KUTADGUBİLİGDE TANRI DİN VE İNSAN İLİŞKİLERİ

KUTADGUBİLİGDE TANRI DİN VE İNSAN İLİŞKİLERİ

 

Yusuf Has Hacib’e göre Tanrı, yasalarını koyar, istediğinde onları ortadan kaldırır. Her yaratılan O’na muhtaçtır. O, muhtaç değildir.

Yusuf, Tanrı’yı kavrayacak aklın ve gönlün olmadığı kanaatindedir.

Bu tespitin doğruluğunu, başka bir açıdan bakarak kabul edenlerden birisi de, Einstein’dır. Kendisiyle yapılan söyleşilerde Einstein,  “evrenin var olma nedeni nedir?” diye kendisine sürekli sorduğunu söyler. Bütün insanlara da şu tavsiyeyi yapar: “Hepimiz, bizlerin ve kâinatın neden var olduğu sorusuna ilişkin tartışmaya katılmalıyız. Bu sorunun cevabını bulacak olursak, bu durum insan aklının en büyük zaferi olacaktır. Çünkü o zaman Tanrı’nın aklının ne olduğunu öğrenebiliriz.”

Görüldüğü gibi, Einstein, Tanrı’yı kavramayı bile düşünememektedir. Onun istediği, bütün insanların birleşerek, Tanrı’nın bizleri ve kâinatı yaratmasındaki mantığının ne olduğunu tartışmalarıdır. Demek ki, Yusuf’un “Tanrı’yı kavrayacak akıl ve gönül yoktur” sözü gerçeği ifade etmektedir.

Yusuf, dinin, insanın kurtuluşunu değil, toplumun huzurunu esas aldığını düşünür. Bu anlayışta olduğu, eserindeki karakterlerden olan ve şehir dışında inzivaya çekilerek züht hayatı yaşamaya başlayan Odgurmuş’a verdiği cevaplardan anlaşılmaktadır. Yusuf’a göre namaz ve oruç, insanın kendi yararınadır. Bu sebeple, sadece ibadeti hedefleyen ve düşünen insan, bencildir. Görüldüğü gibi, bu tespit nettir. Bugüne kadar okuduğum eserlerde, ibadet hususunda böylesine keskin bir ifadeye rastlamadığımı hatırlamıyorum.

Yusuf Has Hacib, “Kul, Allah’ı sadece ibadet ile bulamaz. Kulun yolu çok incedir. Kim bilir, kaç bin kul, yalnız ibadet ile meşgul oldu ve tam ölecekleri zaman dalalete düştü. Kim bilir, kaç bin asi ve günahkâr kul da, son nefesinde doğru yolu buldu.” diyerek, yol göstermeye çalışır. Ona göre, “insan gerçek ibadetin ne olduğunu bilemezse, yaptıklarının hangisinin ibadet olduğunu anlayamaz.”

Diğer yandan, Yusuf’ namaz ve oruç gibi ibadetlerin yapılmasını da gerekli görerek şöyle demektedir: “İbadet yap, fakat insanlar görmesin.” Yusuf’un bu konudaki dizeleri şöyledir: “Gerçek insan, başkalarının yanında kendisini gizlemiş, yüz yıl ibadet kılmış ve bunu da azımsamış.”

Ancak Yusuf, ibadetle ilgili bu fikri hakkında yanlış anlaşılmalara meydan vermek istemez. Bu sebeple, ibadet için yerleşim yerinin uzağında uzlete çekilen Odgurmuş’a, vezir tiplemesindeki Ögdülmüş aracılığıyla şöyle tavsiyeler yapar:

“Eğer ibadet için oraya (dağa) gittinse, ibadeti şehirde kıl, din yolu budur. İyice düşünürsen, Allah’ın büyük emirlerini yerine getirme fırsatı, oraya nispetle burada daha çoktur. Buraya gel, köy veya şehirde ibadet et; sana her türlü iyilik kapıları açılsın. Halka faydalı ol, muhtaçlara yardım et; akrabalarına yakınlık göster, bağlarını aç. Bak burada birçok yetim, aciz, kör, kötürüm ve topal vardır. Helâl dünyalık kazan ve fakirlere dağıt; insanlara yardım et, onlara güler yüzlü davran. Bu sayılan hizmetler birer ibadettir; bunları yerine getiren herkes müsterih olur.”

Görüldüğü üzere, nefis terbiyesinin inzivaya çekilerek değil, köy veya şehirde yapılmasını önemsemektedir. Yusuf, nefsini terbiye etmek için, bir şeyhe yahut da bir tarikata bağlanılmasını uygun görmemektedir. Bu fikrini destekleyen en önemli amil, eserindeki Odgurmuş tiplemesidir. Bilindiği üzere Odgurmuş, dağda inzivaya çekilerek, bir şeyhin veya bir tarikatın gözetimi ve denetimi olmadan, sadece kendi gayretleriyle halvet olmaya çalışmaktadır.

Yukarıda bahsettiğimiz, “yüz yıl ibadet kılmış ve bunu da azımsamış” sözüne bakarak oluşacak yanlış anlaşılmaları böylece kıran Yusuf Has Hacib, uzlete çekilip züht hayatı yaşamayı da, kolaya kaçmak olarak görmektedir.

Yusuf, ibadeti tavsiye etmesinin sebebinin, “insanda heves ve nefis canlanırsa, ibadetlerin ihmal edilmesine, şehirde ibadet yapılmasının ise, nefsin terbiyesine vesile olduğu” inancındadır.

Yusuf, namazların, cemaatle birlikte kılınmasını yeğler. Böylece, dinin, insanları birbirine yaklaştırmasını hedefler. Bilhassa Cuma namazına, çok önem verir. Ona göre, Cuma Namazı, fakirlerin haccıdır.

