SİLAH SANAYİ YATIRIMLARININ SAVAŞLARA KATKISI

SİLAH SANAYİ YATIRIMLARININ SAVAŞLARA KATKISI

 

Bu hususla ilgili olarak yayınladığımız “Silah Sanayisinin Kalkınmaya Etkisi” başlıklı makalemizde, konuyu ekonomik açılardan irdelemeye çalışmıştık. Bu yazımızda doğrudan, savaşların sonuçları hususunu inceleyeceğiz.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde silah sanayine yatırım yapan ülkelerin sayısı çok sınırlı idi. Bunlar; İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya gibi ülkelerdi. ABD ise, silah sanayi yatırımında, bu ülkelere göre çok gerilerde idi. Bu özelliğinden dolayı, 1880’lerde ekonomik olarak İngiltere’nin çok gerisinde iken, 1919 yılında İngiltere’yi geçtiler. Büyük Savaş öncesinde, Japonya da silah sanayine yatırım yapmıştı. Ama onların da şansı –tıpkı ABD’nin olduğu gibi- savaşın kendi bölgelerinden çok uzakta ve büyük güçler arasında olmasıydı. Dolayısıyla kendileri hiç saldırıya uğramadılar. Aksine, savaş öncesinde İngiltere ile müttefik olmanın avantajlarını kullandılar. Sonunda, büyük borçlarla girdikleri bu savaş ortamdan, borç verecek hale gelerek çıktılar. Yani, savaşın uzakta olması ve diğer etkenler, Japonya için şans oluşturdu.

Silah sanayine yatırım yapan İngiltere, Almanya, Fransa ise doğrudan katılarak birbirleriyle yaptıkları bu savaştan, büyük ekonomik kayıplarla güçsüz düşerek çıktılar. Rusya ise iç çatışmalar da yaşadığından, tabiri caizse, perişan bir vaziyette çıktı. Birinci Dünya Savaşı, doğrudan savaşanların kaybettiği, dolaylı karışanların kazandığı bir harp özelliğindedir.

Bu durumdan ders almayan Avrupalı aynı ülkeler ve onlara katılan Japonya, silah sanayi yatırımlarına hız verdiler. Fakat hepsi de, İkinci Dünya Savaşından çok daha büyük yaralar alarak çıktılar. Tarih tekerrür etti. Tıpkı Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi zararla oturdular. Eğer, savaşın son dönemlerinde ABD’nin yardımları olmasaydı, silah sanayine yaptıkları yatırımların bir faydası olmamıştı. Silah sanayi yatırımları, sadece birbirlerine kafa tutmaya yaramıştı. Sonuçta zararı, hem yöneticiler hem de halk çekti.

ABD, 1941 Aralık ayında savaşa girdiği zaman, silah sanayi üretimi diğer güçlere göre çok düşük kapasitedeydi. Dolayısıyla, geri dönüşü olan alanlara yatırım yaparak ekonomik olarak gelişmelerini sürdürdükleri için, dünyanın en büyük ekonomisi oldular. Hattâ açık ara ile dünyanın ekonomik liderliğini yapıyorlardı. Eğer bu savaşa Avrupalılar katılmasa ve ABD kendi başına ve diyelim ki, sadece Japonya veya Güney Amerika devletleriyle savaşsaydı, ABD’nin silah sanayi yatırımlarının da bir işe yaramaması ihtimali kuvvetliydi. Nitekim savaşı bitiren hamle, atom bombasının ilk defa kullanılmasıydı.

Bu savaştan sonra ise, ders almama hasleti, sanki bulaşıcı bir hastalık gibi bütün dünyayı sardı. Büyük-küçük demeden ülkeler silahlanma yarışına katıldılar. Böyle olmasında, NATO ve Varşova Paktı’nın etkileri oldu. Doğrudan savaşlar olmayınca, kurdukları silah sanayilerinin işe yaramaz duruma düşmeleri büyük ülkeleri yeni bir arayışa yönlendirdi. Adını “soğuk savaş” koydukları bir ortamı oluşturan büyük ülkelerin, küçükleri silah almaya ikna etmeleri büyüklerin ekonomik gelişmelerine geçici olarak olumlu yansıdı. Ama bu sırada kendileri de silah sanayine yatırım yapmaya devam ettikleri için, büyükler de bu durumdan yeterince faydalanamadılar.

