FAİZ LOBİSİ DİYEREK ALLAH’A HİLE YAPMAYA ÇALIŞANLARA
(NOT: Bu yazı Haziran 2013 tarihinde yayınlanmıştı. Silindiğinden, bazı değişikliklerle tekrar yayınlıyoruz.)
Daha önceki bir yazımızda, münafıkları bizim tam bilemeyeceğimizi, ama Allah’ın bildiğini belirtmiştik. Ayrıca münafıkları tahlil edebilmemiz için, peygamberimizin (s.a.v.) bize anlattığı şekliyle, münafıkların dört hasletini aktarmıştık.
Şimdi okuyucularımızla birlikte yöneticilerimizin birçoğu için bu hasletleri irdeleyelim. Ancak bunu dışarıdan görebildiğimiz kadarıyla yapabiliriz. Şüphesiz ki, bizim dışarıdan izlediğimiz olayların haricinde, kapalı kapılar ardında insanlardan saklanan, ama Allah’tan gizlenemeyen konular mutlaka vardır.
Eğer bir insan, topluma karşı tiyatro oyunu oynamıyorsa, dışarıda nasıl davranıyorsa kapalı kapılar ardında da benzer şekilde davranır. Fakat Hz. Muhammed’in (s.a.v.) belirttiği dört hasleti olanların, sözü başka, kalbi başkadır. Kapalı kapılar ardında, tiyatro sahnesindeki tavrının tam tersi davranır.
Birinci haslet : “Kendisine bir şey emanet edilince ihanet eder.”
Türkiye’de ve dünyanın pek çok ülkesinde, bundan 30-40 yıl önce halk cari açık konusunu pek duymazdı. Ama şimdi duymayan çok az. Peki, yüksek cari açığa rağmen ekonomilerin birçoğu nasıl ayakta kalıyor. Ekonomistlerin cevabı, ”sıcak para sayesinde”.
Sıcak para nedir? En net anlamıyla, paraya sıkıştıkları için yüksek faiz vermek zorunda kalan ülkeleri gözetleyen tefeci ve spekülâtörlerin elindeki paradır. Bu sıcak paralar, yatırıma gitmez. Faizde, dövizde, borsada ve kısa sürede kâr getirecek bazı arazi alımlarında dolaşır.
Demek ki dünyadaki birçok iktidar, halklarını, kendi eliyle, faiz lobisine, tefecilere, spekülâtörlere soyduruyor.
Halkları soydurduklarını nasıl anlıyoruz? Halkın kredi borçlarındaki hızlı artıştan anlaşılır. Şişirilmiş GSMH hesaplamalarından fark edilir. Kişi başına düşen milli gelir hesaplamalarında kullanılan kalemlerin, sık sık değiştirilmesinden görülür.
Peki, halk sıkıntıda iken yalan beyanlarla halkı kandıranlar ne durumda?
Yukarıda bahsettiğimiz soygun belirtilerinin görüldüğü ülkelerin çoğunda, yöneticilerin durumları ile halkın vaziyeti, birbirine ters istikamette gidiyor. Halk fakirlerken, yöneticilerin ve onların çevresindekilerin çoğunluğu, daha çok zenginliyorlar.
Zenginleyen yöneticilerin bir kısmı, halkı ikna edebilmek için inşaat işlerine ağırlık verdiler. Bilhassa yol, baraj ve liman gibi inşaatlar yaptılar. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi, bu tip inşaatların kaç paraya mal olduğunu sonradan incelemenin çok zor olmasıdır. Böylece yöneticiler büyük miktarlarda rüşvet alabilirler, ama almadıkları yalanını söyleyebilirler. İkincisi ise, bu inşaatlar halkın gözüne görüneceği için, halk, yöneticilerin çalışkan olduklarını düşünür. Böyle düşünenlerin bir kısmı, yöneticilerin rüşvet aldıklarına inansa bile, onları kötülemez. “Ne yapalım, yiyorlar ama iş de yapıyorlar” diyerek kendilerini teselli ederler.
Yöneticiler, yaptıkları imar planlarında, yeni oluşturdukları alanlarda emsal değiştirerek ve devlet hizmetlerini o bölgeye yoğunlaştırarak, ihale işlerinden elde ettiklerinden daha çok kazanç sağlamaktadırlar.
Devletin (aslında halkın) varlıklarını kötü bir mirasyedi gibi satarak, kendilerine gelir elde etmektedirler. Sırf kendilerinin de kazanç sağlayabilmeleri için, sanki Allah’ın ayetlerini az bir paraya değişenler gibi, devletin varlıklarını haraç-mezat satmaktan çekinmemektedirler.
Demek ki, halk faiz lobisine iktidarlar tarafından soydurulurken, yöneticiler zenginliklerini katlamaya devam etmektedirler.