Yusuf diğer taraftan da, medeniyetin kaçınılmaz bir sonucu olan hadariliğin (şehirliliğin) zararlı yönleri olduğunu düşünmektedir. Bu zararları azaltabilmek için, insanlardaki köylü hasletlerini muhafaza edebilmeye gayret edilmesini ister. Bunun için de, tasavvufa dayalı bir hayat tarzını faydalı görür.

Tasavvuf anlayışının ne olduğunu da, aşağıdaki dizelerinden anlıyoruz.

“Her iki dünyayı da Tanrı yarattı. Cennet ve Cehennemi de Tanrı yarattı. Verdiği iki gözün biri Cennete, diğeri Cehenneme bakmalı. Verdiği iki elin biri dünya için, diğeri ahiret için çalışmalı.”

“Bütün dünya halkı, kasaba ve kentleri bırakarak dağlara göç edip, inzivaya çekilmiş olsaydı, dünya bozulur, her taraf boş kalır ve insanlığın nesli kesilmiş olurdu.”

Görüldüğü gibi, Yusuf Has Hacib’in tasavvuf anlayışı, inzivaya çekilip, sadece ahireti hedefleyen züht anlayışı değildir. İki elin biri bu dünya için, diğeri ahiret için çalışmalıdır.

Yusuf, kendi nefsinin peşinde gidene itaat edilmemesini arzuladığını şöyle ifade ederek anlatır: “Kişinin nefsi, kendisine itaat etmiyorsa, başkasının itaat etmesi gerekmez.”

Yusuf’a göre insan; ifrat ve tefrite kaçmadan, orta yolda olmalı. Allah’tan umudunu kesmeden, ancak, ondan korkarak yaşamalıdır.

Yusuf’un din anlayışında, kibre yer yoktur. Nitekim kendisi için yaptığı duada, “günahkâr, muhtaç, yolunu kaybetmiş bir kul olarak” Tanrı’dan af dilemektedir. Hâlbuki yazdığı eserin kalitesi tartışılmazdır. Belli bir vezne tabi olarak, duyguların ve fikirlerin şiirsel bir tarzda ve Türkçenin o günkü kelimeleriyle ortaya konulmasının zorluğu açıktır.

Diğer yandan Yusuf Has Hacib’in kaygısı, insanı cehenneme göndererek cezalandırmak değil, iki dünyada da mesut olmasını sağlamaktır.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Yusuf’a göre ibadetler, kişinin kendisi içindir. Tanrı, kimsenin ibadetine muhtaç değildir. Bu sebeple, sadece ibadete güvenerek Tanrı’yı memnun etmek yerine, halka karşı sorumlulukları yerine getirerek Tanrı’yı memnun etmek gerekir.

Yusuf, halkı memnun etmeye çok önem verir. Yusuf’a göre, halka karşı görevini yapmayanlardan, Tanrı, bunun hesabını soracaktır. Bu hesabın da, en çok halkın önündeki yönetici olan Bey’den sorulacağını düşünerek şöyle der:

“Halkın yükünü yüklendiğinden, bir kişinin bile aç kalması durumunda, bey, Tanrı’ya hesap verecektir.”

Erlerin eri odur ki, her şeye muktedirdir fakat yapmaya gelince, nefsine karşı mukavemet eder.

Yine bu erden daha iyi erkek odur ki, bir arzusuna eriştiği halde, kendisine derhal hâkim olur.”

Yusuf Has Hacib, dünya malını tümüyle kötülemeye karşıdır. Bu durumu şu dizeleriyle anlatır:

“Bu dünya malını tümüyle kötülemek doğru değildir. Bu malı kazanmak ve kazandıktan sonra, hayırlı işlerde harcamak ve yoksullara dağıtmak yoluyla halk sevindirilebilir.

İnsanın iyilik yapması için, biraz da malı ve mülkü olması gerekir. Harcayacak malı olmazsa, hangi iyiliğe el atabilir?”

Yusuf, dünya malına karşı çıkmazken, malın helâlinden elde edilmesini düşündüğü kanaatindeyiz. Yukarıdaki dizelerdeki “bu malı kazanmak” ifadesi, havadan elde edilmemesini çağrıştırmaktadır. Ayrıca, “biraz da malı ve mülkü olması gerekir” ifadesi, çok zenginliği değil, insanlara iyilik edilebilecek kadar mal ve mülkü tarif etmektedir. Dolayısıyla bu ifadelerin, kazancın helâl olması gerektiğini anlattığı inancındayız.

Zaten makalemizin başlarında Ögdülmüş’ün, Odgurmuş’a ibadetlerini şehirde yapmasını tavsiye ettiği bölümde, bu konuda net ifade kullanmıştır: “…Helâl dünyalık kazan ve fakirlere dağıt; insanlara yardım et, onlara güler yüzlü davran.”

Yusuf Has Hacib, “günahım çok diyerek, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeli” dedikten sonra şöyle tavsiyede bulunmaktadır: “İnsan, Allah’ın emirlerini üstün, kendisini değersiz kılmalıdır. Böylece sonunda değer kazanır.”

Yukarıda Yusuf’un fikirlerini kendi ifadeleriyle aktarmaya çalıştık. Yazımızın sonundaki hülâsa olarak, bu sitede yayınladığımız bazı yazılarımızda, Yusuf Has Hacib’in ne anlatmak istediği hususunda yaptığımız genel tespiti burada tekrarlayalım.

“Ahireti kazanmak için bir lokma bir hırka anlayışıyla yaşayabilirsin. Ancak; mal, mülk ve makam sahibi olup, bu güçlerini halka hizmette adaletli bir şekilde kullanırsan, işte bu iki dünya mutluluğudur.”

Bu yazı YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.