MEŞRUTİYET VE CUMHURİYET DÖNEMİ 1

MEŞRUTİYET VE CUMHURİYET DÖNEMİ FİKİR İNSANLARININ KARŞILAŞTIRMASI 1

 

Yazımızın konusu, Türklerin 150 yıldır yaşadıkları fikri ortamın irdelenmesidir. Osmanlı Türk Devleti’nin ayakta kalabilmek için çırpındığı dönem ile bu mücadelenin sonunda kurdukları Cumhuriyet dönemi incelenecektir. Bizim, başka halklarla ilgili olarak böyle bir araştırma yapmamız, en hafif deyimiyle, izansızlık olur. Ancak her millet, bu karşılaştırmanın benzerini kendi tarihlerinin uygun kesitleriyle yaparsa, ihtimaldir ki, benzer neticelere ulaşacaklardır. Çünkü 1850 li yıllardan itibaren dünyamız önderler açısından küreselleşmeye başladı. Bu demektir ki, o tarihten beri her milletin önderleri, ya etkilendiler, ya da etkilediler.

Bu yazımızda fikir insanlarını karşılaştırmaya çalışacağız. Sonraki makalemizde ise, yönetim kademesindekileri ele alacağız. Ancak bilinmelidir ki, bizim incelememiz insanları yargılamak için değildir. Bir durum tespiti yaparak, insanların, sebepler üzerinde fikir yürüterek düşünmelerini sağlamaktır. Yoksa her insanın neler yaptığını, yanlışlarını, güzelliklerini Yüce Yaradan bilmektedir. Yargılama sadece ve sadece Allah’ın uhdesindedir. Biz, Yüce Yaradan’ın bize verdiği akıl, vicdan ve irademizi kullanarak, tarihten ders çıkarmaya çalışacağız.

Şimdi Meşrutiyet döneminin fikir insanlarının bazılarının isimlerini ele alalım. Bu mümtaz insanların neler yaptıkları, yazımızın konusu değildir. İsteyenler, bilgilere kolayca ulaşabilir.

Abdülhak Hamit (1852-1937), Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962), Ahmet Haşim (1883-1933), Ahmet Mithat Efendi (1844-1912), Celal Nuri İleri (1877-1939), Cevdet Paşa (1822-1895), Ebuzziya Tevfik (1849-1913), Namık Kemal (1840-1888), Neyzen Tevfik (1878-1953), Mehmet Akif Ersoy (1873-1936), Rıza Tevfik (1869-1949), Tevfik Fikret (1867-1915), Ömer Seyfettin (1882-1918), Ziya Gökalp (1876-1924), Fatma Aliye (1862-1936), Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958), Muallim Naci (1850-1893), Şehbenderzade (Filibeli) Ahmet Hilmi (1865-1914), Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983), Peyami Safa (1899-1961), Nazım Hikmet (1902-1963)

Yukarıdaki fikir insanları birbirinden farklı düşünen kişilerdi. Hattâ bazıları, birbirleriyle karşılıklı olarak düşünce savaşı yapmışlardı. Bilhassa Mehmet Akif Ersoy ile Tevfik Fikret ve Peyami Safa ile Nazım Hikmet arasındaki atışmalar çok şiddetli imiş. Cemil Meriç,, bu kişiler arasındaki tartışmaların, günümüze yansımalarını çok garip bulur. Ona göre, Tevfik Fikret ve Nazım Hikmet varlıklı aristokrat çocukları oldukları halde, Türkiye’de onlara sol kesim sahip çıkmıştır. Mehmet Akif Ersoy ve Peyami Safa, maddeten güçsüz ailelerden gelmelerine ve sömürgeciliğe karşı net tavır sergilemelerine rağmen, sağ kanat sahiplenmiştir.

Peyami Safa ile Nazım Hikmet’in yaşadığı dönem, diğerlerinden sonradır. Dolayısıyla kavramların karıştırıldığı devrede yaşamışlardır. Paşazade Nazım Hikmet’in, Türkiye’yi terk edip SSCB’ye (Rusya) gitmesi de bu algılamayı güçlendirmiştir.

Belki Türkiye’deki sağ ve sol kavramları ile Avrupa’daki farklı olduğundan böyle olmuştur diye düşünülebilir. Ama daha etkili sebep, iki tarafın da günümüzdeki taraftarlarının, savundukları yazarların fikirlerini anlamamalarıdır. İki taraf da, söylenenleri ciddiyetle irdelememiştir. Yazarları ve fikir insanlarını, kendi ideolojilerinin bakış açısıyla değerlendirmişlerdir. Ya toptan reddetmişler ya da toptan bağırlarına basmışlardır. Bu hal bile, Cumhuriyet döneminde yetişen insanların olaylara bakışlarının daha sığ olduğunu gösterir.

Eğer bu sağ-sol algılamasından maksat, konuya dini açıdan bakmak ise, bu bakışın yanlışlığını, 1915 yılında Türkocağında konuşurken, ölüm döşeğindeki Tevfik Fikret’i savunan feylesof Dr. Rıza Tevfik, “iman bir şekil meselesi değildir, kişinin davranışlarına ve amellerine bakmak gerekir” diyerek ortaya koyar. Rıza Tevfik’in, bahtsız bir şekilde Sevr anlaşmasını imzalamış olması, onun bu konudaki sözlerinin yanlış olduğuna işaret etmez. Bir insan, namaz kılıyor diye dindar, içki içiyor diye kâfir olamaz. Eğer, “sağ” demekten maksat, dindarlık nitelemesi ise, bunun ölçüsünü net bir şekilde koymak zor. Ölçüyü sadece, Allah tayin eder. Biz insanların davranışlarına ve amellerine bakarak fikir yürütebiliriz.

