HAY’DAN GELEN HU’YA GİDER

HAY’DAN GELEN HU’YA GİDER SÖZÜNÜN ANLAMI ÜZERİNE

 

Yazımızın başlığındaki bu deyim, günümüz Türkçesinde, “haydan gelen huya gider” şeklinde söylenilmektedir. Bu özdeyişten günümüz insanının anladığı şudur: “emek verilmeden, yani havadan kazanılan şeyler, bir işe yaramadan elden çıkar”. Yani, bedavadan gelen, bedavaya gider anlamındadır.

Deyimin günümüzdeki bu anlamı ile özdeyişteki kelimeleri karşılaştırdığımızda, arada hiçbir bağlantının olmadığını gözlemlemekteyiz. Çünkü günümüz Türkçesinde “hay” ve “huy”, başka anlamlardadır. Eğer deyimin anlatmak istediği şey bizim şimdiki anladığımız gibi olsaydı, “bedavadan gelen, bedavaya gider” veya “havadan gelen, havaya gider” denilebilirdi.

Deyimler, bir toplumda çok uzun yıllarda oluşurlar. Deyimler, bir dilin dayandığı kültürü yansıtırlar. Nitekim belli bir kültüre ulaşmamış toplumlarda, deyimler ya oluşmazlar, ya da yetersizdirler. Kalıplaşmış sözler niteliğindeki bu özdeyişler, o dili kullananların soyut düşünmeye başladığını gösterir. Soyut düşünceler, edebiyat ve felsefenin gelişmesine vesile olurlar.

Eğer deyimler, bir felsefeyi yani hayata bakışı yansıtıyorsa, atalarımızın uzun yıllar boyunca oluşturdukları bu sözün de başka bir anlamının olması ihtimali kuvvetlidir. Bu sebeple, biz de, bu anlamın ne olabileceğini belirleyebilmek için, yazımızın başlığındaki deyimi ve kelimeleri irdeledik.

Hay kelimesi, İslâmiyet’te “Hayy” olarak geçer. Yüce Yaradan’ın vasıflarından birisidir. “Diri, canlı olan, ölmek şanında olmayan” anlamındadır

Şimdi, deyimdeki “hu’ya gider” kavramının anlamını tam anlayabilmemiz için, geçmiş zamanlardaki yaşantıları göz önüne getirmemiz faydalı olacaktır. Bilindiği gibi eskiden evler, apartmanlardaki, daireler şeklinde değildi. Evlerin çoğunun odaları önü açık sahanlığa açılırdı. Evlerin damlarından, sahanlıklarından (ki hayat olarak adlandırılır) ve bahçelerinden, komşular birbirlerini görürlerdi. Hattâ çoğu komşu, evlerinin içinden açtıkları bir kapıdan birbirlerine girip çıkarlardı. Dolayısıyla, komşuya gitmek için dış kapıya çıkıp, komşunun dış kapısından içeri girmeye gerek kalmazdı. Komşular birbirlerine bir şey söyleyeceklerinde, şimdiki gibi apartmandaki dairesinden çıkıp, komşusunun ziline basmazdı. Evinin açık alanına çıkar veya pencereyi açar, “hu” veya “hu komşu” diye seslenirdi. Komşusunun ismini söylemezdi. Komşusu da, bir “hu” sesi duyduğunda, hemen sesin geldiği tarafa yönelirdi. Çünkü kendisine bir komşusunun seslendiğini anlardı.

Takdir edileceği gibi, iyi bir komşu, insanın hayatına güzellik katar. Kötü bir komşu, insanın içini karartır. Bundan dolayı atalarımız “ev alma, komşu al” derlerdi.

İyi komşular, her şeylerini paylaşırlardı. Çünkü yine ataların deyimi olan “komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözünün gerçekliğini bizzat yaşayarak görürlerdi. Komşular arasındaki paylaşım, sadece maddi açıdan olmazdı. Manevi paylaşımlar yapılırdı. Dertler ve sevinçler de paylaşılırdı.

