KANDIRDIRĞIMIZ İNSANLARIN HESABINI VERME

MANEVİ DUYGULARINI SARSTIĞIMIZ İNSANLARIN HESABINI ALLAH’A NASIL VERECEĞİZ?

 

Manevi duyguların sarsıldığı alanların başında din gelmektedir. Bütün semavi dinlerde ve semavi olmayan öğretilerde, ayrı bir din adamları gurubu var. Bu gurupların mensupları, kendilerinin Yüce Yaradan adına yetkili olduklarını düşünüyorlar. Diğer öğretilerin dervişleri de kendilerinin öğretinin kurucusu (ör: Buda) tarafından yetkilendirildiklerini zannediyorlar. Halka kendilerini tanıtırken de, böyle anlatıyorlar.

Hıristiyanlıktaki günah çıkarma gibi olaylar, halkın da din adamlarının böyle yetkileri olduğunu düşündüğünü gösteriyor. Durum böyle olunca halkı kandırmak isteyen herkes dini kullanıyor.

Bilindiği gibi toplumlarda çok farklı yapılarda insanlar vardır. Bu farklı yapıları üç ana gurupta toplayabiliriz. Birincisi o konunun idealistleridir. İkincisi, o konunun savunucusu gibi geçinenlerdir. Üçüncüsü, o konudan geçinenlerdir.

Konuyu din açısından ele alalım. Birinci gurup, dindar insanlardır. İkinci gurup, dindar görünen insanlardır. Üçüncü gurup, dinden geçinenlerdir. Bu durum dini konuda da, milliyetçilik konusunda da, sosyalistlik hususunda da geçerlidir.

Halk insanların yaptıklarını yakından takip edemeyeceği için onları sözleriyle değerlendirir.  Halk din adamlarının birinci gurupta olmalarını bekler. Yani onların idealist dindar olduklarını düşünür. Dolayısıyla, din insanlarının söylemlerine değer verir. Bu nedenle, idealist olmadıklarını gördüğü din adamlarının bile söylediklerini önemserler.  Çünkü din insanlarının kutsal kitaplarda okuduklarını, insanlara yanlış aktarmayacaklarına inanırlar veya inanmak isterler.

Hâlbuki Kur’an, bizi bu konuda uyarmaktadır:

Tövbe Suresi 9/34: “Ey iman edenler, şurası bir gerçektir ki, Yahudi hahamları ile Hıristiyan rahiplerinin birçoğu, insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar…”

Demek ki, haham, papaz veya hoca söylüyor diye her söyleneni aynen kabul etmememiz gerekiyor. Çünkü din insanlarının birçoğu, Kur’an’a göre, sadece halkın mallarını haksız yere yemekle kalmıyorlar, insanları Allah yolundan saptırabiliyorlar.

Tek Tanrılı dinin peygamberleri -kendi arzularının hilafına kullanılacağı korkusuyla-Yüce Yaradan’ın sözüdür diyerek aktardıklarının dışındaki kendi sözlerine, mutlak inanılıp uygulanmasını istememişlerdir. Nitekim Hz. Muhammed de, Veda Haccındaki hutbesinde, insanlardan, kendisine vahiy olarak bildirilenleri tebliğ ettiğinin şahitliğini istemiştir. Kendisine dua edilmesini bile talep etmemiştir.

Diğer taraftan, Budha, insanlardan, kendisine mutlak inanmalarını veya ona dua etmelerini istememiştir. Bu konuda bu sitede yayınladığımız “Budizm ve Tek Tanrılı Dinler” başlıklı makale serimizde bazı bilgiler vermiştik.

Budha, kendisini “aydınlanmış” olarak tanımlamamaktadır. Kendisini “uyanmış” olarak görmektedir. Bu sebeple asıl adı Siddarta Gautama iken, kendisine “uyanmış” anlamına gelen Budha denilmesini arzu etmiştir. Budha’nın öğütlerine uygun davrananlar, sorgulayarak kendi deneyimlemeleriyle yürüyenlerdir. Sadece dışarıdan bilgi aktarılarak yürüselerdi aydınlanmış olurlardı. Ama sorguladıkları için, kendi deneyimleriyle uyanmış hale gelebilmişlerdir.

O halde bizler de “uyanmış” olabilmemiz için, bize her aktarılanı sorgulamalıyız.

Fakat sorgulama yapmak emek ister. İnsanların çoğu ise emek vermeden, zorluk çekmeden hazır hapları kullanmaya çalışır. Din insanlarının birçoğunun halkı kandırmalarının temelinde yatan sebep, insanların kolay yolu tercih etmeleridir.

İnsanlar, ancak sorgulayarak bilgi seviyelerini yükseltebilirler. Bilgi düzeyi düşük olan insanları Tanrı’nın gazabı veya bir başka kötü olaylarla korkutmak kolaydır.

Dolayısıyla burada asıl sorumluluk, halkın, güvendiği din insanları ve yöneticilere düşmektedir.

Görevlerini yapmadıkları gibi, halkı kandıranların durumu hakkında, yukarıda verdiğimiz Tövbe Suresi 34üncü ayetin devamında bilgi veriliyor:

“…(halkı kandıran din insanlarına ilaveten) Bir de altın ve gümüşü hazineye doldurup, onları Allah yolunda sarfetmeyenleri, bu yüzden acıklı bir azap ile müjdele!”

Kendi menfaatimiz uğruna insanların manevi duygularını sarsmamızın hesabını, Yüce Yaradan’a veremeyeceğimiz anlaşılıyor.

O halde, eğer geçmişimizde böyle yanlışlıklar varsa, en kısa sürede tövbe edip, güzel işler yapmaya başlamaktan başka bir çıkar yolumuz olmadığından, tek olan Tanrımıza, kalpten gelen bir inanışla yalvaralım ve affımızı dileyelim. Sonrasında salih ameller işleyelim. Böylece, inşallah geçmişte yaptığımız yanlışların hesabını verebilir konuma gelebilme ihtimalimiz artar.

Bu yazı Dini kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.