ABD, Reagan döneminde Rusya’ya karşı “Yıldızlar Savaşı” denilen bir proje başlattı. Maksat, Rusya’nın gereksiz alanlara yatırım yapmasını sağlayarak ekonomisini çökertmekti. Sonunda başardılar. Rusya, Gorbaçov döneminde ekonomik olarak bitmekte olduğunu ilan etti. Ama gereksiz yatırımlarla yarışılan bu ortamdan ABD de kötü etkilendi. Ekonomisi sıkıntıya girdi. 1987’de Reagan ihracatı artırmak için doların değerini %10 civarı düşürmek istedi. Ama doların düşüşünü durduramadı ve dolar, Japon Yeni karşısında %50 değer kaybetti. Böylece, tıpkı silah sanayi gibi, halka bir faydası olmayan bir başka yarışın, her iki tarafa da zarar verdiği anlaşıldı.

İkinci Dünya Savaşından sonra bir daha aynı büyüklükte savaş olmadı. Bu defa bölgesel savaşlar oldu. Bunların bir kısmı büyükler ile küçükler arasında, bir kısmı da küçükler arasında oldu.

Kore Savaşı, Büyük Harbin arkasından oldu. ABD ve müttefikleri silah gücü ve ekonomik güç açısından rakiplerinden çok üstündü. Ama savaş berabere bitti.

Fransa, sömürgesi olan Cezayir ile savaşa tutuştu. Aradaki güç farkı çok belirgin olarak Fransa’dan yanaydı. Ama Fransa, Cezayir’den çekilmek zorunda kaldı. Aynı şekilde Fransa -ABD’nin desteğine rağmen- kuzey Vietnam’dan çekilmek zorunda kaldı.

ABD, bir süre sonra Vietnam konusuna doğrudan kendisi dâhil oldu. Ama sonuçta, yenilerek Vietnam’ı terk etmek zorunda kaldı. Sonra aynı şeyi Çin denemek istedi. Onlar da kaybetti.

Bu durumlardan ders almayan Rusya, Afganistan’a girdi. Onlar da uzun uğraşmalarına rağmen, diğer büyük devletlerle aynı akıbete uğradılar. Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldılar.

Büyüklerle küçüklerin yaptıkları bu savaşlarda,  büyüklerin ellerindeki silahların tahrip güçleri, İkinci Dünya Savaşına göre çok daha yüksekti. Ama başarılı olamadılar.

İsrail, Araplarla yaptığı dört savaşı kazandı. Ama güvenliği açısından, bu dört savaşın öncesine göre daha iyi konumda değiller.

İran ile Irak 8 yıla yakın savaştılar. Savaş öncesindeki şah döneminde İran ordusu, silahlara yaptığı muazzam yatırımlarla göz kamaştırıyordu. Ancak, savaşta bir varlık gösteremedi. Kazanan çıkmadı. Ama her ikisi de büyük zarar gördüler. Hattâ Irak’a maddi yardım yapan petrol zengini diğer Arap ülkeleri de zarar gördüler. Kazananlar ise, her iki tarafa da silah satanlar oldu.

İngiltere, Falkland adaları savaşında, ezici gücüyle sonunda başarılı olmasına rağmen, askeri açıdan fiyaskoya çok yaklaşmıştır. Ancak, karşı tarafın hatalarını iyi kullanarak, eksiklerinin görünmesini engellemişlerdir. Arjantin devletinin başındaki askeri yönetimin hem Falkland adalarını plansız işgal etmesi, hem de aceleyle barışa razı olmasından faydalanarak, sonuçta başarılı görünmüşlerdir.

