KADİR GECESİNİN ANLAMI ÜZERİNE

KADİR GECESİNİN ANLAMI ÜZERİNE

 

Uzun yıllar önce, kendi kendime aldığım notlarımda, Kadir Gecesinin, Ramazan ayında olması diye bir şart olmadığını belirtmiştim. Yılın herhangi bir gününün gecesinin, Kadir Gecesi olabileceği inancındaydım.

Böyle düşünmemin sebebi, Kadir Gecesiyle ilgili olarak gerek âlimlerin, gerekse hocaların yaptıkları yorumlara gösterdiğim tepki idi. Önce surenin ayetlerine bakalım:

Kadir Suresinde 97/3üncü ayetinde bahsedildiğine göre Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. 4üncü ayete göre, O gece melekler ve Ruh, Rabbinin izniyle her iş için yeryüzüne inerler. 5inci ayetinde bahsedilen de, tan yeri ağarıncaya kadar esenliktir.

Yapılan yorumların hemen hepsi, şu mantıkla yapılmıştı. Ayetteki “o gecenin bin aydan hayırlı olduğu” ifadesini, o gece yapılacak duaların, bin ayımızın affedilmesine vesile olacağı şeklinde yorumluyorlardı. En azından, halkta böyle bir algı oluşturuluyordu. Beşinci ayetteki, “tan yeri ağarıncaya kadar esenlik” sözü, selâmete çıkma, affedilme olarak görülüyordu. Bin ay, yaşamımızda çocukluğumuzdan sonraki kalan süre dikkate alındığında, bir insan ömründen uzun olduğuna göre, sadece bir gecede yapılan dualarla, bütün ömrümüzü kurtarmış oluyorduk. Hattâ, İmam Gazali gibi âlimler bununla da yetinmemişlerdi. O ve onu takip edenler, herhangi bir günün herhangi iki namazı arasında veya belli saatlerde yapılacak bazı dualarla, o sıralarda yaşadığımız sıkıntılardan kurtulacağımızı, şu kadar sayıda sevap kazanacağımızı veya nimetlere gark olacağımızı söylüyorlardı. Evimizde iken yaptığımız bu dualar bu kadar çok işe yaradığına göre, eski dönemde meşakkatli bir seyahat sonrasında ulaşılan hac ziyaretinde yapılan duaların, bizi annemizden doğduğumuz gibi günahsız yapması kaçınılmazdı.

Bu kolaycı anlayış, benim İslâmiyet’ten anladığımla uyuşmuyordu. Bir insan, her türlü zalimliği ve soysuzluğu yaptıktan sonra, sadece bir gecenin bir anında yapacağı bir dua ile affedilmesi, bana mantıklı gelmiyordu. Elbette, rahmeti en geniş olan Allah, her istediğini yapardı. Ama bir eksiklik hissediyor, fakat ne olduğunu bulamıyordum.

Ben de, çıkış yolu olarak, Kadir Gecesinin hangi gece olduğunun belli olmaması gerektiği üzerine yoğunlaştım. Bu gecenin, Ramazan ayının içerisinde bile olmayabileceği, yılın herhangi bir gecesi olabileceği fikrine ulaştım. Bu fikrimi güçlendirmek için, Kur’an’da bu hususun bahsedildiği Bakara Suresi 2/185inci ayeti kendimce yorumlamaya çalıştım.

Ayeti yorumlayanların hemen hepsi, Kur’an’ın Ramazan ayında indirildiğini yazıyordu. Ben de, kendi fikrime destek bulabilmek için, ayette geçen “unzile” yani ”indirildi” sözünün, “bahsedildi” veya “anlatıldı” anlamında olduğunu düşündüm. Böyle düşününce, ayetin yorumunu şöyle yaptım: “O Ramazan ayı ki, insanları irşat için, hak ve batılı ayıran, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kur’an’da bahsedildi…”

Bu yorumuma göre Kadir gecesi, yıl içerisinde herhangi bir gece olabilmişti. Dolayısıyla, günahlarımızın affedilebilmesi için, her günümüzü Kadir Gecesi imiş gibi geçirmemiz gerekiyordu. Böylece, İslâmiyet’teki, güzelliklerin devamlılığı kuralına da uyulmuş olunuyordu. Halk arasında söylenen “Her geceyi Kadir, her geleni Hızır bil” sözü de, benim ulaştığım yorumu destekliyordu.

