MEŞRUTİYET VE CUMHURİYET DÖNEMİ 2

MEŞRUTİYET VE CUMHURİYET DÖNEMİ ÖNDERLERİNİN KARŞILAŞTIRMASI 2

 

Önceki yazımızda, fikir insanlarını karşılaştırmıştık. Meşrutiyet dönemi fikir insanlarının eserlerindeki kalitenin, Cumhuriyet dönemininkine göre daha iyi olduğu kanaatine varmıştık. Elbette Cumhuriyet döneminde de güzel düşünürler var, fakat öncekiler oran olarak daha kapasiteli demiştik. Yoksa Meşrutiyet dönemi yazarlarının da birçok eksikleri, hataları vardı. Fakat onlar, devirlerindeki bilgiye ulaşmanın günümüze göre daha zor olması ve yaşadıkları dönemde devletin çöküşünü gözlemlemeleri dolayısıyla hızlı düşünmeleri zorunluluğu sebebiyle mazur görülebilirler.

Nitekim 1833 yılında, Osmanlı Devletinin bir valisi olan Kavalalı Mehmet Paşanın oğlu İbrahim’in komutasındaki bir ordu, Mısır gibi uzak diyarlardan gelerek, koca devletin ordusunu Konya’da yenmiş ve İstanbul’a ilerlemeye başlamıştı. İngiliz ve Fransızlar duruma ilgisiz kalmışlardı. Padişah ve devlet erkanı, son çare olarak, “denize düşen yılana sarılır” diyerek, son dönemlerdeki ezeli düşmanları Ruslardan yardım istemişlerdi. Koca İmparatorluğu, uzak bir yerdeki valisinin oğlunun elinden Rusya kurtarmıştı.

Tabii Rusya da, bunun karşılığını almak için harekete geçmişti. Ruslar, Kudüs’teki Ortadokslara haklar verilmesini istemiş, aksi takdirde Osmanlı Devletini bitireceklerini ima etmişlerdi. Valisi ile başa çıkamayan bir devletin, Rusya ile baş etmesi düşünülemezdi. 1828-29 yılında yaşananlar daha tazeliğini koruyordu.

Koca İmparatorluk, bu durumdan kurtulabilmek için Mustafa Reşit Paşa vasıtasıyla, Fransız ve İngilizleri ikna etmeye çalıştı. İngiltere henüz Hindistan’ı tam işgal etmemiş ve dünya siyasetine ağırlığını koyacak duruma gelmemişti. Osmanlı Devletinin yöneticileri, onları ikna etmeyi başardılar. Devletlerini yıkılmaktan kurtardılar. Fakat karşılığında 1839’da Gülhane Hattı Humayun’u ilan edildi. Bu olaydan sonra devletin bütün politikası, güçlü devletler arasındaki rekabeti takip etmek, böylece devletlerini yıkılmaktan kurtarmak oldu.

İlk defa Mustafa Reşit Paşa’nın ciddiyetle uygulayarak devletin kurtulmasını sağladığı bu denge politikasını, diğer bütün padişahlar da takip ettiler. Artık, denge politikasını en iyi takip eden padişah, en başarılı padişah haline geldi. (Nitekim, II. Abdülhamit Han’ı övenler, onun eğitimde yaptığı güzel işleri görmezler, sadece uyguladığı denge politikasını methederler. Hâlbuki, bu denge politikası, belki devleti ayakta tutmuştur, ama son yüzyıldaki en büyük toprak kaybı, onun zamanında meydana gelmiştir. Fakat eğitimdeki güzel işleri sayesinde yetişen gençler, yıkılan devletin yerine yenisini kurmuşlardır. Ülkenin şanssızlığı, II. Abdülhamit Han ile bu gençlerin birbirlerini düşman gibi görmeleri, uzlaşmamalarıdır.)