Sonuç olarak birinci haslette peygamberimizin (s.a.v.) bahsettiği haslet, kesinlikle böyle davranan yöneticilerin çoğuna uyuyor.
İkinci haslet: “Konuşunca yalan söyler.”
Bu hususta örnekler vermeye gerek yok. Çünkü yöneticiler ve danışmanları, hemen her sıkıştıklarında, “biz öyle demedik”, ya da “Sn. Başkanımız (veya bir diğer yönetici için), onu kastetmedi” türünden yaptıkları açıklamalarıyla, aslında yalan söylediklerini kendileri kanıtlıyorlar.
Zaten faiz lobisi ve spekülâtörler konularında söylenen yalanlar bile, “konuşunca yalan söyler” sözünü göstermek için yeterlidir.
Üçüncü haslet: “Söz verince sözünde durmaz.”
Yukarıda bahsettiğimiz yöneticilerin söz verdikleri halde sözlerinde durmadıkları, her ülkenin kendi şartlarında örnekleriyle gösterilebilir. Ben Türkiye’de yaşadığım için, burada Türkiye’den misal vereceğiz. Yönetimin bugün “tu kaka” dediği AB’ye girebilmek için, halka sorulmadan, o günkü yöneticiler, bazı tavizler verdi. Bunlardan biri “zina” konusundadır. Sn. Başbakan, AB ile görüşmek için Brüksel’e gitmeden önce halka seslenerek, oylarına talip olduğu insanlara söz verdi. Dedi ki: “Allah’ın buyruğu var. Biz Türk’üz. Bizim örf ve adetlerimiz var. Zina konusu bize uymaz. AB bizim işimize karışamaz”
Ama Brüksel’e ayak basınca, verilen sözler unutuldu. Hattâ sözlerinden öyle hızlı bir dönüş yaptı ki, bir hafta bile sabredilmedi. TBMM, 1 Ekim’de normal şekilde açılacaktı. Fakat AB’nin direktifleri doğrultusunda, Meclis 25 Eylül’de olağanüstü toplantıya çağrıldı. Ve yurt dışından verdiği emirde şöyle dedi:” zina, derhal suç olmaktan çıkarılsın ve zina konusu bir daha ben görevdeyken gündeme gelmesin”.
Sonuçta zina konusundaki sözlerde durulmadığı gibi, söz verdiğinin tam aksini yapmış oldu.
Dördüncü haslet: “Bir konuda taraf olduğunda haddi aşar, haksızlık yapar, işi düşmanlığa götürür.”
Dünyanın neresinde olursa olsun iktidarı bırakmak istemeyen yöneticilerin başvurdukları ortak bir yöntem vardır. Bu yapıdaki idareciler, düşmanlıklar oluşturarak, kendi taraftarlarını düşmanlarla korkutarak yerlerini muhafaza edebileceklerini düşünürler. Çünkü çoğunun zekâları, ancak bu yönteme yetmektedir. Sahip oldukları bazı kabiliyetleri de, kendilerini iktidarda tutmaya yetecek seviyede olmayabilir.
İktidar koltuğunu bırakmak istemeyenler, kendi düşmanlıklarını, iktidara oy verenlerin düşmanlığı haline getirebilmek için, haddi aşarak akla hayale gelmeyen iftiralar yapmaktan çekinmezler. Bu konuda verilebilecek örnekler, bu yapıdaki yöneticilerin olduğu hemen her ülke için çok fazladır.
Bu yazıda kastedilen aslında kişiler değildir. Bir zihniyettir. Birbirlerinin yanlışlarını bildikleri halde, ortaklaşa ve birlikte savunma yapan ve böylelerine imrenerek bakan herkes içindir.
Oturdukları koltukları bırakmak istemeyen ve her ne pahasına olursa olsun orada kalmak isteyenlere seslenmek istiyorum. Siz, kendinizi ve birbirinizi iyi bilirsiniz. Eğer düşünürseniz, tövbe etmek kendiniz için en uygun olanıdır. Bunun için, önce Allah’tan af dileyin ve içinizden gelerek ağlayın. Sonrasında, kandırdığınız halka yeni yalanlar söylemeyi bırakın.
Böyle yapmaya başlarsanız, umulur ki, Yüce Yaradan da, size rahmetiyle muamele etmeye başlar. Böylece, kısa zamanda kendinizi düzeltirsiniz. İnsanlığa faydalı işler yapmaya başlarsınız. Hem dünyanızı hem de ahiretinizi huzurlu hale getirme şansını yakalarsınız.
Zenginliğinize, zenginleştirdiklerinize veya sizi destekleyen başka ülkelerdeki zenginlere güvenmeyin. Eğer, tek olan Tanrı’dan af dileyip yanlıştan dönmezseniz, sonunuzun ne olacağını öğrenmek için, kutsal kitaplara ve Kuran’a bakmanız yeterlidir.