ALLAH’IN DİNİ, EVRENSELDİR VE ZAMANLAR ÜSTÜDÜR
Bu sitede yayınladığımız “Dinimizi Değiştirmeyi Değil, İlk Kaynaklarından Beslenmesini Hedeflemeliyiz” ve “Allah’ın Tek Dini, Allah’ın Emir ve Yasaklarına Uymaktır” başlıklı yazılarımızda, Yüce Yaradan’ın, insanları birbirlerine düşürecek şekilde farklı dinleri göndermesinin, ilâhlıkla bağdaşmayacağını ifade ederek, Kur’an’dan örnekler vermiştik.
Semavi dinlerin hepsinin özünün İslâm olduğunu, İslâm’ın anlamının da Allah’a teslim olmak olduğunu ayetlerle ortaya koymuştuk. Bu sebeple, günümüzde farklı isimlerle ifade edilen semavi dinlerin mensuplarının, dinlerini değiştirmeleri değil, Yüce Yaradan’ın, peygamberleri aracılığıyla gönderdiği ilk kaynaklarına dönme gayreti içerisinde olmaları gerektiğini belirtmiştik.
Burada sorulacak bir soru, bir kaynağın ilk kaynak olup olmadığını nasıl anlayacağız şeklinde olabilir. Bir kutsal kitap, insanların sorularına açık olmaz ve onlara cevap veremezse, ilk kaynak değildir.
Kabul edileceği gibi, Yüce Yaradan, ilk peygamberi olan Hz. Âdem’den itibaren, son peygamberi olan Hz. Muhammed’e kadar, aynı esasları aktartıyorsa, gönderdiği mesajlar zamanlar üstüdür demektir.
Bilimin tespit etmeye çalıştığı insanlığın yaşı düşünüldüğünde, gönderilen peygamberlerin sayısının on binlerce olması ihtimali kuvvetlidir. Çünkü eski dönemlerle, günümüzdeki küreselleşmiş dünyayı mukayese edemeyiz. Bundan on bin yıl önceki ulaşım ve iletişim araçlarını düşünelim. Bir bölgeye gelen bir peygamberin, 200 km uzaktaki insanlara mesajını, doğru bir şekilde, nasıl ulaştıracağını hesaplayalım. Günümüzdeki bulgulara dayalı tahminlere göre, insanlığın geçmişinin yetmiş bin yıl civarında olduğunu hesaba katarsak, gönderilen peygamber sayısı hakkında daha gerçekçi fikir yürütebiliriz.
Bütün varlıkları Yüce Yaradan yarattığına ve bütün insanlar Allah’ın kulu olduğuna göre, Allah’ın, peygamberlerini sadece günümüzde Ortadoğu olarak bilinen bölgeye gönderdiğini düşünmek mümkün değildir. Böyle bir iddia, Yüce Yaradan’ın ilâhlık vasfıyla bağdaşmaz. Ayrıca sadece Ortadoğu bölgesindeki insanların yoldan çıktıklarını, dünyanın geri kalan bölgelerindeki halkın ise, hep Allah’ın emir ve yasaklarına uyduğu düşünülemez. Nitekim bilinen belgeli tarihte, Hıristiyanlığın, Ortadoğu dışındaki geniş bölgelere kendiliğinden ve Roma Devletinin ölümüne baskılarına rağmen yayılması, en azından, oralardaki insanların çoğunluğunun da, yoldan çıkmış olduklarını gösterir.
1492 keşifleri öncesinde bilinmeyen Amerika kıtasındaki insanları, Yüce Yaradan’ın da bilmediğini kimse iddia edemez. Kutuplarda yaşayan ve Eskimo dediğimiz, ama bizim eskiden bilmediğimiz insanların, Allah’ın kulları olmadığını kimse söyleyemez. Günümüzde Büyük Okyanusta küçücük adalarda, binlerce yıldır yaşadığı tespit edilen insanlar keşfediliyor. Bu insanların, en azından, 1492 öncesinin teknolojisi ile buralara nasıl geldiklerini, bilim insanları tespit edememişlerdir. Bizim halen bilemediğimiz bu insanlar da, Allah’ın kullarıdır. Kulları arasında ayrım yapması ihtimal dâhilinde olmayan Yüce Yaradan, bunları da rahmetiyle kollamadığını iddia etmek mümkün değildir.
Anlaşılan o ki, Yüce Yaradan, insanları cennetine kazanabilmek için, dünyanın her bölgesine ve toplamda on binlerce peygamber görevlendirmiştir. Bu durum da gösteriyor ki, Allah’ın emir ve yasakları hem evrenseldir, yani dünyanın her yerinde geçerlidir, hem de zamanlar üstüdür.
Dolayısıyla Allah’ın yolladığı kutsal kitapların ilk halleri, evrenseldir. Bu kitaplardaki emirler de zamanlar üstüdür.
Bu sebeple, Allah’ın görevlendirdiği peygamberlerden birinin yolundan gittiğini iddia eden din insanları, sorulan her soruya makul cevaplar vermeye çalışmalıdır. Sorulara ve soranlara karşı sabırlı olmalıdır. Eğer bir din insanı, bırakın başkasının soracağı soruları, kendi kafasındaki sorulara cevap veremiyorsa, derhal, elindeki kutsal bildiği kitabı bırakmalıdır. Elindeki kitabın aslının nasıl olması gerektiğini düşünerek, ilk kaynak olma vasfını koruyan bir kutsal kitap aramalıdır.
Arayarak ulaştığı bir kitabın, gerçekten ilk kaynak olduğunu anlaması için, o kitap içerisinde çelişkiler olup olmadığını araştırmalıdır. Eğer çelişkiler var ise, öncelikle, elindeki tercümenin doğruluğunu irdelemelidir. Allah’ın her insana ve dolayısıyla ona da verdiği akıl, irade, vicdanı kullanarak ve Yüce Yaradan’ın ilâhlık vasfını daima göz önünde tutarak yaptığı incelemelerinde, elindeki kitabın tercümesinin hatalı olduğunu görürse, doğru tercümesini aramayı sürdürmelidir. Doğrusu olduğunu anladığı kitabı bulduğunda, çevresindeki insanlara da aynı yöntemle araştırma yapmalarını tavsiye etmelidir.
Bunları yapmayarak, elindeki kitaba göre veya kitaptan sadece kendi anladığı şekliyle, dinde yenilik veya reform yapma gibi konulara girmek, yeni bir din oluşturmakla eş anlamlı olur. İnsanların oluşturacakları dinlerin en mükemmelinin bile, evrensel ve zamanlar üstü olması ihtimali yoktur.
Bu incelemeleri yaptıktan sonra, gerçeği insanlardan saklamanın, Yüce Yaradan nezdinde ciddi bir suç olduğunu Kur’an ayetlerinden anlıyoruz. Zaten Kur’an’da bundan bahsedilmesine bile gerek olmadan, gerçeği saklamanın nasıl büyük bir suç olduğunda bütün insanlar hemfikirdir.
Günümüzdeki küreselleşmiş dünyada, hiçbir din insanı, “bu araştırmaları yapma imkânım yok” diyemez. Dolayısıyla araştırmamış olmak, kendini kullar nezdinde kurtarmayacağı gibi, Allah nezdinde de kurtarması ihtimali yoktur. Hiçbir din insanı, “ben böyle biliyordum” deme lüksüne sahip değildir.
Allah’ım, bizlere, Senin gönderdiğin ayetleri ve delilleri anlayabilmemiz için, anlayış ihsan eyle.
Allah’ım, Seni daha iyi anlamak ve anlatmak için ilmimizi artır.