KAVRAMLARA YÜKLEDİĞİMİZ ANLAM KARGAŞASI

KAVRAMLARA YÜKLEDİĞİMİZ ANLAM KARGAŞASI

 

Osmanlı Devletinin bazı özelliklerini irdelediğimiz bir yazımızda, imparatorluk kavramı üzerinde durmuştuk. Emperyal olmak kökünden gelen bu mefhum, kendinden başkalarını sömürmeyi kurumlaştırmak anlamındadır. Osmanlı Devleti’nin uygulamaları dikkate alındığında, en çok sömürülenler, Anadolu bölgesidir. Hattâ bu bölgedeki Türk unsurlardır. Gayri Müslim olarak nitelenen Rum ve Ermeniler, zenginleşirlerken, Türkler, hem savaşa gitmiş hem de maddeten ezilmişlerdir. Dolayısıyla Osmanlı Devleti için imparatorluk demek, yanlıştır. Sadece ağız alışkanlığıdır.

Türklerde ırkçılık ve milliyetçilik konusunu işlediğimiz bir başak makalemizde, milliyetçilik kavramındaki kargaşadan bahsettik. Avrupalı düşünürlerin ve siyasetçilerin, milliyetçilik kavramına verdikleri anlamın, ırkçılık olduğunu örnekleriyle gözler önüne serdik. Hâlbuki Türklerdeki milliyetçilik, devletin bütünlüğünü esas alır. Ülkede yaşayan bütün farklı yapıdaki halkları, hoşgörü içerisinde kucaklayan bir anlama sahiptir. Böyle olduğunu, tarih boyunca yaptıkları uygulamalarla göstermişlerdir.

Kavram kargaşasının yaşandığı bir başka kelime, kültürdür. Bu konu ile ilgili olarak daha önce yayınladığımız “Medeniyet ve Kültür” başlıklı yazımızın başlangıcındaki ifadelerimizi mevzunun öneminden dolayı aynen aktarıyorum:

“Sosyologların birbirinden farklı olarak anlatmaya çalıştıkları bu iki kavramı, halk ayırt etmekte hep zorlanır. Halk nezdinde ikisi ile kastedilen şey, aynıdır. Mustafa Kemal ATATÜRK de her iki kavramla bahsedilenin aynı olduğunu düşünmektedir. Atatürk, eskilerin hars dediği kültürün üçayağı olduğunu belirterek şöyle tarif eder:

Bir insan cemiyetinin 1. Devlet hayatında, 2. Fikir hayatında yani ilimde, içtimaiyatta, güzel sanatlarda, 3. İktisadi hayatta yani ziraatta, sanatta, ticarette, kara, deniz ve hava alanlarında yapabildikleri şeylerin genel toplamıdır.

Emil Durkheim’e göre medeniyet; en yüksek insani değerler yahut fikirler, duygular, inançlar ve hareket kuralları bütünüdür. Hâlbuki Durkheim’ı çok beğenen Ziya Gökalp; hisleri, hükümleri ve ülküleri harsa (kültür) dâhil eder. Aklı, ilmi, bilgiyi, metotları ve teknolojiyi medeniyetin cüzleri sayar. Gökalp’a göre kültür; ifadesini milli mefkûrelerde (ülkü) bulduğu zaman medeniyetten daha kuvvetlidir.

 Kültürün oluşmasında; o toplumu meydana getiren bireylerin özellikleri, hayalleri, toplumsal dayanışma anlayışları, yöneticilerinin tutumları, yaşadıkları bölgenin ekonomik kaynakları ve bütün bunların birbirleriyle ilişkileri çok önemlidir.

   Dolayısıyla medeniyet; manevi değerler olan hislerin, anlayışların, düşüncelerin; akıl, ilim, bilgi, teknoloji ile desteklenerek hayata geçirilmesidir.

 Ne tek başına manevi değerler, ne de yalnız maddi unsurlar, medeniyeti temsil edemezler.

Buraya kadar yazdıklarımız deyim yerindeyse biraz kitabi anlatımdır. Bana göre bu konuda en uygun tanımı, bir kasaba eşrafı olan Fahri Küpcü “Bir Çobanın Düşleri” adlı kitabında yapmıştır. Ona göre medeniyet; “insanların ruhen yükselmeleri ve eşyaların bu yükselen insanlara layık olabilecek kadar mükemmelleşmesidir.”

Görüldüğü gibi, ciddi bir kavram kargaşası oluşmuştur. Bu kargaşanın aynısı, Fransız için, Alman için, İngiliz için de vardır. Türkiye’deki bu karışıklığın bir nedeni de, kültür kelimesini Fransızcadan aldığımızda, yaygın kullanımda olan “irfan” kavramını dışlamamız olmuştur.

