ZİNANIN ZARARLARI ÜZERİNE

ZİNANIN ZARARLARI ÜZERİNE

 

Zina, evlilik dışı cinsel ilişki kurmaktır. Kur’an, bir evliliğin tek eşli olmasını tavsiye eder. Sadece yetimleri korumak için, çocukları yetim kalmış dört kadınla, aralarında adaleti sağlamak gibi çok önemli bir şartla izin verilir. Muta nikâhı gibi anlaşmalı sahtekârlıklara taviz vermez. Muta nikâhı hususundaki fikrimizi, bu sitede yayınladığımız “Muta Nikâhı Üzerine” başlıklı makalemizde daha tafsilatlı olarak ele aldık.

Evlilik dışı ilişkilerde, tarafların bazı hastalıklarının birbirlerine geçmesi ihtimali kuvvetlidir. Geçmiş dönemlerde çok etkili olan ve zührevi hastalıklar olarak bilinen frengi, bel soğukluğu, yumuşak gibi dertler bu yolla bulaşırdı. Ayrıca, zina yapan insanlar birbirlerini yeterince tanımıyorlarsa, sahip oldukları bazı bulaşıcı hastalıkları da karşı tarafa bulaştırabilirler.

Ancak, biz bu yazımızda konuyu bedensel hastalıklar açısından değil, diğer yönlerden yaklaşarak irdelemeye çalışacağız.

Zina olayı, kişilerde sadece bedensel hastalıkların oluşmasına vesile olmaz. Zina yapanların ruhlarında da bu olay etkili olmakta ve ruhi hastalıkları başlatmaktadır. Gizli zina yapanlarda ruhi bunalım görülmesi durumu, artış göstermektedir. Zina yapan insan, durumunu gizlemek istedikçe, iç bunalıma sürüklenmektedir.

Bedensel hastalıklar konusunda ciddi bir ilerleme sağlayan tıp bilimi, ruhsal bunalımlar hususunda çözüm üretmekte zorlanmaktadır. Bilhassa gizlilik içerisinde yürütülen zina ilişkileri, insanları yalan söylemeye doğru yönlendirmektedir. Yalana başlayan bir kişi, eğer zina yapmayı sürdürürse, artık yalanı adet haline getirmektedir. Önce ailesine karşı yalan söyleyen insan, sonrasında diğer konularda da, hem ailesine hem de çevresine yalan söylemeye başlamaktadır. Kime hangi yalanı uydurduğunu bilemediğinde, bunalıma girmektedir. Bunalıma girdikçe de, aklını hinlik yönünde kullanmaya başlamaktadır. Bir defa hinlik düşünmeye başlayınca, devamı gelmektedir. Başkası hakkında hinlik düşünen bir kişi, karşısındakinin de kendisi için hinlik yapacağını var saymaktadır. Böylece iç sıkıntısı giderek düzelemeyecek bir duruma dönüşmektedir.

Toplumsal olayları yakından inceleyecek olursak, bir insanın yalan söylemesinin en önemli sebebinin, menfaatinin peşinde koşması olduğunu görürüz. Zina yapan insanlar, kendilerini yalan söylemeye iten en önemli menfaat duygusunun, gizli zina sırasında aldıkları farklı bir tür zevk olduğunu ifade etmekteler.

Diğer yandan, bir iş ortaklığında, ortaklardan birisinin, kendi menfaatlerini artırmak için yalan söylediğine sıkça rastlanır. Ama bu yalanın ortaya çıkması durumunda, ortaklığın bozulmasına daha az rastlanır. Hâlbuki eşlerden birinin zina yaptığının ortaya çıkması durumunda, ailelerin parçalanması ve eşlerin ayrılması olayıyla çok daha fazla karşılaşılır.

Bir iş ortaklığında, yalan söyleyen bir ortağın yalanının ortaya çıkması halinde, ortaklardan birisinin diğerini öldürmek istemesine çok seyrek rastlanır. Ama zina yapan bir eşin yalanının ortaya çıkması halinde, diğerinin, eşini öldürmek istemesi çok daha fazla görülen bir olaydır. Bilhassa zina yapan kişi kadın ise, dünyanın büyük bölümünde, erkek olan eşler, zina yapan kadınına her türlü zulmü yapmayı ve onu öldürmeyi hak görür. Kadınların birçoğu da benzer şeyleri düşünürler, ama güçleri yetmediği için gerçekleştirme ihtimalleri daha az olmaktadır.

Bazı durumlarda, zina yapan bir anne, çocuğunu bile gözden çıkarabilmektedir. Eğer çocuğu, annesini zina yaparken gördüyse, onu öldürmeye bile teşebbüs edebilmektedir. Takdir edileceği gibi, bir babanın çocuğunu cezalandırması, hattâ öldürmeye kalkışması ihtimali, anneye göre daha fazladır. Hâlbuki bir annenin, çocuğunu öldürmesi düşünülemez. Demek ki, zina yapan bir anne, çocuğunu öldürmek isteyecek bir hale gelebiliyorsa, zinanın, insanın ruhunu öldürmeye başladığını söylememiz yanlış olmaz.

İnsanlık, her dönemde, huzuru bulmak için uğraşmıştır. Ancak -en azından belgelenmiş, bilinen tarihte- henüz huzuru bulmuş değildir. Huzurun bozulmasının sebeplerini incelediğimizde, karşımıza şehvet duygularını tatmin hırsı çıkmaktadır. Toplumdaki huzursuzlukların oluşmasının temelinde, şehvet arzusunun helal olmayan yollardan tatmin edilmesi yatmaktadır. Birisine karşı şehvet arzusuyla yanıp tutuşan bir insanın, gözü hiçbir şeyi görmemektedir. Hattâ maddi kazanç sağlayan diğer menfaat kapılarını bile görmediği zamanlar çok olmaktadır. Bu kişinin mevkii ve maddi gücü ne olursa olsun sonuç değişmemektedir. Maalesef, günümüzde durum, şehevi ilişkiler açısından daha kötüye gitme eğilimindedir.