Biraz rahatlamama rağmen, yaptığım yorumla ilgili olarak, içimin bir yerinde, Kur’an’ı, kendi anlayışıma uydurmaya çalışmamdan doğan bir burukluk vardı. Aradan geçen birkaç yıl boyunca bu burukluk devam edince, Kur’an’ı tekrar incelemeye başladım. Ama bu defa, doğrudan Kadir Gecesinin bahsedildiği ayetleri değil, bu konuyla dolaylı olarak bağlantı kurulabilecek başka ayetleri bulmaya çalıştım.

İsra Suresi 17/8: “Olur ki, Rabbiniz size merhamet eder. Ama siz tekrar dönerseniz, Biz de döneriz. Cehennemi, kâfirler için kuşatıcı bir zindan yaptık.”

Benzer ifadeler, Enfal Suresi 8/19’da, fetih istedikleri için fetih verilen Müslümanlar için de, “siz dönerseniz, Biz de döneriz” şeklinde söyleniyordu.

Bu ayetleri görünce şöyle düşündüm. Demek ki, merhameti en geniş olan Yüce Yaradan, bizi istediği an affedebilirdi. Ama bizi bağışlarken, bizden beklediği de vardı. Bizden, aynı hatayı tekrar yapmamamızı bekliyordu. Eğer biz af diledikten sonra, dönüp aynı yanlışları veya benzerlerini tekrar yaparsak, bizi yaratan Tanrı da, döneceğini ve bizi cehennemine atacağını söylüyordu.

Bu ayetlerle Kadir Suresinin yorumlarını birleştirince, şu fikre ulaştım. Yüce Yaradan,  Kadir Gecesi yaptığımız dualardan dolayı –tıpkı başka zamanlarda yaptığımız dualarımızın bazılarına icabet ederek yaptığı gibi- bizi affedebilirdi. Ama affettikleri, bizim geçmişimizdi. Gelecekte, eğer biz yine aynı yanlışları yaparsak, Tanrı’mız, bizi affetmeyi durdurup, belki de, geçmiş günahlarımızı da hesaba katarak, bizi cehennemine atacaktı.

Kur’an’ı incelemem devam ederken, Kadir Gecesiyle, yukarıdaki ayetlere göre daha çok bağlantılı olan Nasr Suresini gördüm. Bu surenin, Kur’an’ın en son inenlerinden olduğuna, İslâm âlimleri hemfikirdir.

110/1. Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde,

  1. Ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde,
  2. Rabbini överek tespih et, O’ndan bağışlanmanı dile, çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.

Sureden anlaşılacağı üzere, hitap edilen kişi, peygamber olan Hz. Muhammed’dir. Şimdi düşünelim. Hz. Muhammed’in, kendisine vahyin geldiği ilk geceyi hatırlamaması mümkün müdür? Vahiy gelince korkarak evine geldiği ve yatağa yatıp, yorganını üzerine sıkıca örttüğü Kur’an’da bahsedilen bu insan ve evdeki hanımı, o geceyi hatırlamazlar mı? Diyelim ki heyecandan tam gününü bilemediler. Fakat en azından, birkaç gün farkla bilmemeleri imkânsızdır.

Kur’an’ın vahiy yoluyla inmeye başladığı günü, en azından, üç aşağı beş yukarı bilen Hz. Peygamberin, Kadir Suresi inince ne yapması beklenir? Elbette, hemen o günlerde dua ederek günahlarının affedilmesini talep etmesi en beklenilen davranıştır.

Diğer yandan, İsra Suresi 17/79’uncu ayetle, gece namazı Hz. Peygambere farz kılınmıştır. Hz. Muhammed de bu emre uyarak, her gece uykusundan kalkıp, namazını eda etmiştir.

Şimdi tekrar düşünelim. Hz. Peygamber, vahyi almaya başladığı, yani Kur’an’ın inmeye başladığı günü hatırlamasa bile, her gece kalkıp dua etmektedir. Dolayısıyla bu gecelerden birisi, mutlaka Kadir Gecesine denk gelmiş olacaktır. Diğer geceler yaptığı dualar kabul edilmemiş olsa bile, Kadir Gecesi yapacağı dua –hocaların anlatımlarına göre- kabul edilmiş olacağı için, 84 yıllık bir ömrün günahlarının affedilmesi beklenir.