ABD, Irak’a girdi. Halkın önemli bir kısmı tarafından alkışlara karşılandı. Ama sonunda Irak’tan askerlerini çekmek için çaba göstermeye başladı. ABD çekilirken, Irak’ta eskisinden güzel olan bir şey de olmadı.

Afrika’da, Orta ve Güney Amerika’da silah tüccarlarının desteklediği iç mücadeleler oldu. Bölgesel savaşlar oldu. Ama silah satın alıp bunları birbirlerine karşı kullananlar hep kaybederlerken, silah satanlar maddeten kazanç sağladılar.

Benim yaşadığım ülke olan Türkiye, terörist PKK ile uzun yıllar mücadele etti. Bu uzun senelerin sonunda, ne teröristlerin durumu ne de Türkiye’nin durumu mücadelenin başladığı dönemden daha iyi değil. Aksine çok daha kötü durumdalar. Türkiye, bu mücadeleye ayırdığı parayı yatırımlara ayırsaydı, şimdiki durumuna göre çok daha kalkınmış olurdu. Teröristlerin de –işin kaymağını yiyen yönetici kadrolar hariç- bu mücadele sırasında kendilerini kışkırtanlardan aldıkları paraların, kendilerine değil, kışkırtıcılara yaradığını anladıkları umulur.

Bugünlerde ise, Rusya ile Ukrayna arasında savaş var. Onun da seyri, yukarıda bahsettiğimiz kör dövüşlerine benziyor. Tarihten ders almayanların sebep olduğu bu savaşın sonucunun farklı olması beklenmemelidir. Sonunda, hem her iki tarafın, hem de taraflara destek verenlerin zararla çıkmaları kaçınılmazdır.

Görüldüğü üzere, sahip oldukları klâsik silah gücünün yüksek olmasının, devletlere sağladığı belirgin bir üstünlük yoktur. Aksine orta vadede, hem siyasi hem de ekonomik olarak zararları olduğu geçmişteki örneklerden anlaşılmaktadır.

Yukarıda çok kısa aktardığımız savaşların sonuçlarının farklı geliştiklerini varsayalım. ABD, müttefikleriyle birlikte yaptığı Kore Savaşından galip çıkmış olsaydı, acaba Fransa, Cezayir ve Vietnam’da başarılı olabilir miydi? Hattâ ABD’nin kendisi Vietnam’da başarılı olabilir miydi?

ABD, Vietnam’da başarılı olsaydı, Rusya, Afganistan’da kalabilir miydi? Irak, İran’ı işgal etseydi veya İran, Irak’ı işgal etseydi, girdikleri yerlerde kalabilirler miydi?

İsrail, Arapları değil de, Araplar, İsrail’i yenseydi, İsrail Devleti son bulur ve bütün İsrailoğulları bölgeyi terk ederler miydi?

Bu gibi sorulara gönül rahatlığıyla evet cevabını vermek mümkün değil.

Eğer, yukarıda aktardığımız olaylardan ders alırsak, güzel sonuçlara ulaşabiliriz.

Yaşanan örnekler, bize gösteriyor ki, silahlar artık siyasi araç olarak işe yaramamaktadır. Ülkelerin işgal edilmeleri artık çok zordur. Aradaki güç farkı bile işgali sağlayamıyor. Ayrıca, çok küçük bir ihtimal olarak, işgal başarılı olsa bile, orta vadede işgal eden ülkenin zararına sonuçlanıyor. Küreselleşen dünyamızda, bir ülkeyi işgal etmek isteyenler, hem karşı tarafa hem de kendi ülkelerine zarar veriyorlar. Çünkü askeri kuvvetler, ancak tek bir düşmana karşı, tek bir savaş yöntemi için eğitilebilir ve yönlendirilebilirler. Nereden geleceği belli olmayan çoklu düşmana ve her çeşit savaşma yöntemine göre eğitilmeleri, donatılmaları çok zordur.  Dolayısıyla, ülkeleri işgal etmeye kalkışmak mantıksızdır ve anlamsızdır.

