İSLÂM’DA SORGULAMA KONUSU ÜZERİNE

İSLÂM, OLAYLARI SORGULAMAMIZI İSTER, FAKAT…

 

Bu sitede daha önce yayınladığımız “Kur’an’da Akıl ve Düşünce” başlıklı makalemizde, “Kur’an da çok geçen sözlerin “hiç akıl erdirmez misiniz?” ve “hiç düşünmez misiniz?” olduğunu belirtmiştik. Kur’an’ın, akıl yürütme ve düşünmenin önemi üzerinde durduğunu vurgulamıştık. Bu yazımızda, konuya yine Kur’an ayetleri üzerinden giderek farklı bir açıdan yaklaşmaya çalışacağız.

14 İbrahim Suresi 10: Peygamberleri dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan, Allah hakkında da şüphe mi var? O, sizi günahlarınızı bağışlamak için çağırıyor ve belirlenmiş bir süreye kadar size müsaade ediyor.” Onlar da: “Siz sadece bizim gibi bir insansınız, bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. O halde bize apaçık bir delil getirin!” dediler.

Ayetin başlangıcında, peygamberler, kendi yaşadıklarından dolayı Allah’ın varlığına neredeyse (Bakara 260’da görüldüğü gibi) şahit olacak ölçüde inandıkları için, gayet rahat ve net ifadeler kullanıyorlar. Fakat peygamberlerin yaşadıklarını bilmeyen insanlar, sorguluyorlar. Ancak onların sorgulamaları, sadece itiraz şeklinde kalıyor. Araştırma yapmıyorlar. Düşünmüyorlar. Geçmiş peygamberlerin haberlerini araştırmıyorlar.

Peygamberler de, sadece itiraz eden ve sorgulamayan bu insanlara şöyle cevap veriyorlar:

14 İbrahim Suresi 11: “Peygamberleri onlara dediler ki: “(Evet) biz ancak sizin gibi bir insanız, ama Allah kullarından dilediğine nimetini lütfeder. Ve Allah’ın izni olmadıkça bizim size bir delil getirmemize imkan yoktur. Müminler ancak Allah’a dayansınlar.”

  1. “Bize yollarımızı göstermişken neden biz Allah’a dayanıp güvenmeyelim? Elbette bize yaptığınız eziyetlere katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.”

Yukarıdaki ayetlerde, peygamberler, söyledikleri konularda kendilerinin delil getirme yetkilerinin olmadığını beyan ediyorlar. Buna karşılık, çok önemli bir şey söylüyorlar. “Bize inanmayıp, bize eziyet ve işkence etseniz bile, sizlerin her yaptığına katlanacağız, çünkü Allah bizi doğru yola iletmişken dönmeyiz” diyerek insanların düşünmeleri gereken bir durumu açıklıyorlar.

Peygamberlerin sözlerini sorgulayan insanların amacı, eğer sadece itiraz etmek olmayıp, durumu gerçekten irdelemek olsaydı, bu sözler üzerine düşünürlerdi. Kendilerine şu soruları sorabilirlerdi. Acaba hangi insan, kendisine dünyevi mal, mülk, saltanat verilmeden, diğer insanlara kafa tutar ve onların yapacakları işkencelere razı olur? Eğer böyle bir insan düşünülemezse, dünyevi nimetleri reddedip işkence çekmeye razı olan bu insanlar, dünyaevi nimetlerden daha büyük bir mükâfat olarak ne bekleyebilir? Peygamberlerin kendi rızaları ile içine girdikleri böyle bir durumu izah edecek kelime bulmak mümkün mü?

İçten pazarlıklı olmayan her insan, bu gibi soruları sorgulayarak gerçeklere ulaşabilir. En azından körü körüne itiraz etmenin yanlışlığını anlar.

Aşağıdaki ayetler, bir peygamber olan Hz. Musa’nın başından geçen bazı olayları anlatır. (Kur’an olayları anlatırken “Musa, beraberindeki gence şöyle demişti” ifadesini kullandığına, gencin, balığı hatırlamamı bana şeytan unutturdu dediğine ve Hz. Musa, ilim sahibi insanı aradığına göre, muhtemeldir ki, bu olaylar peygamberliği döneminde yaşanmıştır.) Hz. Musa’nın, Allah’ın ilim verdiği bir insan ile olan yaşadıklarının, bizim yazımızın konusuyla bağlantılı olan tarafını irdeleyebilmek için, ayetleri sırayla aktardık.

18 Kehf Suresi 66: Musa ona: “Allah’ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” dedi.

67: (O) dedi ki: “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin.”

68: “İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?”

69: Musa: “İnşaallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim” dedi.

70: (Adam) dedi ki: “O halde bana tabi olacaksın; ben sana sırrını anlatmadıkça, hiçbir şey hakkında bana soru sorma!”

71: Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul gemiyi deldi. Musa, ona şöyle dedi: “Geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın.”

72.(O) “Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi.

73: Musa dedi ki: “Unuttuğum şeyden dolayı beni suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma.”

74: Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında adam hemen onu öldürdü. Musa: “Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu sen çok fena bir şey yaptın” dedi.

75: (Adam) dedi ki: “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?”

76: (Musa) dedi ki: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma! Hakikaten benim tarafımdan ileri sürülebilecek son mazerete ulaştın.

