AYDIN VE CAHİL

AYDIN İLE CAHİL AYRIMI, OKUMUŞLUK ORANI MIDIR?

(Not: Bu yazı 2014 yılı mayıs ayında yayınlanmıştı, silindiğinden tekrar veriyoruz)

Tarihin Aydınlattığı Gelecek isimli kitabımın sunuş kısmında, bu konuda çok kısa tanımlama yaptım. Aydın insanın tanımını tarih boyunca düşünürlerin yaptıklarından daha kısa ama aydın olmayı zorlaştırıcı bir üslupla yazdım.

Bu tanıma göre aydın, “dönüştüren insan” idi. Dünya tarihi incelendiğinde, bu anlamda aydın olabilmenin zorluğu anlaşılır. Bu sebeple tanımın sınırlarını, diğer düşünürler gibi, genişletmek gerekir.

Ortaçağın en geniş kapsamlı bilim insanlarından El Biruni’nin (973-1051)aydın tanımı, bu açıdan ey uygun olanıdır. Biruni’ye göre aydın, aklî konulara yönelerek araştırmalar yapar. Görüş ve düşünüşe dayanır. Biruni, aydın insanların “düşünme usulleri” geliştirerek toplumları etkilemeleri gerektiğini savunur.

Hint ve Yunan aydınlarını incelediğinde her ikisinin de aklî konulara yönelerek araştırmalar yaptıklarını söyler. Bu açıdan birbirlerine benzediklerini düşünür. Ancak Hint aydınları içerisinde ilimleri guruplandırıp sınıflandıran filozoflar çıkmadığından ilmi konuların karışık ve hurafelerle dolu olabildiğine hükmeder.

Böyle durumlarda ilk etkilenen dini konular olur. Dini konular çok karmaşık halde sunulmaya başlar. Buna rağmen din adamları bu karmaşıklığa muhalefet ettirmezler. Onların bu baskıların sonunda araştırma ruhu ölür, taklit esas olur.

Tarihin Aydınlattığı Gelecek kitabımda cahil tanımını, “kendisinde bilgi eksikliği olmadığını düşünen” insan olarak yaptım. Bu açıdan bakılınca nice bilginler vardır ki, en cahilden daha cahil olabilir.

Demek ki, aydın ile cahili ayıran okuma fazlalığı değildir. Dolayısıyla aydın denilirken sadece üniversite mensubunun anlaşılması çok yanlıştır. Türkçede söylenen “kişi noksanını bilmesi kadar irfan olamaz” sözü ile yukarıdaki tanımlar birbirlerini desteklemektedir. Eksiklerini görüp tamamlamaya çalışmayan kişi, kendini geliştiremez ve cahil kalır.

Aristo gibi düşünürler demokrasinin iyi işleyebilmesi için, insanların anlayışlarının önemli olduğunu belirtmişlerdir. Zenginlerin ve fakirlerin demokrasisinin işlemeyeceğini iddia etmişlerdir. İyi bir demokrasi için orta hallilerin sayısının artması gerektiğini söylemişlerdir.

Bu düşüncelerinin mantığını, zenginlerin ve fakirlerin duyuları ve menfaatleri doğrultusunda hareket etmeleri düşüncesi oluşturmuştur. Düşünürlere göre, sadece orta halliler akıllarıyla hareket ederler.

Biruni ise, konuya başka açıdan yaklaşmıştır. Ona göre aydın aklıyla hareket ederken halk, duyular alanından çıkmak istemez. Şekilde inat ve ısrar eder.

Günümüzdeki sorun; aydınlar ile halkın, zenginler ve fakirler için söylenen gibi, aynı temelde yani duyular ve menfaatleri doğrultusunda  hareket etmeleridir.

Toplumların gelişebilmeleri ve huzur bulabilmeleri, aydınların halktan kopmadan halkı etkilemeleriyle olur. Aydın, halkın duygularını küçümsememeli, onların içerisindeki ferasetli insanlardan birşeyler almalıdır. Aydın; erdemli davranışları, halkın rahatça anlayabileceği görüşleri ve uygulamalarıyla halkı etkilemelidir.

Eğer aydın olduğunu düşünen bir kişi, halkı iyi yönde etkilemiyorsa, aydın değildir demektir.

Bugünlerde aydınlar ile halkın birbirlerine benzer davranış sergilemelerinin temel sebebi, dünyanın ticari bir hapishaneye dönmeye başlamasıdır. Bu gidiş, insanlığın kendi kendisini kemirmesidir.

Eğer aydınlar görüş ve düşüncelerini menfaat peşine düşmeden erdemlik temeline dayandırırlar ve söylediklerini yaşamaya çalışırlarsa, dünya huzur bulacaktır. Dolayısıyla aydınların artık ellerini taşın altına koymaları gerekir.

Aydın tanımlarından da anlaşılacağı üzere, gerçek aydınlar toplumun her sosyal diliminde olabilir. Onların okumuşluk derecelerini gösteren unvanları olmayabilir. Resmi veya görünür makamlarda olabilecekleri gibi olmayabilirler de.

Kendisini toplumun önderi olarak görmenin ağır sorumluluğunu hissederek mücadele eden herkes, aslında birer aydındır. Dolayısıyla her aydın gibi, örnek bir insan olmaya gayret etmelidir.

Bütün bu önder insanların gayretlerini tetikleyecek olanlar da, “aydın, dönüştüren insandır” tanımına uygun olanlardır.

Bizler sorumluluğumuzun gereğini cesaretle yerine getirmezsek, önce kendimizle çelişiriz. İçimizde fırtınalar kopmaya başlar. Biraz daha gecikirsek, bu defa ileride kendimizi suçlamaktan, kendi kendimizi helâk ederiz.

Aydınız diyenler bu hale düşerlerse, insanlığın da kendi kendini helâk etmesi kaçınılmaz son olur. Ama Yüce Yaradan’ın huzuruna varıldığında, olayların farkında oldukları halde gereğini yapmayan aydın geçinenlerin suçlarının, halka nazaran daha fazla olacağını Kur’an bize haber veriyor.

Rad Suresi 37. ayette Allah, Hz. Muhammed’e hitaben: “Ve işte biz o Kur’an’ı, böyle Arapça bir hüküm olmak üzere indirdik! Kasem olsun ki eğer sen sana vahiyle gelen bir ilimden sonra onların hevalarına (arzularına) uyacak olursan, sana Allah’tan ne bir dost vardır, nede koruyacak.”

Nahl Suresi 25: “Şunun için ki, kıyamet günü kendi günahlarını kâmilen yüklendikten başka, ilimsizlikleri yüzünden saptırdıkları kimselerin veballerinden bir kısmını da yüklenecekler. Bak ne fena yük yükleniyorlar.”

Allah’ım, bizleri sorumluluklarını cesaretle yerine getirerek Sen’in huzuruna yüz akıyla gelenlerden eyle. Geçmiş hatalarımızdan af diliyor ve Sen’in merhametine sığınıyoruz. Bizlere mağfiret eyle. Şüphesiz ki Sen, merhametlilerin en hayırlısısın.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.