İSLÂM TARİHİ VE HIRİSTİYANLIK TARİHİ ÜZERİNE 8

İSLÂM TARİHİ VE HIRİSTİYANLIK TARİHİNDEN ALINACAK BAZI DERSLER 8

 

Önceki yazılarımızda, İslâmiyet ve Hıristiyanlığın tarihinden kısaca bahsettik. Hıristiyanlığın tarihinden az bahsetmemizin sebebi, Hz. İsa’dan sonra bu dinin anlatımının, Hz. İsa’nın aktardıkları ile daha başlangıçta farklılık arzetmesidir. Elbette, şahıslar olarak Hıristiyanlığın özünü anladıkları için, dinin kurallarına uygun yaşayan insanlar olmuştur. Fakat bilhassa Roma Devletinin dininin Hıristiyanlık olmasıyla birlikte, din tamamen önce Romalı siyasilerin denetimine girmiştir. Bu konuda Batılı bazı teologların söyledikleri ünlü bir söz şöyledir: “Roma, Hıristiyanlaşmadı. Hıristiyanlık, Romalılaştı.”

Roma Devletinin yıkılması sonrasında, yeni bir büyük devlet kurulamamıştır. Böylece Hıristiyan Dünyası, Kilisenin oyuncağı olmuştur. Kilise, hem din işlerini hem de devlet işlerini yönetti. Hıristiyanlık Âlemine Orta Çağı yaşattı. Bilhassa I. Haçlı Seferi sonucunda Kudüs’ün alınmasıyla, gücü zirveye çıktı. Fakat Kudüs, geri kaybedilince, Kilise itibar kaybetmeye başladı. Aslen ilahiyatçı papaz olan Salisbury’li John (1115!-1180) ve Aquinumlu Thomas (1225-1274) gibi insanlar, Kilise ile uyum içerisinde davranarak, kısmen de olsa yenilikçi fikirlerini söyleyebildi.

Daha sonra krallar, Kiliseye iki kılıç kuramı dedikleri anlayışı kabul ettirdiler. Yani din işleri Kilisede, savaş işleri krallarda olacaktı. Aslında bu kuramda bile krallar, savaşı Kilise adına yapacaklardı. Uzun süre, gerçekten de böyle oldu.

Romanın yıkılışından tek yetkili güç olan Kilise, kendisine karşı çıkabilecek her kişi ve guruba yaptığı baskıları giderek artırmaya çalıştı. İki kılıç kuramı da sadece orduyu yönetenlerin Kilise adına, ama kendilerinin karar vermesi şeklinde gelişti. 1492 keşifleri ile birlikte Kilise adına yapılan bu baskı, yeni keşfedilen topraklarda da uygulanmaya başlamıştır. Yeni bulunan bölgelerin yerlileri, başlangıçta din adına, sonrasında kazanç uğruna katledilmişlerdir.

Yeni bölgeleri sömürerek zenginleşen Avrupalı bir kesim, Kilisenin yanlışlarını terennüm etmeye başlamışlardır. Böylece Kilisenin etki alanı daraltılmıştır. Elinden devlet yönetimi de alınan Kilise, daha çok dini konularla ilgilenmek, dünya işlerinin bir kısmını yeni zenginlere bırakmak mecburiyetinde kalmışlardır. Fakat bu zengin gurubun hakimiyeti, dünya için çok daha kötü sonuçlar oluşturmuştur. Tamamen maddeci görüşe sahip olan bu guruplar, insanlığı perişan etmişlerdir. Kilise, bu duruma müdahale etmemiştir. Onların bir kısmı, zengin sınıfla işbirliği yapmayı tercih etmiştir. Zaten mülk zengini olan Kilise daha çok zenginleşmiştir. Günümüz insanlığının sıkıntılarının temelinde, bunların uygulamaları vardır.

Hıristiyanlığın, insanlığın faydasına bir şey veremediği bu dönemde, İslâm, Klasik  Çağını yaşamıştır. Fakat bir süre sonra İslâmiyet de, Kur’an dışında kaynaklar olarak, hadis, icma, kıyas, rey, örf, tercih diyerek, kendini belli kalıpların içerisine hapsetmiştir. Böylece Müslümanlar, Orta Çağa gerilemişlerdir.

Hıristiyanlıktaki ruhban sınıfı gibi, İslâmiyete de aynı işlevi gören ulema sınıfı oluşmuştur. Hıristiyanlıktaki ruhban sınıfı, onları Orta Çağdan çıkarmamıştır. Müslümanlardaki ulema sınıfı başlangıçta, Müslümanlara Klasik Çağı yaşatmış. Fakat onlar da, giderek ruhbanlık konumuna gelmişler ve İslâmiyeti Klasik Çağdan Orta Çağa düşürmüşlerdir.

Elbette bütün Kilise mensupları veya bütün Müslüman ulema aynı hataları işlememiştir. Fakat, genel anlayış böyledir. Her ikisi de, insanların kalpten gelen inanışlarını zedelediler. Dinde, hem zorlama hem de zorbalık yaptılar.