Rakip devletler arasındaki rekabeti kullanma siyaseti, sahneye Almanya’nın çıkıp güçlendikten sonra dengeleri bozmasına kadar, kör-topal, devam etti. 1908 de Reval’de Almanlara karşı ve Osmanlı topraklarını paylaşma hususunda bütün devletler anlaşınca, (bunun sebepleri üzerine çeşitli yazılarımızda değinmiştik) bizim denge politikamız bir işe yaramaz hale geldi. Bu durumda tek sarılınacak güç olan Devletin ordusunun, ne kadar güçsüz olduğu acı bir yenilgiyle anlaşıldı. Uzak bir valisinin oğlu karşısında alınan onursuz yenilginin daha beteri, bu defa I. Balkan Savaşında yaşandı.

Çünkü başta padişahlar olmak üzere devleti yönetenler, sadece dışarıdaki güçlü devletlerin kapılarını aşındırmışlar, böylece ülkelerini ayakta tutmaya çalışmışlardı. Fakat bu dönemde; kendi ordularının, ekonomik ortamlarının, sanayilerinin, eğitim sistemlerinin iyileşmesi için çok az şey yaptıkları, dolayısıyla, kötüye gidişin daha hızlandığı anlaşılmış oldu. 1854’ten itibaren alınan borçların çoğu, üst tabakanın daha lüks yaşaması için harcandı. Yine de borçların bir kısmıyla, Sultan Abdülaziz döneminde, deniz kuvvetleri yenilendi. Fakat bu donanmanın bir bölümünü bile, Plevne Savunması sırasında yardıma gönderme basireti gösterilmedi. Bu duruma itiraz eden Şıpka Geçidi kahramanı Süleyman Paşa, II. Abdülhamit Han ve ekibi tarafından görevden alındı. Plevne’deki Gazi Osman Paşa ise, kaderiyle başbaşa bırakıldı. 1878 yılında Plevne düşünce, Ruslar İstanbul Yeşilköy’e kadar hiç mukavemet görmeden geldiler. İstanbul’un işgalini ve devletin bitmesini, ağırlıklı olarak, İngilizler önledi.

1833’teki yenilgiden sonra devleti, önce Rusya, sonrasında İngiltere ve Fransa kurtarmıştı. Fakat I. Dünya Savaşı çıkararak Osmanlı Devletini pay etmek isteyenler, bu defa bizi kurtaran devletlerin hepsi idi. Yani eski rakip devletler, hep birlikte Osmanlı Devletini boğmaya gelmişlerdi. Artık, bizi onlardan kurtaracak bir devlet de, görülmüyordu. Çünkü bu güçlü devletler, yeni rakip Almanya’yı, karadan ve denizden sardıklarını düşünüyorlardı. Ayrıca ABD’nin maddi desteğini de almışlardı. (Not: Bu durumdan Türkleri kurtarabilecek tek güç, Yüce Allah idi. Çünkü savaşı Almanya kazansa bile, benzer tehlike vardı. Nitekim Yüce Yaradan, aşağıda bahsedeceğimiz isimlerin dürüstlüğünü görünce, onları destekledi. Tarihsel bir kalıntı yapılmak istenilen millet, yeniden hayat buldu.)

Büyük devletler, bu heyecanla ve güle oynaya, Çanakkale boğazına geldiler. İstanbul’u işgal edip, Rusya’ya yardım ulaştıracaklardı. Fakat beklenmedik şeyler oldu. Öldü dedikleri insanlar, Çanakkale destanını yazdılar. Dönemin en güçlü devletleri, hem denizde hem de karada yenildiler.

Biz de bu yazımızda, batmakta olan devletin yerine, sağlam temellere dayanan yeni bir devlet kuran bu genç önderleri irdelemeye çalışacağız.

Meşrutiyet döneminin önderlerini inceledikçe görüyoruz ki, bu insanların hemen hepsi birkaç dil biliyorlar. Hem Batı dillerinden birini hem de Doğu dillerinden birini biliyorlar. Sürekli kitap okuyorlar. Okudukları kitapların bir kısmı ilk kaynaktan, tercüme değil. Cephelerdeyken bile kitap okuyanları var. Bilgisine güvendikleri yabancı insanlarla mektuplaşıyorlar. Mektuplarında, hem dünyanın genel siyasi durumu üzerinde fikir beyan ediyorlar, hem de insanlığın geleceğiyle ilgili fikri tartışmaları yapıyorlar.

