TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN MEDENİYET KONUSUNDAKİ YÜKÜMLÜLÜKLERİ

TÜRK MİLLİYETÇİLERİ, BÜTÜN İNSANLIĞI HEDEFLEYEN MEDENİYET İNŞA ETMEKLE YÜKÜMLÜDÜRLER

 

Aslında bu görev bütün milletlerindir. Ancak Türklerin geçmişte yaptıklarına ve özelliklerine bakıldığında, böyle bir medeniyeti inşa etmek öncelikle Türklerden beklenilir.

Türklerin tarihini yakından inceleyen aklıselim sahibi bütün yazarlar, Türkler hakkında aşağıdaki ortak görüşlere sahip olmuşlardır. Elbette bazı kısa dönemlerde ve kendiliğinden gelişen münferit olaylarda farklı durumlar oluşmuştur. Ama genel yapı ve uygulama bu bulgulara uygundur.

Türkler devlet anlayışı olarak, egemenlikleri altındaki halklar arasında ayrım yapmamışlardır. Herkese mümkün olduğu kadar aynı insan hakları hukukunu uyguladılar. Diğer halkların kimliklerini korudular. Onları sömürmediler. Aksine kendilerinden fedakârlık ederek onlara verdiler. Dost bildiklerine hep iyilikle yaklaştılar.

Jean Paul Roux, bu durumu şöyle özetler: Türklerin hoşgörülü davranışları, dünya uygarlığına yaptıkları en önemli hizmetlerdendir. Bu hizmetlerini, söylemle değil, uygulamalı olarak, yani farklı halklarla bir arada barış içerisinde yaşayarak, dünyaya göstermişlerdir.

Bu sitede yayınladığımız bazı yazılarımızda Osmanlı Devletinin özelliklerinden bahsettik. İtidali esas alan davranışlarından örnekler verdik. Ayrıca kendilerinin doğusundaki halkları, o dönemdeki Avrupalıların insanı sömüren anlayışına karşı korumaya çalıştığını aktardık. Hattâ bu üstün mücadeleyi yaparken tek başına olmalarına ve kendilerinin bir faydasının olmamasına rağmen, hiç bıkmadan insanlık değerleri için ölümüne çabaladıklarına şahit olduk.

Claude Farrere, Rne Grousset’nin Asya tarihi adlı eserinden şu aktarımı yapar: “Yazar eserinde Müslümanları pek tutmaz. Ama Türklerin hükümran olmak için yaratılmış bir ırk olduğunu ve tarih boyunca kaydettikleri başarıları hayranlıkla zikreder.”

Günümüz araştırmacılarının çok net tespit ettikleri gibi, sadece kılıçla yani zor kullanılarak kurulan hükümranlık kısa ömürlü olur. İnsanlığın henüz çocukluk çağında kurulan Roma İmparatorluğunun yıkılması sonrasında bin yıl boyunca ciddi bir devlet oluşamadı. İnsanlığın buluğ çağını yaşamaya başladığı ikinci bin yılın başından itibaren en uzun süre yöneticilik yapanlar, Türklerdir. Uzun süre yönetimlerde kalmak için bazı farklı özellikler gerekir.

Hilafet Ordusundaki Türkleri (ki kimi esir kimi paralı asker olarak gelmişlerdi) inceleyen El- Cahız sonunda şu karara varır: “Türkler; yaltaklanma, yaldızlı sözler, münafıklık, kovuculuk, yapmacılık, yerme, riya, dostlarına karşı kibir, arkadaşlarına karşı fenalık, bidat (dinde farklı anlayışlar) nedir bilmezler. Çeşitli fikirler onları bozmamıştır. Hile-i şeriye ile başkalarının malını helâl saymazlar.”

Bu sitede medeniye konusuna farklı açılardan yaklaşan yazılar yayınladık. Bir tanımımızda medeniyeti, ahlâk ve alet üretebilmek olarak algıladığımızı vurguladık. İşte böyle özelliklere sahip oldukları dönemlerde Türkler, güzel bir medeniyet oluşturmuşlardır.  Hem ahlâkları ile örnek olmuşlar. Hem de dönemlerinin en ileri aletlerinin çoğunu üretmişlerdir.

Avrupalıların mucizevi sonuçlar oluşturan keşiflerinden sonra Türkler, alet üretiminde gerilemişlerdir. Ama uzun süre ahlâk anlayışlarındaki güzelliklerin çoğu devam etmiştir. Nitekim Farrere bizzat yaşadığı 1900lü yılların başındaki Türkiye’yi şöyle ifade etmektedir: “Gerçekten eski Türkiye ne kadar geri kalmış olursa olsun, yine de cazip bir ülkedir. İnsan orada mesut oluyordu.”

İşte günümüz Türk Milliyetçilerinin görevi, ruhunu kaybetmeye başlayan dünyamıza yeni bir nefes aldırmak için çabalamaktır. Hedef, insanları mutlu etmek olmalıdır. Karşımızdaki insanlar bu yaptıklarımızı anlamasalar bile vazgeçmeden gayret etmektir. Tıpkı Balkan Bulgar Türklerinin eski Türk dinine inanan hakanı Kurum Hanın söylediği gibi; “doğru insanı ve yalancıyı tanrı bilir. Biz Bulgarlar, Hıristiyanlar için çok iyilik yaptık. Ancak onlar bunu çabuk unuttu. Fakat tanrı biliyor.”

Tıpkı, Yüce Yaradan’ın Maide Suresi 54üncü ayette buyurduğu gibi: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda mücadele eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah’ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.”

Allah, peygamberlerini nasıl bütün insanlar için göndermişse, Allah’ı seven ve Allah’ın da sevdiği kavimler de, bütün insanlığa hizmet etmelidir. Ancak hizmet aileden başlayarak akrabalara, çevremizdeki yardıma muhtaçlara, milletimize yönelmeli ve sonunda insanlığa ulaşmalıdır. Ancak bu zincir birbirine bu hizmet anlayışıyla bağlanabilir. Ailemize davranışımızla insanlığa davranışımız bir bütünlük oluşturmalıdır.

Bu zorlu görevde başarılı olabilmek için yapılacaklar konusunda bu sitemizde yayınladığımız çok sayıdaki yazımızda fikirlerimizi belirttik. Düşüncelerimizi farklı bakış açısıyla ve kısmen toplu halde “Önce Kendimizi Sorgulama” başlıklı yazımızda dile getirdik. Bu konuda yapılabilecekleri bundan sonraki bazı yazılarımızda da işlemeye devam edeceğiz.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.