Geçmiş dönemlerde güçlü silahlara sahip olmak, caydırıcılık konusunda işe yaramıyordu. Sadece o devletlerin yöneticilerini kibirlendiriyordu. Dolayısıyla büyük devletler, karşılarındakilerin silah güçlerini bildikleri halde, birbirleriyle kıyasıya savaşabiliyorlardı. Günümüzde ise caydırıcılık oluşturan tek unsur, nükleer silahlardır. Nitekim İkinci Dünya Savaşını bitiren de atom bombasının varlığı ve kullanımıdır. Günümüzdeki savaşlar, nükleer silahlara sahip olanlar arasında olmamaktadır. Nükleer silahı olanla olmayan arasında veya iki tarafında nükleer silahının olmadığı durumlarda savaş çıkmaktadır. Ama nükleer silahlar kullanılamadığı için, güçlü ülkeler sonunda kaybetmektedir.

Diğer taraftan, silahlanma yarışı yapabilmek için, insanların yiyeceklerini kısmak gerekir. Küreselleşen dünyamızda, insanları, en temel haklarından mahrum ederken, alınan silahlarla halkı korumaktan bahsetmek bir çelişkidir. Çünkü artık karnını doyurmakta zorlanan insanlar için vatan anlayışı, doğduğu değil, doyduğu yer olarak değişmiştir. O halde silahlanmaya değil, insanların yaşamaları için elzem olan konulara yatırım yapılmalıdır.

Silahlanma yarışının sona erdirilmesinde başarılı olabilmek için, bütün dünyanın birlikte çaba göstermesi gerekir. Savaş çığırtkanlığını yapanlar; askerler değildir. Siyasetçi-iş insanı-basın mensubu-bürokrat gurubudur. Bu gurubun bir kısmı, menfaati gereği bilerek yanlış yapmaktadır. Bir kısmı ise, anlayış eksikliğinden dolayı hata yapmaktadır. Onların yanlışlarının ve hatalarının azaltılması ve içlerinden bazılarının kendilerini düzeltebilmesi için de, bütün dünya olarak birlikte hareket edilmelidir.

Her türlü gayrete rağmen, bundan sonra da bazı yöneticiler, kibirlerine yenilerek veya oy avcılığı yapabilmek adına savaşmaya kalkışabilirler. O halde, gerek devletlerarası savaşların çıkmasını, gerekse terörist eylemleri engellemek veya azaltmak için de, bütün dünya birlikte hareket etmelidir. Aralarındaki bazı sorunları çözmeye uğraşmak ve bu hususta dünyadan talepte bulunmak yerine, meseleleri büyüterek çatışmaya kalkışanlara veya teröristleri kışkırtanlara farklı bir uygulama yapılmalıdır. Vuruşanların haklı veya haksız olduklarına bakılmadan, silahı ilk ateşleyenler ve emri verenler, kimliklerine bakılmadan derhal cezalandırılmalıdır. Akabinde, tarafları kışkırtanlara da derhal gerekli karşılık verilmelidir.

Amacımız, silahlara harcanacak paraların çoğunun, insanlığın geleceğini güzelleştirmeye harcanması için çaba sarf etmektir.

Amaç, büyüklerin güçlerini kırarak herkesi eşit hale getirmek değildir. Amaç, güçlü ülkelerin, büyümelerini sürdürmeleri için, zayıf ülkelerin insanlarının da faydasına olacak işler yapmanın gayreti içerisine girmelerini sağlamaktır.

Amaç, zenginlerin varlıklarını azaltmak değildir. Amaç, zenginlerin, insanların faydasına işler yaparak ve makul ölçülerde zenginleşmelerini sağlayabilmeleri için ortam hazırlamaktır.

Aksi takdirde, insanlık bir gün nükleer silahları kullanacak ve kendi kıyametini kendisi oluşturacaktır.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.