KISSADAN HİSSELER

OSMANLI’DAN HİKÂYELER

 

Bilindiği gibi, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı Türk Devletinin gücünün zirvesine çıkmıştır. Dolayısıyla Muhteşem Süleyman olarak da bilinen padişah, gücün zirvesindedir. Avrupa ülkelerinin kralları, onunla muhatap olamazlar. Kanuni’nin sadrazamına eşit seviyede görüldüklerinden, ancak sadrazamı ile görüşebilirler.

İşte bu Muhteşem Süleyman, Cuma Vural’ın “Osmanlı’dan Hikâyeler” kitabından aktardığına göre, zaman zaman devletin geleceğini düşünür. Acaba günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı diye düşüncelere dalar.

Böyle durumlarda her zaman danıştığı sütkardeşi Yahya Efendi’ye bu konuyu açmaya karar verir. Yahya Efendi, âlim bir kişidir. Güzel bir hatla aşağıdaki mektubu yazar ve Yahya Efendi’ye gönderir.

“Sen ilahi sırlara vakıfsın. Bizi de aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün çöküntüye uğrar mı?”

Mektubu alan Yahya Efendi’nin cevabı çok kısa ve şaşırtıcıdır;

“Neme lâzım be Sultanım!”

Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan Süleyman buna herhangi bir anlam veremez. “Acaba bu cevapta bizim bilemediğimiz bir mana var mıdır?” diye düşünür. Nihayet kalkar Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir ve der ki:

Ne olur mektubuma cevap ver. Bizi ve sorumu ciddiye al.”

Yahya Efendi şöyle bir bakar: “Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuz üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi size açıkça arz ettim.”

Kanuni; “İyi ama ben bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece ‘Neme lâzım be Sultanım’ demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi.”

Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu açıklamayı yapar:

“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de ‘neme lâzım’ deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yese, bilenler de bunu söylemeyip sussa, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da bunu taşlardan başka kimse işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve yıkılma da böylece kaçınılmaz olur.”

Bunları dinlerken ağlayan padişah, söyleneni başını sallayarak tasdik eder. Sonra da Allah’a kendisini ikaz eden bir âlim olduğu için şükreder. Bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembih ettikten sonra oradan ayrılır.

Cuma Vural’ın derlediği hikâye aynen böyle olmayabilir. Ama Osmanlı Türk Devleti’nin genel uygulamalarına bakılınca, öz olarak doğru olduğu anlaşılır. Nitekim devlet kendiliğinden ve az bir dış müdahale ile çökmemiştir. 1492 keşifleriyle zenginleyen ve güçlenen Avrupa’nın baskısına rağmen ayakta kalmıştır. Hem de, Avrupalıların üstün askeri güçlerine ilâveten, Osmanlı bünyesindeki farklı gurupları kışkırtmalarına, devletin içindeki bazı şahısların yanlış uygulamalarına karşın yaşamışlardır.

Günümüzdeki sorunların yaygınlığı ve benzerliği, sadece bir devletin geleceğini düşünmenin ötesindedir. Hızlı şehirleşme ile iletişim ve ulaşımdaki gelişmeler sayesindeki küreselleşme, sorunları ortak hale getirmiştir. Çöküş tehlikesi bütün dünya için geçerlidir. Yani insanlığın geleceği tehlikededir. Hiçbir devlet kendisini bu çöküşten soyutlayamaz.

Sultan Süleyman kendi döneminde, atalarının yaptığı gibi, dünyaya nizam verme çabasındaydı. Bu sebeple devletinin geleceği dünyayı da ilgilendiriyordu. Benzer şekilde Yahya Efendi’nin cevabı da günümüzde, bütün dünya ülkeleri ve dünya için geçerlidir.

Çöküşü durdurmanın ve huzurlu bir dünya oluşturmanın yolu basittir. Sorunların ortak olduğunun şuuruyla birlikte ve kararlı bir şekilde hareket etmek, çözüme ulaşmak için yeterlidir.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.