Ama Nasr Suresi 3üncü ayetinde “Allah’tan bağışlanmanı dile” denildiğine göre, durum öyle değil demektir. Hattâ, İsra Suresi 79uncu ayete göre her gece namaz kılıp dua etmesine rağmen, ömrünün son döneminde, affedilmesi için yalvarmasının istendiği Nasr Suresi inmiştir. Demek ki, sadece Kadir Gecesinde yapılan değil, diğer gecelerde yapılan duaların da, Hz. Muhammed’in geleceğini kurtarmadığı açıktır. Affedilenler olduysa bile, geçmiştekiler olduğu anlaşılmaktadır.

Daha sonra, yukarıda bahsettiğim ayetlerin hepsini birden değerlendirmeye çalıştım. Bu irdelemelerimin sonrasında vardığım sonuç şöyleydi. Bin aydan daha hayırlı olduğu ifade edildiği için mübarek kabul edilen Kadir Gecesi, bu özelliğini, Kur’an’ın, o gece inmeye başlamasından almıştı. Demek ki, mübarek olan ve bin aydan hayırlı olan Kur’an’ın kendisiydi. Kadir Suresinde anlatılmak istenilen, bizim Kur’an’a uygun bir şekilde yaşamamız idi. Asıl olan gece değil, asıl olan, o geceyi şereflendiren Kur’an idi.

Zaten, ay takvimi ile güneş takviminin farkları dikkate alındığında, Kur’an’ın ilk inmeye başladığı tarihten günümüze kadar, yılın her gecesi, Kadir Gecesi olma şerefine erişmişti. Diyelim ki, Kadir Gecesinin tarihi Kur’an’da bildirildi. Ramazan ayının falan günü denildi. Yine de, ay ve güneş takvimi farkından dolayı, bizim bu yıl kutladığımız gece ile önceki yıllarda kutladığımız geceler, farklı tarihlerdeki geceler olacaktı. Dolayısıyla, geceleri şereflendirenin, Kur’an olduğu kesin idi.

Belki de atalarımız bu gerçeği anladıkları için, “her geceyi Kadir, her geleni Hızır bil” demişlerdi. Böylece geceleri şükür ve dualarımızla, gündüzleri de yaptığımız iyiliklerle, hayır ve hasenatlar ile geçeceğinden, Kur’an’a uygun yaşamış olacaktık.

Belki de bizler, kendi menfaatlerimizden başka bir şeyi pek düşünemediğimizden, kurtuluşu böyle gecelerde aramıştık. Kadir Gecesinin Kur’an’da net belli olmaması sebebiyle de, kendimize yeni geceler bulmuş ve onları kutlamaya başlamıştık.

Eğer, kutlamalar yaparken hedefimiz, büyüklerimizi, eşimizi, dostumuzu ziyaret ederek veya arayarak hatırlarını sormak ise, güzel bir gelenek olarak görülebilir. Ama eğer kutlamalarımızdaki hedefimiz, yaptığımız her türlü yanlışı bilen Yüce Yaradan’ın, bizleri affetmesini beklemek ise yanlıştayız demektir. Çünkü böyle düşününce, hem bu dünyada, istediğimiz gibi kendi arzularımız doğrultusunda yaşamayı, hem de ahirette cennette yaşamayı amaçlamış oluyoruz. Dolayısıyla, Kur’an’ın emir ve yasaklarına uygun yaşamak zorunda kalmadan, sadece kandil gecelerinde dua ederek, cennete gidecektik.

Hâlbuki böyle bir anlayış, Kur’an’a tamamen zıttır. Bakara Suresi 82inci ayette bahsedildiği gibi, Yüce Yaradan, bizden hem inanmamızı, hem de salih amel işlememizi istemektedir. Bunlardan birisi eksik olursa, hiçbir işe yaramamaktadır. Tek olan Tanrı’ya inanmadan ve Onu inkâr ederek güzel işler yapmamızın bir anlamı olmadığı gibi, inandığımızı söylememize rağmen, güzel işler yapamazsak, yine bir anlamı olmamaktadır. Bu dünyada huzurlu yaşamayı, ahiret hayatında da cennette yaşamayı arzu ediyorsak, hem iman etmeli, hem de güzel işler yapmalıyız.

O halde, atalarımızın “her geceyi Kadir bil, her geleni Hızır bil” deyişini unutmadan, iman ile ameli birlikte götürmeye gayret etmeliyiz. Her an –mümkün olduğu kadar- böyle davrandığımızda, yapacağımız duaların kabul edilmeye başlandığını yaşayarak görmemiz ihtimali artacaktır.

Ama unutmayalım ki, gelecek günahlarımızın affı diye bir anlayış, Kur’an’ın özüne uygun değildir. Affedilenler olduysa, bunlar geçmiş hatalarımızdır.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.