DOĞRU İMAN SÖZÜNÜN ANLAMI ÜZERİNE

DOĞRU İMAN SÖZÜNÜN ANLAMI ÜZERİNE

 

Dini açıdan iman söz konusu olduğunda, anlamı hakkında fikir beyan edebilmek için kutsal kitaplara bakmak gerektiği açıktır. Kutsal kitapların içerisinde değişmeden kalan tek kitap Kur’an olduğu hususunda genel bir kabul vardır. Bu nedenle biz de, yazımızın başlığı konusunda açıklayıcı olduğunu düşündüğümüz bir Kur’an ayetini aşağıda verelim:

Ali İmran Suresi 3/110uncu ayet: “Siz insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz. İyiliği emreder (öğütler), kötülükten vazgeçirmeye çalışır (men eder) ve Allah’a inanırsınız. Eğer kitap ehli de inanmış olsaydı, kendileri için iyi olurdu. Onlardan inananlar da var, ama çokları yoldan çıkmışlardır.”

Ayetin başlangıcındaki “siz” sözü, peygamberlerinin aktardığı vahiyleri dinleyen Hz. Muhammed’in sahabelerini tarif etmektedir. Ayetin devamında ise, bu ümmetin belirgin özelliklerini anlatmaktadır.

“Siz, insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz” ifadesi, bahsedilen bu topluluğun başlangıçta en hayırlı ümmet olmadıklarını vurgulamaktadır. Bilindiği gibi, Ali İmran Suresi iniş sırasına göre 89uncu ayettir. Yani zaman olarak, Hz. Muhammed’e peygamberliğin gelişinden itibaren bakıldığında, peygamberliğinin son çeyreğinde inmiştir.

Peki, bu sürede nasıl bir gelişme olmuştur ki, bu topluluk, Yüce Yaradan tarafından ve geçmiş ümmetler de dikkate alındığı halde, “en hayırlı” olma vasfına layık görülmüştür.

Bunun sebebini, ayetin devamındaki cümle bize açıklamaktadır: “İyiliği emreder, kötülükten sakındırır (vazgeçirmeye çalışır) ve Allah’a inanırsınız.”

Demek ki, Hz. Muhammed’in sahabelerinin (yol arkadaşlarının) oluşturduğu topluluk, kendilerini sürekli geliştirmişler. Sonunda, insanlara iyiliği emreder (öğütler) ve onları kötülükten men ederek sakındırır hale gelmişlerdir.

Cümlenin sonundaki Allah’a inanırsınız sözünü de irdelemekte fayda var. Takdir edileceği gibi, bu topluluğun üyelerinin hemen hepsi, başlangıçtan itibaren Allah’a inanıyorlardı. Dolayısıyla cümlenin sonundaki “Allah’a inanırsınız” sözünde, başka bir vurgulama olması ihtimali kuvvetlidir. Bu vurgu şöyle olabilir. Muhtemelen, Hz. Muhammed’in ümmeti, İslâm ile tanışmalarının başlarında, müşriklere karşı kendilerini koruyabilmenin gayretinde oldukları için, başka bir güce sahip olmadıklarını düşünüyorlardı. Ancak zaman ilerledikçe, güçleri arttıkça, insanlara iyiliği emredip (öğütleyip), onları kötülükten men ederek sakındırmaya başlamak gibi zor bir mücadeleye koyuldular. Bu davranışlarıyla, Yüce Yaradan’a olan inançlarının, kalplerinden gelen bir imandan kaynaklandığını göstermiş oldular. Hz. Muhammed ve arkadaşlarının yaptıkları bu mücadeleler neticesinde, imanları kalplerine yerleşerek iyice pekişti ve inançları sağlamlaştı. Böylece, tek olan Tanrı tarafından, en hayırlı ümmet vasfına layık görülmüş oldular.

Ayetteki bu net anlatımlara göre, günümüzde de, “insanlara iyiliği öğütleyip, kötülükten men ederek sakındıran” kişilerin oluşturduğu topluluğun, Yüce Yaradan tarafından, “en hayırlı ümmet” olma vasfına layık görüleceğine inanıyorum. Diğer yandan, ayetin anlatımının farklı bir yorumu şöyledir. Eskiden veya günümüzde, ayette bahsedildiği gibi davranmayanların, “Hz. Muhammed’in ümmetindeniz” deseler bile, Yüce Yaradan tarafından, “en hayırlı ümmet” nitelemesine layık olmaları ihtimali çok zayıftır.

Yazımızın başlığıyla ilgili olması dolayısıyla, ayetin devamını irdelemeye devam edelim. Ayetin devamında, kitap ehlinden bahsedilir. Bilindiği gibi, kitap ehli ifadesi Yahudileri ve Hıristiyanları nitelemektedir.

Ayette; “kitap ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için iyi olurdu” denilmesi anlamlıdır. Bilindiği gibi Yahudiler ve Hıristiyanlar da, Yüce Yaradan’ın gönderdiği peygamberlerin ümmetleridir. Yani aslında onlar da, inanmış kimseler sınıfına dâhildir. Ama ayette, “kitap ehli de inanmış olsaydı” ifadesi olduğuna göre, Kur’an’ın indiği dönemde, kitap ehli, Yüce Yaradan’a göre, “inanmış” olarak vasıflandırılmıyordu. Cümlenin sonundaki “kendileri için iyi olurdu” ifadesinden anlaşılan, eğer kitap ehli de, Hz. Muhammed’in o dönemdeki ümmetinin ulaştığı gibi inanmış olsalardı, yani, “iyiliği öğütleyip, kötülükten sakındırsalardı”, onlar da en hayırlı ümmet olabilirlerdi.