77: Bunun üzerine yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yemek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu doğrulttu. Musa: “İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın” dedi.

78: (Adam) dedi ki: “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.”

Ayetlerde görüleceği üzere Hz. Musa, kendisinden ilim öğrenmek istediği bir kişiye tabi olmak istiyor. Allah’ın ilim verdiği kul, Hz. Musa’nın ilminin daha az olduğunu bildiğinden kabul etmek istemiyor. Çünkü Hz. Musa’nın olayların içyüzünü kavramayacağını ve bu yüzden sabredemeyeceğini düşünüyor. Hz. Musa da ona,sabredeceğine ve onun kararlarına karşı gelmeyeceğine dair söz veriyor. İlim sahibi kişi de Hz. Musa’ya, kendisine tabi olmasını ve olayların sırrını ona anlatmadıkça sabrederek soru sormamasını istiyor. Böylece yola çıkıyorlar.

Yolda karşılaştıkları ilk olayda yaşadıkları, Hz. Musa’nın mantığına yatmıyor. Sabredemeyip soru soruyor. İkinci olayda da aynı şey oluyor. Üçüncü olayda aynı durum olunca, ilim sahibi adam Hz. Musa’ya yaptıklarının iç yüzünü anlatıyor. Fakat onunla yolunu ayırıyor.

Kur’an’da anlatılan bu kıssalardan alınacak hisselerin bir kısmı şunlar olabilir:

Hz. Musa bile olsa, insan yaşadıklarını sorgulamalıdır. Ancak olayların iç yüzü hakkında bilgi yoksa, Hz. Musa da olsa hemen sorgulamamalıdır. Bu öğüt bizim için de geçerlidir. Ya konuya hâkim kişinin, olayları bize açıklamasını beklemeliyiz, ya da olaylar neticelenene kadar sabretmeliyiz. Sonucu gördükten, bazı şeyler daha anlaşılabilir hale geldikten sonra sorgulamalıyız.

Eğer sorgulamamıza önyargıyla başlarsak veya gelişmeleri dikkatle takip edip konunun iç yüzünü anlayacak kadar sabredemezsek, sorgulamamızdan sonuç alamayız. Önyargıyla sorgularsak, inkârcı durumuna düşeriz, helâk olma ihtimalimiz kuvvetlenir. Konunun iç yüzünün anlaşılacağı gelişmeleri beklemezsek, ya mahçup oluruz, ya da ilim sahibi insandan gerçekleri öğreniriz ama onunla yollarımız ayrılır.

Kur’an’da, sorgulama hususunda, doğrudan peygamberleri ilgilendiren başka bir ders daha var. Onu da aşağıdaki ayetlerle anlamaktayız:

2 Bakara Suresi 145: “Celâlim için, sen o kitap verilmiş olanlara, bütün delilleri de getirsen, yine de senin kıblene tabi olmazlar, sen de onların kıblesine tabi olmazsın. Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine tabi değiller. Celâlim hakkı için, sana gelen bunca ilmin arkasından sen tutar da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz, sen de zâlimlerden olursun.”

146: “O kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin âlimleri, onu, o peygamberi, oğullarını tanır gibi tanırlar, böyle iken içlerinden bir takımı gerçeği bile bile gizlerler.”

147: “O hak, Rabbindendir. Artık şüpheye düşenlerden olma sakın!”

Peygamberler, kendilerine gelen bunca ilimden sonra, Yüce Yaradan’dan şüphe duyamazlar. Peygamberlerin, Allah’ı bırakıp, bazı kendini bilmez insanların arzularına uymaları kesinlikle yasaktır.

Eğer, bir peygamber, bir konuda kalben mutmain olmadıysa, bu durumu Allah’a sormalıdır. Başkasına sormamalıdır. Aşağıdaki ayet, kalplerinin yatışması için, peygamberlerin bile, Allah’a soru sorarak  sorgulamalarına cevaz vermektedir:

 2 Bakara Suresi 260: Bir zamanlar İbrahim de: “Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!” demişti. Allah: “İnanmadın mı ki?” buyurdu. İbrahim: “İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye istiyorum.” dedi. Allah buyurdu ki: “Öyle ise kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra (kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da onları çağır, koşa koşa sana gelecekler ve bil ki, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Bu sorgulama normaldir. Çünkü peygamberler, bilhassa başlangıçta, tek başlarınadır ve diğer bütün insanlar karşılarındadır. İnsanlara yaptıklarının yanlış olduğunu, hatalarından derhal dönmeleri gerektiğini söyleyen bu kişiler, bunu yaparlarken Yüce Yaradan’ın peygamberi olduklarına dair ellerinde somut bir delil yoktur. Bu sebeple zaman zaman sıkıntıya düşmüşler, hayal gördüklerini sanmışlardır. Böyle durumlar Hz. Muhammed (s.a.v.) için de oluşmuştur. Kur’an, onun bu hallerini bize anlatmaktadır. Yazıyı uzatmamak açısından, bu ayetleri burada vermeyeceğiz. İsteyen Kur’an’a bakabilir.

Sonuç olarak, olaylar sorgulanmalıdır. Ama önyargıyla değil, araştırıp soruşturmadan değil, sabırsızca davranarak değil, adabıyla, usul ve erkân dâhilinde sorgulanmalıdır.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.