Gizli veya açık olarak zina yapıp, şehvet arzumuzu yasak yollardan gidermeye çalıştıkça, huzuru yakalama ihtimalimiz zayıflamaktadır. Şehvet düşkünlüğümüz sadece aileleri parçalamamakta, dostlukları da azaltmaktadır. Zina yaptığını anladığı eşinden ayrılamayan insanlar (bilhassa bayanlar), kinlerini içlerinde biriktirmektedirler. Bu kinin ne zaman ve nasıl patlayacağı belli olmamaktadır.

Diğer taraftan arkadaşlar arasındaki bozuşmaların da çoğu, gizli zina sevdasından kaynaklanmaktadır. Arkadaş gurubu içerisinde, birbirlerinin sevgilileri veya eşleriyle gizlice ilişki kurmaya çalışılması, insanlar arasındaki güveni iyice zayıflatmaktadır. Zayıflayan güven, gerek aile içi, gerekse arkadaşlar arasındaki ilişkileri, tiyatro sahnesinin oyununa çevirmektedir. Birbirlerine sürekli yalan söylemektedirler. Kendisi yalan söyleyen kişiler, karşı tarafın da, kendilerine yalan söylediklerini düşünmektedirler.

Zinalarını gizlemek için, aile içerisinde ve arkadaş çevresinde yalana alışan bireyler, her yerde yalana başvurmaya başlamaktadırlar. Yalan ilerledikçe, Aristo’nun şu sözü geçerli olmaktadır: “yalan bir hastalıktır, yakalanan bir daha kurtulamaz”.

Yukarıda bahsettiğimiz şehvetle ilgili hususların gerçekliğiyle bağlantılı olarak, SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) Başkanı ve ABD’nin Başkanının sözlerini aktaralım.

SSCB Başkanı Nikita Kruşçev 1962 yılındaki bir konuşmasında şöyle yakınmıştır: “Sovyetler Birliğinin geleceği tehlike arzetmektedir. Zira gençler; gevşemiş, çözülmüş ve şehevi isteklerinin içerisinde boğulmuşlardır.”

Aynı tarihlerde benzer bir sözü, ABD Başkanı John F. Kennedy şöyle itiraf etmiştir: “Amerika’nın geleceği, büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Çünkü Amerikan gençliği, omuzlarındaki sorumluluğu idrak edememektedir. Asker olması gereken 7 gençten 6 sının elverişli olmadığı gözlemlenmiştir. Zira içinde boğuldukları şehevi istekleri, onların ruhi ve bedeni liyakatlerini tahrip etmiştir.”

O dönemdeki iki büyük devletin yöneticilerinin ikisi de, gerçekleri ifade ediyorlardı. Sovyetlerin sonunda dağılması, ama ABD’nin aynı konumda devam etmesi bizi yanıltmamalıdır. ABD yöneticileri, kendi insanının bu durumunu iyi kavradıklarından, dışarıdan, “ruhi ve bedeni liyakatleri tahrip olmamış, şehevi isteklerin içerisinde boğulmamış” çok fazla sayıda insanları ülkelerine getirdiler. Böylece açığı kapatarak ayakta kaldılar. Fakat Sovyetler Birliği dışarıdan kimseyi getiremedi. ABD’ye göre yeraltı zenginliği fazla olmasına rağmen, havlu attı. ABD’nin yaptığı bu uygulamayı, Batı Avrupa ülkeleri de yapmaya çalışmaktadırlar. Ama bu uygulamanın da bir sınırı vardır. Zengin ülkeye gelen “ruhi ve bedeni liyakatleri tahrip olmamış, şehevi isteklerin içerisinde boğulmamış” insanların çocukları veya torunları, mevcut şehevi ortama uyum sağladıklarından, kaybedilmiş nesil konumuna düşmektedirler.

Gençlerin ve ailelerin durumlarıyla ilgili olarak bu sitede yayınladığımız “Aile Birliğini Desteklemenin Düşük Maliyeti” başlıklı makalemizde konunun önemini vurgulamaya çalışmıştık. Gelinen sonuçları da, okuyucularımızla şu şekilde paylaşmıştık:

“Dünyada 1960’lı yıllarda başlayan serbest aşk anlayışı, 1990ların sonunda sadece ABD’ye yılda 100 milyar doların üzerinde bir maliyet yüklemiştir.  Bu maliyet hesabında etki eden kalemler arasında boşanmalar, cinsel temas yoluyla bulaşan hastalıklar ve diğer etkenler bulunmaktadır.

Zengin ülkelerin çoğunda evlilik dışı doğumlardaki artış, her yıl hızlanarak %40’ları buldu

Günümüzde Asya’nın hemen her kentinde uyuşturucu büyük bir sorun haline gelmiştir. Afrika’da da benzer sıkıntı başlamıştır.”

Görüldüğü gibi, zinanın açtığı hem maddi zararlar, hem de ruhi kayıplar, giderek devletlerin taşımakta zorlanacağı boyutlara doğru ilerlemektedir.

Dünyanın hemen her yerinde, insanların arasındaki güven giderek zayıflamaktadır. Zayıflayan güven, insanlığın huzurunun altına konulmuş dinamit gibi durmaktadır. İnsanlar, huzur ve güven içerisinde bir ömür süremezse, yaşamanın ne anlamı kalır? Temeli şehevi duygular ve dolayısıyla yalanlar olan bir yaşamda, kaç kişi gerçek mutluluğu tadabilir?

Bu yazı YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.