DÜŞÜNCE GELİŞTİRMENİN YÖNTEMLERİ ÜZERİNE 4

DÜŞÜNCE GELİŞTİRMENİN YÖNTEMLERİ ÜZERİNE 4

 

Hepimiz insanız. Bizler, aynı yapıda ve anlayışta olmamakla birlikte, birçok yönden birbirimize benzeriz. Örneğin, çoğu zaman, bir şeye inanıp, onun peşinden gitmek isteriz. Sahip olmak istediğimiz çoğu şeyde olduğu gibi, inancımız için de, alın teri dökmemiz gerektiğini düşünmeyiz. Makalemizin önceki bölümlerinde ilham konusunu irdelerken belirttiğimiz gibi, alın teri, ilhamdan önce gelir. Düşünmeye çalışmak ve araştırma yapmak, alın terinin bir göstergesidir.

Düşünüp araştırma yaparken, inanmak istediğimiz şey(ler)e başkalarının hücum etmesine izin vermeliyiz. İzin vermezsek, önyargılarımız oluşur. Bir süre sonra, gelişen olaylar beklediğimiz gibi gitmediğinde, dün inandığımız şey(ler)e bugün kendimiz itiraz eder duruma düşebiliriz.

Bu hususta verilebilecek en yaygın örnek, dini inanışlar konusunda olur. Önce, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Budist veya Hinduculuk anlayışında olan bir çevrede doğan bir insanın inancının sağlamlığını düşünelim. Bir de, bu inanışları, sonradan alın teri dökerek yaptığı araştırma ve irdelemelerin sonucunda, mevcut inanışını değiştirerek geçiş yapan bir kişinin inancının sağlamlığını ve gücünü düşünelim. Sizce hangisinin inancı daha sağlamdır? Doğduğu çevrenin inancını sorgulamadan sürdürenin mi, yoksa araştırarak farklı bir inanışa geçenin mi inancı daha sağlamdır?

Bizi tenkit edenlerin veya hasımlarımızın konuşmalarına izin vermeliyiz. Eğer onlar, papağan gibi aynı şeyleri söylerler ve fikirlerinin altını dolduramazlarsa, onlara itibar etmemeliyiz. Fakat mantıklı izahat yapanlara kulak vermeliyiz.

Sohbet ortamında, bize bazı konulardaki fikrini söyleyen insanlara, anlattıklarıyla ilgili sorular sormalıyız. Eğer sorduklarımıza “hap” gibi cevaplar verilirse, ikinci soru olarak, bu bize verdiği hap gibi cevaba gelirken kullandığı düşüncelerini ve ulaştığı gelişmelerini sormalıyız. Bu ikinci sorumuza verdiği cevaplarda, bize söylediği hap gibi fikrin zıddını veya bu fikre başkalarının yaptıkları itirazları anlatmasını beklemeliyiz. Eğer, bu fikre ulaşırken geçirdiği merhaleleri açıklamıyorsa, o kişinin söylediği “hap” gibi fikre itibar etmemeliyiz.

İnsanların çoğunluğu için, doğru zamanda doğru soruyu sormak, cevap vermekten daha zordur. Yanlış soru soran, yanlış cevap alır. Eğer biz, düşünmek ve düşünce geliştirmek istiyorsak, hem kendimize, hem de karşımızdaki insana sorular sormalıyız. Soru sorulmadan, sadece anlatılanlara dayanarak oluşan düşüncelerin zayıf kalacakları aşikârdır. Diğer yandan, cevabını öğrenmek istemediğiniz soruları sorarsak, inancımızın zayıflığı ortaya çıkabilir.

Doğru zamanda doğru soruyu sorabilmenin çok zor olduğunu hepimiz yaşadıklarımızdan dolayı takdir ederiz. Bu yeteneğe ulaşabilmek için bazı yöntemler deneyebiliriz. Öncelikle sıkça soru sormaktan çekinmemeliyiz. Sorularımız suçlayıcı değil, ayrıntıların açıklanmasına yönelik olmalıdır. Sorduğumuz soruları ve aldığımız cevapları, o ortamdan ayrıldıktan sonra da, kafamızda düşünerek kendimiz değerlendirmeye çalışmalıyız. Eğer, yanlış soru sorduğumuz kanaatine ulaşmışsak, doğru sorunun ne olabileceği üzerine, soruyu bulana kadar, düşünmeliyiz.

Ancak, soru soracağımız konular hakkında ne kadar çok bilgi ve tecrübe sahibi olursak, sorularımızda da o kadar başarılı olacağımız açıktır.

Düşünce geliştirmenin en zor olanı, çözüme ulaşmak için yapılacak düşünmelerdir. Bu zorluğu aşabilmek için, hayatımızın her alanında ve her anında, şikâyetçi değil, çözüm odaklı düşünmeyi alışkanlık haline getirmemiz çok faydalı olacaktır. Ayrıca, Einstein’ın dediği “delilik, aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar beklemektir” sözü uyarınca, kimi zaman, kökten farklı (radikal) fikirleri de kafamızda oluşturmaya çalışmalıyız. Ama icatlar konusu dışında, sosyal konularda, köktenciliğimizin de bir mantığı olması gerektiğini unutmamalıyız.

İnsanın yapısı üzerinde araştırma yapanların bir kısmı, şu ortak kanaate varmışlardır. İnsan, kabul ettiğini, tamamen kabul etmez, ama reddettiği her şeyi, gerçekten reddeder. İnsanların bu yapısını geçerli kabul ettiğimizi düşünelim. Bu durumda, bazı şeyleri kabul etmiş olan insanların, ileriki bir zamanda gelişen farklı olaylar sonrasında, bugün kabul ettiklerini sorgulayarak, kabullerini terk etmeleri ihtimali kuvvetlidir denilebilir.