İnceledikçe yine farkediyoruz ki, bazı önderler, hem devlet yöneticisi hem de aynı zamanda eserleri olan fikir insanı konumundalar. I. Meşrutiyetin önemli isimlerinden Ziya Paşa ve 1917 yılına kadar sadrazamlık yapan Sait Halim Paşa, böylesine kabiliyeti olan insanlardan en meşhur olanlarıdır.

Abdülhamit’in açtığı eğitim kurumlarında yetişen devlet adamlarının içerisinden, öne çıkmış olanların bir çırpıda sayabileceklerimiz şunlar: Enver Paşa, Mustafa Kemal Atatürk, Cemal Paşa, Talat Paşa, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Rauf Orbay. Ancak bu saydığımız isimler, sadece ön safta olanlardır. Yoksa bunların arkalarında destekçileri olan çok fazla sayıda kaliteli insan olmasaydı, yeni bir millet ve yeni bir devlet kurulamazdı.

Yukarıdaki insanlari çeşitli yönlerden eleştirmek mümkündür. Bu kişiler de birbirlerini eleştirmişlerdir. Ancak eleştirilecek yönlerinin olması, onların güzel vasıflarını örtmez. Bu insanların ortak özelliklerinin bazısını yukarıda ifade ettik. Birkaç dil bilmeleri, çok kitap okumalarından, cephedeyken bile okumayı bırakmadıklarından bahsettik. Bu saydığımız özelliklere hepsi sahip değildi. Fakat hepsinin ortak özelliği, dürüst olmalarıydı. Kendi menfaatlerini zerrece düşünmeden, ülkeleri için ve canlarını feda edercesine mücadele etmeleriydi. Bu mümtaz insanlar, dünyadaki olayları iyi süzebilecek bilgi seviyesinde olduklarından, hataları olmalarına rağmen, sonunda bir milleti diriltmeyi başardılar. Tarihin şahit olmadığı bir inkilâbı gerçekleştirdiler. Türk İnkilâbı oluşturdular.

Ne Roma İmparatorluğunun yıkılışında, ne Fransa’daki numaralandırılan Cumhuriyetlerde, ne İngiliz İmparatorluğunun kuruluşunda, ne ABD’nin kuruluşunda, ne Almanya Devletinin ortaya çıkışında, ne Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun yıkılışında, ne SSCB’nin kuruluşunda ve yıkılışında, ne Mao Devriminde, böylesine bir köklü inkilâp yaşanmadı. Bir milletin yeniden doğuşu gibi önemli bir gelişme sağlanamadı. Belki alfabe değiştirilmesi, dilin sadeleştirilmesi gibi hususlarda aceleci davranıldığı, zamana yayılmadığı için yanlışlıklar yapıldı, fakat, yeniden bir yapılanma sağlandı.

Cemil Meriç “çürümüş bir toplumdan dev çıkmaz” der. Meşrutiyet döneminde, dünya çapında devler çıkmadı, fakat günümüzle kıyasla, çok sayıda ülke çapında dev yetişti. Tarihten silinmek istenilen bir milleti dirilterek, yeni devleti, Cumhuriyet şeklinde onlar kurdu. Eğer Cemil Meriç’in sözüne katılırsak, demek ki Meşrutiyet döneminde henüz toplum tam çürümemiş. Günümüzde ülke çapında bile devler pek çıkmadığına göre, toplumda çürüme artmış.

Küreselleşen dünyamızda, Türkiye’nin yaşadıkları diğer ülkelerin çoğunluğu için de geçerlidir denilebilir. Çünkü küreselleşme, daha çok, şahsi menfaatleri kollama mücadelesine dönüştü. Menfaati peşinde koşan insanlar, ne kadar bilgili olurlarsa olsunlar, milletlerine ve insanlığa faydalı olamazlar.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.