AMİRİN EMİRLERİNDE MEMURUN SORUMLULUĞU

AMİRİN EMİRLERİNDE MEMURUN SORUMLULUĞU

 

Sosyal düzenin düzgün işleyebilmesi, ancak, uygun bir hiyerarşi düzen kurmakla ve bu sisteme uyulmasıyla mümkün olur. Bu sebeple, amirlerinin verdiği emirlere keyfi olarak uymamak yanlıştır. Böyle bir keyfilik, aslında cezalandırılmayı hak eder, fakat şartlara göre geçici olarak affedilebilir.

Ancak amirinin verdiği emirleri uygularken, memurun da sorumlu olduğu hususlar vardır. Bu konular hakkında, önce tarihten örnekler vererek, durumu anlamaya çalışalım.

Bilindiği gibi Hz. Muhammed’den (s.a.v.) sonra ilk halife olan kişi, Hz. Ebubekir’dir. İlk Halife, seçildikten sonraki hutbesinde, halka mealen şöyle seslenir: “Doğru yolda ve Hak üzere olduğum sürece bana uyunuz, Haktan ayrılırsam, beni dinlemeniz gerekmez.”

İkinci olarak halife seçilen Hz. Ömer de, ilk hutbesinde şöyle sorar: “Ben Allah’ın yolundan çıkarsam ne yaparsınız?” Bu soru üzerine cemaatten bir sahabe, elini kılıcının kabzasına atar ve “seni bu kılıcımla doğrulturum” der. Hz. Ömer bu cevaba sevinir ve böyle sahabeler olduğu için ağlamaklı bir şekilde Allah’a şükreder.

Hz. Ömer, sadece kendi emirleriyle ile ilgili olarak böyle bir şey yapmakla kalmaz. Divanı Mezalim adı altında mahkemeler kurar. Bu mahkemeler, halkı dinlerler. Eğer halk, bazı valilerin ve memurların, Allah’ın emirlerine aykırı davrandıklarını kanıtlarlarsa, bu mahkemeler o valileri ve memurları cezalandırır.

İslâm’daki bu anlayışın, elbette bazı sebepleri vardır. Ana hedef, huzurlu bir toplumsal düzeni sağlamaktır. Yukarıda bahsedilen uygulama, bir gurubun veya ferdin, toplum üzerindeki tahakkümünü ve istibdadını engellemeye yöneliktir. İslâm, hür düşünen ve sorgulayan bir toplum ister. Böyle bir toplum, şahsiyetli insanlar yetiştirerek oluşturulabilir. Şahsiyetli insanlar da, hür bir ortamda yetişebilir.

Peki, bu hususta Kur’an ne diyor? Nisa Suresi 4/59: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.”

Yüce Yaradan, Kendisine ve peygamberine itaat edilmesini istiyor. Ancak ayette, itaat edilmesi gereken üçüncü bir gurubu da söylüyor. Bu gurubu, “sizden olan emir sahipleri” olarak tanımlıyor. “Sizden olan” sözünden, bizimle aynı partiden veya aynı kurumdan olan kişinin kastedilmediği açıktır. Ayetin başlangıcındaki ifadelere göre, emirlerine uyacağımız şahıslar, Allah ve Resulünün yolunda giden ulul emir sahipleri olan idarecilerdir.

Emirleri uygulamakla yükümlü olan memurlar, aldıkları emri irdelemekle yükümlüdürler. Uyguladıkları emirleri “biz bu emrin Yüce Yaradan’ın emir ve yasaklarına aykırı olduğunu bilmiyorduk” deme hakları yoktur. Çünkü Allah, insanları bilmedikleri bir şeyin ardınca gitmemeleri için uyarıyor. İsra Suresi 17/36: “Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar. “

Demek ki, körü körüne itaat etmek yanlıştır.

Bazı durumlarda memurlar, “verilen emrin insanlığın aleyhine olacak bir sonuç doğuracağını bilmiyordum” diyebilirler. Böyle bir savunma, belki ilk seferinde kabul edilebilir. Ancak bilhassa, önemli mevkilerde bulunan memurlar için, emrin sonuçlarının kötü etkisinin şiddetine göre, bu savunma, ilk uygulamada da geçersizdir. Sadece alt kademelerdeki memurlar için, affedici olabilir. Ama onlar için de, aynı durumun tekrarlanması halinde suç memurun olur.

Bazı durumlarda amirler, emri verdikten sonra emirlerinin beğenilmediğini anladıklarında, “sizin bilmediğiniz şeyler var” diyebilir. Bu durumla ilk defa karşılaşan memur, eğer kendisi bütün olay hakkında yeterli bilgiye sahip değilse, verilen emri uygulamalıdır. Ancak konunun sonrasını ciddiyetle takip etmelidir. İncelemesi sonucunda, eğer amirini haklı bulur ise, verilecek sonraki emirleri de gönül rahatlığıyla uygulayabilir. Eğer amiri haksız ise, sonraki emirleri uygulaması yanlıştır. “Bilmediği şeyler” denilenlerin belgesini istemelidir. Kişinin bu isteği, kendisinin zararına sonuç doğurabilir. Hattâ ölümüne sebep olabilir.

Yüce Yaradan böyle durumlarda, anlaşmazlığa düştüğümüz emirler ve uygulamalar hususunda, Nisa Suresi 59uncu ayette bize yol gösteriyor. Anlaşmazlığa düştüğümüz konuyu, Allah’a ve Resulüne arz etmemizi öğütlüyor. Allah’ın resulü aramızda olmadığına göre bize düşen, konuyu Yüce Yaradan’a arz etmektir. Biz içten gelen bir inançla durumu Ona arz edersek, Allah, bize bir çıkış yolu gösterecektir. Fakat Allah’a arz etmez isek veya “lâf olsun diye” arz eder ve emri uygularsak, suça biz de ortak oluruz.

Allah, aşağıdaki ayetinde de, amir ve memur ayrımı yapmadan hepimize yol göstermektedir.

Nisa Suresi 4/58: “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

Demek ki her insan, emanetleri ehline vermekle yükümlüdür. Aynı zamanda, davranışlarında ve uygulamalarında adaletli olmaktan sorumludur. Yüce Yaradan’ın bu emirleri, ister amir isterse memur olsun, her insan için geçerlidir.

Ayetin sonunda Yüce Yaradan, “her şeyi hakkıyla işiten ve hakkıyla gören” olduğunu vurgulayarak, insanlardan değil, Kendisinden çekinmemizi öğütlemektedir.

O halde, emir verirken de, aldığımız bir emri uygularken de, “her şeyi hakkıyla işiten ve hakkıyla gören” Yüce Yaradan’ın, bizim hakkımızda ne düşüneceğini hesaplamalıyız.

Allah’ım, Hak ve Adaletten ayrılan emirler vermememiz veya bizlere verilen bu yöndeki emirleri uygulamamız için, bizlere irade gücü ver, mücadele azmi ver.

Bu yazı YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.