Yukarıdaki tanımlar, medeniyet veya kültürü, tabiri caizse dünyevi ve dini olarak ikiye ayırmaya çalışmaktadır. Kargaşa da, bu sebeple meydana çıkmaktadır. Hâlbuki irfan, dünyevi ve dini diye ikiye ayrılamaz. Çünkü İslâm’ın insana bakışında dünyevi ve uhrevi diye bir parçalılık yoktur. İnsanı kemâle (erdemli olgunluğa) erdirerek, kâmil kişiler oluşturmaya çalışır. İşte irfan, kâmil insan olmaya açılan kapıdır. Kişinin uygulamalarıyla taçlanır, ilim ve hikmetleriyle beslenir.

Kavram kargaşasının yaşandığı diğer bir husus, ilerici-gerici tartışmalarıdır. Tanımlarına bakıldığında ilericilik ve gericiliğin ortak özelliklerinden birisi; ilericilerin geçmişin tamamını, gericilerin ise yeniliklerin hepsini reddetmeleridir. Hâlbuki hem geçmişin hem de yeniliklerin içerisinde hatalı ve güzel şeyler vardır. Dolayısıyla külliyen kabul veya reddetmek yanlış olur.

Örneğin; “nerede o eski bayramlar” diyerek geçmişin özlemini duyan insana gerici denilemez. Aynı bakışla, 17inci veya 18inci yüzyılda yaşayan bazı Osmanlı ozanları ve fikir adamları, dönemlerinin padişahlarına, Kanuni Sultan Süleyman’ı veya Yavuz Sultan Selim’i örnek gösterirlerken gericilik yapmamışlardır.

Diğer taraftan “din afyondur, insanları uyutmak için uydurulmuştur” diyen şahsa ilerici denilemez. Benzer şekilde yeni anlayışlardan olan “18 yaşını geçen her insan ailesine danışmadan istediğini yapmakta özgürdür” veya “kişinin vücudu kendisine aittir, dolayısıyla cinsel özgürlüğe sahiptir” gibi anlayışlar, ilericilik değildir. (Bu konuda, aile olmanın düşük maliyeti başlıklı makalemizde örnekler ve rakamlarla düşüncelerimizi belirtmiştik.)

Karıştırdığımız mefhumlardan birisi de, sağ-sol tanımlarıdır. Eskiden olmayan bu ayrım, 1789 Fransız ihtilaliyle başlamıştır. 1789’daki Kurucu Meclis’te kralcılar, kralın sağına oturmuşlar. Daha sonraları mutediller, meclis başkanının sağını seçmişler. Onlara karşı olanlar da, sol tarafta oturmak zorunda kalmışlar. Avrupa’da Kilisenin baskısından bunalanlar, yapılan soykırımları yanlış bulanlar sol tarafı seçmişler. Bu sebeple de kendilerini yani solu iyiler, sağdakileri kötüler olarak nitelemişler.

Avrupalıların, yeni keşfettikleri yerlerde yaptıkları mezalimi ve yanlışlıkları düşününce, sağın kötü olarak nitelenmesi kabul görmüştür. Fakat Türkiye gibi Müslüman ülkelerde durum farklı algılanmıştır Bunun da en önemli sebebi Kur’an’daki anlatımlardır.

56 Vakıa Suresi.8: “Sağın adamları (var ya) ne mutludurlar onlar!” 9: “Solun adamları ise ne uğursuzdurlar onlar!”

69 Hakka Suresi 25: “Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: “Keşke kitabım verilmeseydi de, 26: Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim,”

90 Beled Suresi17: “Sonra da iman edip de sabrı tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır.” 18: “İşte bunlar, amel defterleri sağlarından verilenlerdir.” 19: “Ayetlerimizi tanımayanlar ise, onlardır işte amel defterleri sollarından verilenler.” 20: “Onların üzerlerine bir ateş bastırılıp kapıları kapanacaktır.”

Yukarıdaki Kur’an ayetlerinden de anlaşılacağı sağ iyi olarak sol ise kötü olarak görülmüştür. Dolayısıyla Avrupalıların bakışının tam tersi olmuştur.

Kavramlardaki anlam kargaşasının olduğu, yobazlık, çağdaşlık gibi çok sayıda mefhum vardır. Bu yazımızda hepsini irdelememiz mümkün değildir.

Her ülkede aynı kelimelere faklı anlamlar yükleyenler vardır. Her insan, bu gibi kelimeleri kendi tecrübelerine göre anlamlandırmış, kendi ihtiraslarına kurban etmiştir. Demek ki, asıl önemli olan husus, kavramların savunucularının tutumlarıdır. Her iki taraf da, doğru olanın kendilerinin düşüncesi olduğunu, karşı tarafın tamamen yanlış içerisinde bulunduğunu iddia etmektedir. İki taraf da, birbirlerine aynı kinle veya aynı anlayışsızlıkla bakmaktadır. Dolayısıyla arada anlaşma olmamaktadır.

İnsanların huzurlu bir ortam oluşturabilmeleri için, kavramlara yüklenen anlamların üzerinde ortak kanaate varmak çok önemlidir. Bu yapılamıyorsa, tartışmalarda, taraflar öncelikle, bu kavramlardan ne anladıklarını ifade etmeli, sonra düşüncelerini söylemelidir. Bu yapılmazsa, görmeyenler ile duymayanların mücadelesinden öte geçemez. Sonuç çıkmaz.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.