İyi komşular birbirlerini korurlardı. Son peygamber Hz. Muhammed’in “komşusu aç iken tok yatan, bizden değildir” sözünü herkes bilirdi. Bu sebeple, sahip olduğu varlıklardan, “hu” diye seslendiği komşusuna da pay verilirdi. Komşular, birbirlerine haber bile vermeden yiyecek gönderirlerdi. Evlerde yapılan turşulardan, reçellerden, yemeklerden, bağ ve bahçelerinden yaptıkları hasatlarından komşulara mutlaka dağıtılırdı. Ben çocukluğumda, bu anlattıklarımdan çok daha fazlasını yaşadım. Çoğu okuyucumun da yaşadıklarını zannediyorum.

Şimdi, geçmişte yaşanmış bu gerçeklerin ışığında, yazımızın başlığındaki deyimi tekrar ele alalım. “Hay’dan gelen hu’ya gider” sözünün, yukarıdaki gerçeklerle değerlendirilince, “Tanrı’dan gelen, komşuya gider” anlamında olması ihtimali çok kuvvetlidir.

Bazı insanlar ihtiyaçlı olmalarına rağmen, komşularına sezdirmemeye çalışırlardı. Diğer komşular, onların hallerinden anlayıp, ihtiyaçlarını gidermeye gayret ederlerdi. Komşular bilirlerdi ki, Tanrı’nın onlara verdiği bu nimetler, mal, mülk kendilerine ait değildir. Mal ve mülkün asıl sahibi Yüce Yaradan’dır. Komşuların bildiği bir başka şey daha vardı. Bir atasözünde ifade edildiği gibi “düşmez kalkmaz sadece Allah’tır” anlayışına sahiptiler. Bu nedenle, “ne oldum değil, ne olacağım” demek gerektiğine inanırlardı. Dolayısıyla, ihtiyacını gizleyen komşularına hissettirmeden yardım ederken, bu atasözlerini hep göz önünde tutarlardı.

Diğer taraftan, günümüz Türkçesinde bazılarımızın kullandığı “yahu” kelimesi de, aslında argo bir terim değildir. Aslı, “ya hu!” anlamındadır. Bir komşumuzun veya dostumuzun karşılaştığı bir sıkıntısı karşısında, onu teselli etmek için, “bu da geçer ya hu!” deriz. Veya bir yanlışını düzeltmesini (örneğin sigarayı bırakmasını) istediğimiz komşumuza veya dostumuza “vazgeç ya hu!” deriz. Kızgın birini sakinleştirmek için “hoş gör ya hu!” diye öfkesini dindirmeye çalışırız. Bizi neşelendiren bir dostumuza “hay Allah iyiliğini versin” diyerek, Yüce Yaradan’ın “hay” vasfını dile getiririz.

Dolayısıyla, “hay” sözümüz, Tanrı’yı işaret etmektedir. “hu” hitabımız, komşularımızı ve çevremizdeki insanları kapsamaktadır. Demek ki, “Hay” yani diri ve ölümsüz olan Yüce Yaradan’ın bize verdiklerini, bizler de “hu” diye seslendiğimiz insanlarla paylaşmalıyız. Böylece “Hay’dan gelen hu’ya gider” deyimine uygun davranmış oluruz.

Konuya tasavvuf açısından bakarsak, “Hu” kelimesi de Yüce Yaradan’ın sıfatlarından olduğundan, “Allah’tan gelen Allah’a gider” anlamı çıkar. Mülkün asıl sahibi olan Tanrı’dan bize gelen bir varlığın tekrar Tanrı’ya gidebilmesi, ancak sahip olduğumuz varlıklarla yaptığımız iyilikler sayesinde olur. Bu bakış açısı da, yukarıdaki yorumumuzla aynı kapıya çıkmaktadır.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.