SINIRLARI OLAN GEZEGENİMİZDE, SINIRSIZ BÜYÜME İSTEĞİ

SINIRLARI OLAN GEZEGENİMİZDE, SINIRSIZ BÜYÜME İSTEĞİ

 

İnsanlık,  Batılı Devletlerin öncülüğünde 1970’lerden itibaren büyüme hevesine kapıldı. Sanki bir isteri haline dönüşen bu heves, acaba insanlığın faydasına oldu mu?

Konuyu anlamak için genel anlamda rakamlara bakarsak, kalkınma hamlelerinin sonunda GSYİH değerleri hızla arttı. Kişi başına düşen milli gelir miktarları arttı. Yine kişi başına tüketilen enerji miktarları hızla arttı.

Peki, istihdam artışı sağlanabildi mi? Geçen süre içerisindeki bazı yılların rakamlarına değil de genel duruma bakarsak, işsizlik oranı düşmedi. İnsanların refahı arttı mı diye bakıldığında, eğer kullanılan teknik aletler açısından değerlendirirsek, iyi yönde gelişmeler var. Fakat bu gelişmeler, sadece bedenen daha az yorulmayı sağlamış. Kişinin gerek kendi geçimini gerekse ailesinin geçimini günün şartlarına göre sağlaması açısından bakılınca, refah sağlanmamış. İnsanlar halen çok ciddi bir geçim mücadelesi içerisindeler.

Geçim mücadelesi veren insanların sayıları, 1970’li yıllara göre çok daha fazlalaşmış. Zengin ile fakirlerin kazançlarının arasındaki fark, kapanmamış. Aksine giderek hızla açılmış. Dünya nüfusunun sadece ve sadece %1’ri, dünya nimetlerinin neredeyse yarısına sahip. Dünyada yaşayan insanların %85 civarı gibi çok büyük bir kısmı, dünya nimetlerinin sadece ve sadece %15’ini paylaşmak zorunda.

Demek ki, ekonomiler büyüyor, ülkelerin ekonomik durumları iyileşiyor, fakat vatandaşın durumu iyileşmiyor.

Maddeten kalkındığı söylenen ülkeler bile işsizliği çözememişler. Endüstrileşmiş ülkelerin, tam istihdama yakın bir veriye ulaşmaları için, her yıl %7 civarında bir hızla kalkınmaları gerekiyor. Kalkınmış ülkeler için bu mümkün değil.

Konu tek kitaba sığmayacak kadar genişlikte. Dolayısıyla verilebilecek çok rakam var. Ama biz kısa makalemiz içerisinde özetlemeye çalıştığımız için, işin ciddiyetini bize anlatacak bir faaliyeti örnek vermekle yetineceğiz. UNESCO, 2002 yılında “Kalkınmayı Yıkmak, Dünyayı Yeniden Kurmak” konulu konferans düzenledi. Eğer kalkınma hevesimiz insanlığın faydasına sonuçlansaydı, UNESCO gibi bir kuruluş kalkınmayı yıkmak şeklinde bir başlıkla toplantı düzenlemezdi.

Bu büyüme hevesiyle ve aynı nüfus artışıyla devam ettiğimizi düşünelim. Yarım asır sonra, dünyamızda yaşayan insanların, ortalama bir Batılı gibi ve GDO’suz yiyecekleri yiyerek, onlar gibi enerji tüketerek yaşayabilmeleri için, tahminlere göre gezegenimizin imkânlarının 1,5-1,8 katına ihtiyacımız var. Yani yeni bir gezegene ihtiyaç var.

Bu konunun çok önemli olmasından dolayı,  farklı açılardan irdelenmesi gerekiyor. Bu sebeple biz de bu husustaki fikirlerimizi farklı açılardan bakarak ve çok kısa makalelerle aktarmaya çalışacağız.

Ancak bu yazımızda, büyüme hevesindeki istenilmeyen sonuçların, ekonomik sistemler açısından kısa bir değerlendirmesini yapmak istiyoruz.

Büyüme hevesi ve hırsı, insanları tüketime yönlendirmektedir. Böylece toplumlar, tüketim toplumları şekline dönüşmektedir. Tüketim hırsı, önce kapitalizm ile başlamıştır. Fakat maalesef, kapitalizme karşı bir fikri akım olarak doğan Marksizm’de de aynı hırs vardır. Eğer ortada bir suç var ise, bu ekonomik sistemde değildir. Suç tüketim hırsındadır. Nükleer silahın kapitalisti veya sosyalisti olmaz.

Her iki sistemin de uygulamalarına bakarsak, sanki sosyalizmin, insanda ve doğada yaptığı tahribat, kapitalizme göre -en azından bazı liderlerin dönemlerinde- daha fazla olmuş.

Bilindiği gibi kapitalizm, üretim gücünü sınırsızca artırmayı hedefler. Bu hedefine ulaşmak için piyasa mekanizmaları dediği yöntemleri kullanır. Sosyalizm de üretim gücünü sınırsızca artırmayı hedefler. Ama bunu güya proletarya dediği işçi sınıfının yönetimine verir.

Kapitalizm, toplumu dikkate almaz. Toplumun ortak olan maddi ve manevi değerlerini düşünmez. Kapitalizm, bireyi öne çıkarır. Bireylerin içerisinden de, uyanık olup öne çıkarak güçlenen bireyi kutsar. Dünyayı ticari bir nesne gibi görür. Böyle bir anlayışın, dünyayı iyi para verecek birilerine satmayacağını yahut da, farkına varmadan da olsa, gezegenimizin imkânlarını yok etmeyeceğini nasıl bilebiliriz.

İşin ilginç tarafı, sosyalizm de, toplumu dikkate almaz. Toplumdaki ortak olan maddi ve manevi değerleri hesaba katmaz. Sosyalizm, işçi sınıfını öne çıkarır. Onları kutsar. Fakat yönetimlerde hiç işçi bulunmaz. Onların adına başkaları yönetir. Bunlar uyanık oldukları için başkalarını ezerek öne çıkan insanlardır. Bunlar da dünyayı kendi yönetimlerine verilmiş bir miras gibi görür. Bu anlayışta olanların, aynı kapitalistler gibi, dünyanın imkânlarını yok etmeyeceklerine veya başka uyanık insanlarla karşılaştıklarında, “ortak yönetelim” teklifiyle gitmeyeceklerine nasıl inanalım.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.