizim hiyerarşik bir yapı oluşturarak sosyal düzeni oluşturabilmemiz içindir. Bu konuda, bu sitede yayınladığımız, “İnsanları Tanrı Yaratmasaydı, Manevi Eşitlik Olur muydu”, gibi birçok yazımızda Kur’an’dan ayetlerle açıklamalar yapmıştık. Yine bu sitemizde yayınladığımız “Eşitsizlik Üzerine” başlıklı makalemizde ilgili bazı konuları irdelemiştik. Bahsettiğimiz yazımızda, insanların özellikleri arasında eşitsizlik olup olmadığı konusunu incelemiştik. Doğuştan gelen özelliklerin, sonraki ortamların etkisiyle ve kararlarımızda özgür olmamızın sonucunda farklılaşması olmasaydı, Yüce Yaradan’ın milyarlarca insan yaratmasının bir anlamının olmadığını ifade etmiştik.
İster zengin ister fakir olalım ve ten rengimiz ne olursa olsun, ölünce de eşitleniyoruz. Ölen kişinin kendisinin göremediği cenaze törenlerinin farklı olması, eşitsizliğin delili olamaz.
Kutsal kitaplara göre, ahiret hayatındaki yerimiz konusunda eşitliği bozan tek şey, bizi yaratan Tanrı’mızın gösterdiği yolda ne kadar yürüdüğümüzdür. Bu konudaki bazı fikirlerimizi bu sitede yayınladığımız, “Sosyal Konumumuzu Takva Değil, Servet Belirlerse” başlıklı makalemizde belirttik.
Yani, eşitliği bozan şey, Yüce Yaradan’ın bize verdiği yazılım ve donanımı kullanma kararlarımızdır. Özgürlüğümüzdür. Daha açık bir ifadeyle, eşitliği bozan biz insanlarız.