Konuya bu açıdan bakınca Meşrutiyet dönemi fikir insanları ile sonrakilerin farkı ortaya çıkıyor. Bu farkın oluşmasının sebeplerinden biri, bilhassa 1800’lü yıllarda dünyaya gelenlerin, hem batı dillerinden hem de aynı zamanda doğu dillerinden bir veya birkaçını çok iyi derecede biliyor olmalarıdır. Böylece hem geçmişlerini ilk kaynaklarından inceleyebiliyorlar, hem de Batının fikir insanlarını yine ilk kaynaktan takip edebiliyorlardı.

Günümüz insanında ise böyle bir durum yok. Belki bu durumun bir sebebi, yazımızdaki ani değişiklik ve akabinde dilimizdeki sadeleştirme hastalığına tutulmamızdır. Sebebi ne olursa olsun, günümüzde toplumun önündeki aydınlarımız, ya sadece Batı dili veya çok az saydakiler de, yalnızca Arapça biliyorlar. Hattâ birçoğu bunlardan birini bile bilmiyor. Diyelim ki tarih içerisinde Türk ve Ermeni ilişkilerini araştırıyorlar, ama ne Ermenice biliyorlar ne de Osmanlı kaynaklarını birinci elden takip edebilecek donanıma sahipler.

Dil bilmeyenlerimiz, bu açıklarını kapatabilmek için, farklı düşüncedeki yazarların eserlerini inceleyebilirler. Fakat bunu da yapmıyorlar. Kendilerinin düşüncelerine yakın gördükleri insanların eserleriyle yetiniyorlar ve karşı tarafı bu kısır bilgiyle suçluyorlar.

Ayrıca Meşrutiyet dönemi ziyalılarının hemen hepsi de, ülkenin gidişatının kötü olduğunu görüyor ve çözüm arıyorlardı. Dolayısıyla, yazıları birbirini karalamaktan ziyade, çözüm teklif etmeye yönelikti. Meşrutiyet dönemi yazar ve fikir insanlarının içerisindeki kendi menfaatini ön plana alanların oranı, günümüz insanlarınınkine göre, muhtemeldir ki, onda bir oranındadır. Yani günümüz yazar ve fikir insanlarının büyük çoğunluğu, günlük kazanç peşindedir. Hâlbuki Meşrutiyet dönemindekiler, kendi kapasiteleri ölçüsünde, ülkenin sorunları için çözüm peşindeydiler. Belki fikirlerinden dolayı suçlandılar, ama nezaketlerinden çok az taviz verdiler. Birbirlerine verdikleri çok sert cevaplar bile, günümüze göre, nazikane yazılar olarak değerlendirilebilir.

Meşrutiyet dönemi insanları arasında, yukarıda ismini zikredemediğimiz çok sayıda güzel şahsiyetler daha vardı. Bunların bazıları, yazılı olarak çok az eser verdiler. Hâlbuki bilgi ve gözlem açısından okyanus gibiydiler. Bu insanlar, evlerinde yaptıkları sohbet toplantıları ile, çok sayıda insanın yetişmesine vesile oldular. O nesillerin sohbet toplantısı alışkanlığını, günümüzde de devam ettiren son güzel insan, merhum Yılmaz Öztuna idi. Malesef günümüzde böyle insanlar ya yok, yahut da ortaya çıkamıyorlar. Meydana çıkamamalarının bir sebebi, siyasi yöneticilerle ters fikri savunurlarsa, cezalandırılmakta olmalarıdır. Diğeri ise, bilhassa internet sayesinde herkesin kendini “âllame” olarak görmesidir. Kendini böyle gören insanlar, sadece ileri yaştakiler değildir. Gençler de benzer tuzağın içerisine düşmüş durumdalar. Artık, kendilerinin her şeyi bildiğini, bilgiye ihtiyacının olmadığını düşünenler, hergün hızla artmaktadır.

Meşrutiyet dönemi fikir insanlarının genel bilgi seviyesi, günümüz aydınlarına göre daha yüksek idi. Belki de günümüz insanı günlük geçim derdine daha düşkün olduğundan, dar alanda bilgi sahibi olmayı yeğliyor. Belli bir konuda ihtisaslaşmış gibi göründüğü veya kendi anlayışındaki insanların ruhlarını okşadığı için, eserleri daha çok para kazandırıyor. Ama maalesef fikirleri daha sığ kalıyor.

Bizim yukarıdaki karşılaştırmamız, Meşrutiyet döneminde kapasiteli olan fikir insanlarının günümüze göre, oran olarak daha fazla sayıda olduğunu ortaya koymak içindir. Yoksa günümüzde de, güzel insanlar vardır. 2000 li yıllardan itibaren, arayış içerisine giren aydınların sayısı artmaya başlamıştır. Eğer bunlar, kendilerini, Meşrutiyet dönemi insanları gibi yetiştirirler, kendi menfaatlerini değil de insanlığı düşünürler ve bilgilerini insanlarla tevazu içerisinde paylaşırlarsa, bundan sadece Türkiye değil, insanlık da kazançlı çıkar.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.