Konuyu, bir başka bakış açısıyla irdelersek, eğer kitap ehli, gerçek anlamda inanmış olsaydı, Yüce Yaradan yeni bir peygamber ve kitap göndermeyebilirdi diye düşünülebilir. Ama bu hususlarda karar, tamamen Yüce Yaradan’a aittir. Tek olan Tanrı, Kur’an’ında, rahmetini üzerine yazdığından bahsetmektedir. Dolayısıyla, belki de, Cennetine girecek insanların sayılarının artması için, yine de uyarıcılar gönderirdi.

Yukarıda verdiğimiz Ali İmran Suresinin 110nuncu ayetinin her bir cümlesi, bize ayrı bir yönden yol gösteriyor. Ayetin son cümlesine göre, kitap ehlinden inanalar da var, fakat çokları yoldan çıkmışlar. Yani kitap ehli içerisinde, insanlara iyiliği öğütleyip, kötülükten sakındıran kişiler de mevcut. Fakat çoğunluğu bunun tersini yapıyorlar. Dolayısıyla tersini yapanların, Yüce Yaradan nezdinde iyi bir gelecekleri görünmüyor. Hâlbuki kitap ehlinin de çoğunluğu inanmış olsalardı, ümmet olarak, tek olan Tanrı nezdinde, kendileri için iyi bir yere sahip olacaklardı.

Yazımızın başlığına dönersek, ayetlerden anlaşıldığına göre doğru iman, insanlara iyiliği emredip, onları kötülükten sakındıracak mücadeleleri yapacak derecede Yüce Yaradan’a inanmaktır. Yine ayete göre, doğru iman sahibi olmak da, kimsenin veya gurubun tekelinde değildir. Hattâ doğru iman, ayette adı geçen Hz. Muhammed’in ümmetinin de inhisarında değildir. Nitekim ayetin anlatımına göre, eğer kitap ehli de Hz. Muhammed ümmeti gibi davranmış olsalardı, onlar da doğru iman üzerine olmuş olacaklardı.

Dolayısıyla, her insan veya her gurup, doğru imana sahip olabilir. Yeter ki, insanlıkla yakından ilgilensinler. İnsanlara güzel örnek olsunlar. İnsanları iyiliğe yöneltsinler. İnsanların içerisinden kötülük yapacak olanları engellemeye çalışsınlar.

Nitekim aynı surenin devamındaki ayetlerde bu durum daha net bir şekilde açıklanır.

113: “Onların (Kitap ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta duran, secdeye kapanarak Allah’ın ayetlerini okuyan bir topluluk da vardır.”

114: “Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.”

Yukarıdaki 114üncü ayette, doğru iman edenlerin bir özelliğinden daha bahsediliyor. Bu güzel insanların, hayır işlerinde birbirleriyle yarıştıklarını söylüyor. Ayete göre, ayette bahsedilen bu üç vasfa sahip olan insanlar, 113üçüncü ayette bahsedilen kitap ehli gurubunun içerisindekilerden bir guruptur. Eğer çoğunluk böyle olsaydı, onlardan da “hayırlı ümmet” olarak bahsedilirdi.

Demek ki, doğru imana sahip olabilmek için, Hz. Muhammed’in ümmetinden biri olmak gerekmiyor. Başka ümmet mensuplarından da doğru imana sahip olunabilir.

Bir sonraki ayette, doğru iman sahiplerinin yaptıklarının karşılıksız kalmayacağı vurgulanıyor.

115: “Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir.”

Ayetin son cümlesinde Yüce Yaradan, Kendisine karşı gelmekten sakınan insanları bildiğini ifade ederken, muhtemelen bize başka bir mesaj vermek istiyor. Şöyle ki, tek olan Tanrı’ya inanan her kişi, insanların ne yaptıklarını ve ne düşündüklerini Allah’ın bildiğine inanır. Zaten Yüce Yaradan, surenin 110 ve 113üncü ayetlerinde, kitap ehlinin bir kısmının inandığını, çoğunun ise yanlış yolda olduğunu söylerken, her insanın yaptığını bildiğini bize göstermiş oluyor. Buna rağmen, 115inci ayetin sonunda “Allah, Kendisine karşı sakınanları bilir” demesinin muhtemel sebebi, “sakınanları siz bilemezsiniz, Ben bilirim” vurgusunu yapmaktır.

Yüce Yaradan’ın, bu vurguyu yapmasındaki maksadı ne olabilir? Amacın, elimize kendimizin oluşturduğu bir imanmetre alıp, insanların imanlarını, kendimize göre ve sadece dışarıdan bakarak ölçmeye kalkışmamızı engellemek istemesi olduğu kanaatindeyim. Belki de bu sebeple atalarımız, “paranın ve imanın kimde olduğu belli olmaz” demişlerdir.

Allah’ım, Senin nezdindeki en hayırlı topluluğun, hayırlı bir ferdi olabilmemiz için, bizlere, zihin açıklığı, irade gücü ve mücadele azmi ver.

Senin her şeye gücün yeter.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.