Kilisenin temsil ettiği ruhban sınıfı, Müslüman ulemanın, siyasetçilere yani devleti yönetenlere yakın olanlarından bazı hususlarda daha başarılı olmuşlardır. Kilisenin Müslüman ulemaya göre becerisi, Hıristiyanlığın merasimlerini ve ibadetlerini belirgin bir şekle sokmaları oldu. Müslüman ulema, bunu da yapamadı. Namaz kılınışında, Cuma Namazı rekat sayısında, Kandil gecesi kutlamalarında, dini günlerin hangileri olduğunda, Ramazan ve Bayram günlerinin başlangıcı gibi belirgin hususlarda bile ortak bir noktaya gelemediler. Biraz aşağıda göreceğimiz gibi, devletler, mezhepler, cemaatler ve tarikatlar farklı uygulamalar yaptılar. Farklı guruplara mensup Müslüman ulema, muhtemelen kendi cehaletlerini örtmek için, diğer gurupları kötülediler, onlardan ayrı davrandılar. Sadece biat edecek insan yetiştirmeye çalıştılar. Düşünerek sorgulayanları, önce dışladılar, eğer gelip biat etmemişse, zulmettiler.

Müslümanlığın nasıl değişime uğradığını, Hıristiyanlığa göre daha geniş anlatmaya çalıştık. Uygulamaların ve hataların temel sebeplerini irdelemeye gayret ettik. Müslümanların günümüzdeki sorunları ise, çok daha zorlu.

Neredeyse her Müslüman kimlikli devlet, farklı öğretiler peşinde. Müslümanlığın iki ana gurubu olan Sünniler ve Şiiler kendi eğitim ve öğretim sistemlerini kurmuşlar. Dini kendilerine göre anlatıyorlar. İlk gurup, evliya dediği insanları kutsayarak günahsız olarak görürken, ikinciler, Ayetullahları günahsız olarak görüyorlar.

Kur’an’ın son ayetlerinden olan Nasr Suresinde, Hz. Muhammed’e “Allah’ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.” denilerek, günahları için mağfiret dilemesi isteniyor. Bu ayette peygamberden bağışlanmasını dilemesi istenmesine rağmen, günümüz Müslümanları, kendi evliya veya Ayetullahlarını peygamberin de üzerine çıkararak, günahsız olarak ilan ediyor.

Sünnilerin, genel kabul gören dört mezhebi var. Her mezhebin içerisinde sayısız cemaatler ve sayısız tarikatlar var. Aynı şehirde, hattâ aynı kasabada yan yana yaşayan bu tarikatlar, kendi din eğitimlerini kendileri veriyorlar. Hepsi kendisine Müslüman diyor. Ama, Camileri ayrı, hocaları ayrı, okulları ayrı, öğretmenleri ayrı, öğrenci yurtları ayrı, üniversiteleri ayrı, öğretim üyeleri ayrı, devlette hâkim oldukları kurumlar ayrı, işyerleri ayrı, hastaneleri ayrı. Velhasıl dünyaya ve ahirete bakışları ayrı.

Böyle olunca da, birbirlerine karşı düşman hale geliyorlar. Her gurup Hz. Muhammed’e atfedilen, fakat asılsız olan bir hadisi kendince yorumluyor. Hadis şöyle: “Benden sonra ümmetim 73 fırkaya ayrılacak. Fakat bunların 72si Cehennemlik, sadece biri Cennetlik olacak.” Dolayısıyla her gurup, kendini Cennetlik, diğerlerini Cehennemlik olarak görüyor.

Eğer herhangi bir sebeple, devletin bir kurumuna, bir tarikatın yerine bir başka tarikat hâkim olursa, eski tarikat mensuplarını hiç düşünmeden siliyor. Yapılanları görünce zannedersiniz ki, önceki tarikat mensupları ya kâfir ya da insan bile değil. Hâlbuki sorarsanız, aynı dine mensuplar.

Devlet dairesindeki üniversite mezunu tarikat mensupları böyle gaddar davranınca, daha az okumuşları, hiç düşünmeden birbirlerinin üzerine el bombası, dinamit vs atabiliyor. Karşısındakini öldürmekten çekinmiyorlar. Haydi diyelim ki, karşısındakiler kendileriyle mücadele ediyor. Onun için öldürüyor. Ama, Pazar yerinde veya başka bir yerdeki insanların üzerine bomba atarken neyi düşünüyorlar? Oradakilerin suçunu ne olarak görüyorlar?

Demek ki, her gurubun kendi eğitimini kendisinin vermesi, Camilerini, okullarını, işyerlerini, hastanelerini ayırmalarının sonuçları, hem insanlığın hem de Müslümanlığın aleyhine olmaktadır.

Günümüzdeki bir başka büyük tehlike, siyasi İslâm ile dini İslâm’ın iç içe olmasıdır. Artık yazılan eserler, şiirler, Kur’an yorumları, ilmihaller vs hepsi farklılaşıyor.

Müslümanlar zaten Orta Çağa gerilemişlerken, bir de birbirleriyle ayrışıyorlar. Müslümanlar bu durumda iken, Hıristiyanlar farklı değiller. Onların da farklı Kiliseleri ayrı eğitim veriyorlar. Katolikler, Protestanlar ve Ortodokslar arasındaki düşmanlık sürüyor.

Bu durumu net anlatan ve yakın zamana kadar Belfast’ta yaygın olan bir hikâyeyi, daha önce aktarmıştık. Hikâye şöyle: “Belfast’ta bir vatandaş akşam karanlığında evine doğru gitmektedir. Arkasından sırtına bir silah dayanır. Arkadaki sorar. Söyle bakalım, Katolik misin, Protestan mısın? Adam sesi titreyerek, ben ateistim der. Arkasındaki adam silahı sırtına dürterek tekrar sora. Söyle bakalım, Katolik ateist misin, yoksa Protestan ateist misin?”

Dünyamızın ve insanlığın bu durumlarını toparlamazsak, geleceğimiz tehlikede. Dünya insanları olarak, hem bu dünyada rezil olacağız, hem de ahirette daha acıklı bir azabı tadacağız. Seçim bizim.

Bu yazı Dini kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.