HALKIN SORUMLULUĞU

HALK, HAYRINI ŞERRİNİ NASIL BİLEBİLİR?

Bir önceki yazımız aydın ve cahil denilince nelerin anlaşıldığı üzerineydi. Okuryazar olmanın insanı aydın yapmayacağını yaşayarak anlıyoruz. Cahilliğin en önemli göstergesinin, yeni bilgi öğrenmek ihtiyacını hissetmemek olduğunu da çevremizden örneklerle görüyoruz.

Okuryazar olmayan veya ilkokul mezunu insanlarımızdan “ben 50 tane üniversite mezununu cebimden çıkarırım” diyenlere ve okuryazar olduğu için kendini aydın zannedenlere hiçbir şey anlatılamaz. Bu tip şahıslar her dönemde var olmuştur. Fakat maalesef böyle insanların sayıları azalacağına giderek artıyor.

Bakınız, Mehmet Akif Ersoy, 14 Şubat 1913 Süleymaniye Camii Vaazında bu hususta şöyle söylüyor. (Tarih konusunda bazı kaynaklarda farklılıklar vardır.)

“Halk, hayrını şerrini bilmiyor. Çünkü büsbütün cahil. Biz okuryazar tabaka da, zavallıları büsbütün makûs yollara sevk edip duruyoruz! … Biz, hakikati dosdoğru göreceğimize, felâketimizin asıl sebeplerini bularak kendimizi kurtarmaya çalışacağımıza, kabahati şuna buna yüklemekle şunu bunu tenkit etmekle meşgul oluyoruz, vaktimizi, boşu boşuna israf ediyoruz… “

Mehmet Akif’in vaazı sırasında hiç söylemediği sözleri bahane ederek, kendisinden gazete ile alenen cevap isteyen birisine, aynı gazetede cevap veren Akif Bey, yazısına şöyle başlar: “Ben diniyle, imanıyla, ecdadıyla, evladıyla, hayatıyla, ruhuyla, hülâsa bir ferdi vatanına bağlayabilecek rabıtaların hepsiyle birden bu vatana bağlı adamım.”

  1. Abdülhamit Han, “tarih tekerrür etmez, tekrar eden insanların hatalarıdır” der. Demek ki, padişah II. Abdülhamit döneminde de, sonrasında da yapılan hataların temelinde o dönemin insanlarının yanlışları var. Bu yanlışların oluşmasının sebepleri ise, aynı.

Müslüman olan halk, Akif’in vaazları sırasında söylediği gibi, dinin “oku, öğren, araştır, düşün” şeklindeki emirlerini yerine getirmiyor. Sadece günlük geçimi peşinde koşuyor. İaşesinin de nereden ve nasıl geldiğini pek önemsemiyor. Buna rağmen görevini en iyi şekilde yaptığını zannediyor. Mehmet Akif vaazında böylelerine şöyle sesleniyor: “Öyle olsaydı, Allah, Müslümanları hiç dünyaya göndermez: Araf 172 inci ayetteki ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ imtihanını atlatanları doğrudan doğruya Cennetine geçirirdi!’

Daha önceki bazı yazılarımızda örneklerini verdiğimiz bazı ulema, menfaatleri uğruna dönemlerinin iktidarlarının (sultanlarının) yağcılıklarını yaparken verdikleri fetvalarla halkı yanlış yönlendiriyor. Diğer bazı ulemaları suçlayarak halkı birbirlerine düşürüyor.

Allah, bu konuda, Kur’an’ında, bizlere Hz. Muhammed’i (s.a.v.) göndermeden önceki insanlardan örnekler veriyor.

Araf 169: “Derken kitabı (Tevrat’ı) miras alan bozuk bir nesil bunların yerini aldı. Bize nasıl olsa mağfiret edilecek diyerek, şu alçak dünya malını alıyorlar, yine onun gibi bir mal ve rüşvet gelse onu da alırlar. Allah’a karşı haktan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden o kitabın hükmü üzere misak alınmamış mıydı? Ve onun içindekileri okuyup öğrenmemişler miydi? Oysa ahiret yurdu Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?”

Ayette, Yüce Yaradan’ın kutsal kitaplarından Tevrat’ı okuyanlar uyarılıyor. Kitabı okuyan bu kişiler, haktan başka bir şey söylememeleri gerekirken, dünya malı için rüşvet dâhil her yola başvuruyorlar. Dünya nimetlerini haksız bir şekilde paylaşırlarken kendilerine mağfiret edileceğini söylüyorlar.

Daha önceki yazılarımızda örneklerini verdiğimiz gibi, Tevrat’ı miras alan bozuk neslin yaptığının aynısını Kur’an’ı miras alan bozuk bir nesil de yapıyor. Onlar da “Müslüman zengin olmalı” sloganı eşliğinde dünya malı peşine düşüyorlar. Rüşveti “ganimet” olarak görüyorlar. Tıpkı, Yahudilerin, kendi soylarından başkasının mallarını helâl görenleri gibi.

Araf 169’da bahsedildiği üzere, kendilerine mutlaka mağfiret edileceğini düşünen Yahudiler gibi, bir takım Müslümanlar da Hz. Muhammed’in şefaat edeceğini ve kalbinde iman kırıntısı olanın Cennete gireceğini söylüyorlar.

Peki aydın geçinenler, halkın önderleriyiz diyenler böyle davranırlarsa, halk hakikati nasıl görecek?

Allah bu hususta bizlere aşağıdaki ayetleriyle yol gösteriyor.

İsra 36: “Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar.”

Zumer Suresi 9: ‘…De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak özü temiz olanlar anlar.’

Demek ki, kimseye bağlı kalmadan kendimiz bilgi sahibi olmaya çalışacağız. Önder olarak bildiğimiz veya yönetici durumundaki insanların söylemlerini ve eylemlerini sorgulayacağız. Sorgulayabilmek, düşünebilmek için de “özü temiz” olmaya çalışacağız. Yoksa Benjamin Franklin’in “Halk yalanla avutanı, gerçekle korkutana tercih eder” sözündeki gibi davranırsak, desteklediğimiz önderlerimizin ve yöneticilerimizin her söylem ve eyleminden sorumlu oluruz.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.