Diğer yandan, reddettiklerini gerçekten reddetmeleri de, bize, fikrimizi açıklarken yol göstermelidir. Söyleyeceğimiz bir düşünceyi, karşımızdakinin reddetmemesi için dikkatli davranmalıyız. Düşüncemizi aktarırken, yukarıda bahsettiğimiz gibi, söylediğimiz fikirlere ulaşırken geçtiğimiz yolları da açıklamalıyız. Ayrıca, fikrimizi doğrudan anlatmak yerine, karşımızdakinin onaylayıcı cevap verme ihtimali yüksek sorular sorarak açıklamaya gayret etmeliyiz.

İnsan yapısıyla ilgili olarak söylenen bir başka önemli bir söz, “insan reddettiği nispette nefsine hâkim olur” şeklindedir. Ancak, inkâr ile reddetmeyi, birbirinden ayırmak gerekir. İnkâr etmek, düşünmekten kaçınanların seçeceği bir yoldur. Reddetmek ise, düşünmeye çalışanların seçtiği bir yoldur. Doğrudan inkâr edenlerle fikir teatisinde bulunulamaz.

İnsanları düşünmeye sevk edebilmek için, kurduğumuz cümlelerin yapıları da çok önemlidir. Çoğunluğun kulağına çalınmış, genel tasdik görmüş, sıradan kavramlarla kurduğumuz cümlelerin, insanları düşünmeye sevk etmesi ihtimali çok düşüktür. Farklı anlatımların, çok az duyulmuş veya duyulmamış yorumların, düşünmek isteyen insanları fikir yürütmeye sevk etme ihtimali kuvvetlidir. Kurduğumuz cümlelerin, insanların düşünmeleri hususuyla ilgili olarak, aşağıdaki farklı cümleleri örnek verebiliriz:

Eğer, “delilik, insanın aklını kaybetmesidir” dersek, herkes onaylar. Üzerinde hiçbir düşünce geliştirilmez.

Eğer, Einstein’ın ifadesiyle, “delilik, aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar beklemektir” dersek, bazı insanları, kısa süreliğine de olsa, düşünmeye sevk ederiz.

Eğer, İngiliz Gilbert Keith Chesterton’un tarifiyle “delilik, insanın, aklından başka her şeyini kaybetmesidir” dersek, düşünmek isteyen her insanın düşünmesine vesile oluruz.

Böyle bir cümleyi duyanlar, insanın aklından başka sahip olduğu özelliklerini düşünür. İnsandaki mukayese etme kabiliyetinin varlığını bulur. Vicdan denilen bir özelliğini görür ve irade sahibi olduğumuzu anlar. Sevgi ve merhamet duygularının farkına varır. Hattâ benim bu yazdıklarımdan çok daha fazla vasıfları fark eder. Sonra tekrar düşünür ve kendi kendisine sorar:

“Eğer aklını kaybeden insan deli ise, o zaman, aklı yerinde iken, mukayese etme ve sorgulama kabiliyetini kaybeden, vicdanını ve iradesini, sadece kendi menfaati ve hazlarının emrine vererek kaybetmiş sayılan insana ne demek gerekir?”

Veya;

“Muhakeme eden, sorgulayan, iradesini vicdanının doğrultusunda ortaya koyan insanı nasıl tarif etmek gerekir?”

Chesterton’un sözünü okuyan insanlar, bu ve benzeri sorular sorarak düşüncelerini geliştirirler.

Kur’an’da Yüce Yaradan, Hz. İbrahim aracılığıyla Kendisini sorgulatarak, bize yol gösteriyor. Yine Kur’an’da, “her şeyi zıddıyla yarattık” deniliyor.

O halde, düşünce üretirken, makalelerimizin başlangıcında ifade ettiğimiz gibi, konuları zıtlarıyla mukayese edersek daha sağlıklı fikirlere ulaşabiliriz. Ancak, Nietzche’nin yaptığı gibi, aykırı düşüneceğiz diyerek, düşünceyi ifrata vardırdıkça, yoldan sapıp kaybolma ihtimalimiz artar.

Tek olan Tanrı, yeryüzündeki ve evrendeki varlıkları, sadece zıtlarıyla değil, muadilleriyle de yaratmıştır. Bu sebeple, düşünce geliştirirken, konuları ve olayları sadece zıtlarıyla değil, muadilleriyle de karşılaştırmamızda fayda vardır.

Yeryüzü insanları olarak, buluşlara ve icatlara her zaman ihtiyacımız vardır. Buluşlar ve icatlar da, düşünce geliştirildikçe oluşurlar. Ancak asıl ihtiyacımız, hem bu buluşların ve icatların, hem de kuralların ve insanlar arası ilişkilerin, insanın şahsına değil, insanlığın güzel geleceğine hizmet etmesi yönünde düşünce geliştirmemizdir.

İnsanlığın güzel geleceğiyle ilgili olarak faydalı düşünceler geliştirebilmemiz için, her şeyden önce, sakin bir halde iken fikir üretmeliyiz. Öfkeli iken, kızgınken, nefret duygularımızın etkisindeyken, bazılarına kinlenmişken fikir geliştirmeye kalkışırsak, çok yanlış olur. Sonradan pişman olacağımız düşünceler bizi esir ederler.

Allah’ım, insanlığın güzel geleceğiyle ilgili düşünce geliştirebilmemiz için; lütfunla, zihin açıklığımızı, sorgulama yeteneğimizi ve irade gücümüzü artır, bizlere sakinlik ver.

Bu yazı YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.