İSLÂM’DA SAVAŞ VE BARIŞ ÜZERİNE

İSLÂM’DA SAVAŞ VE BARIŞ ÜZERİNE

 

Bu sitede yayınladığımız “Savaş ve Barış Üzerine” başlıklı makalemizde, konuyu kavramlar açısından değerlendirerek, fikirlerimizi ifade etmiştik. Bu yazımızda hem daha farklı bir pencereden hem de İslâm açısından irdelemeye çalışacağız.

Bilindiği gibi İslâm, barış ve huzur dinidir. Müslüman bilinen bazı insanların ve devletlerin uygulamalarındaki kimi farklılıklar, bu gerçeği örtemez. Bu sebeple, Müslüman öncelikle kendisiyle barışık olmalı ve kendisi huzur bulmalıdır ki, toplum huzurlu olsun. Müslüman bir fert, kendi iç barışından sorumludur. Aynı şekilde toplumun huzuruyla ilgilenmekle de yükümlüdür. Bu yükümlülük sadece yöneticiler için değil, her bir Müslüman kişi için de geçerlidir.

İslâm’da “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışı yoktur. Hattâ günah seviyesinde hatadır. İslâm’da, her bir Mümin, önce kendisi güzel örnek oluşturmakla yükümlüdür. Sonra çevresine, “Hakkı tavsiye” etmekten sorumludur. Bununla da yetinmeyerek insanlara “iyiyi emir, kötüyü men” etmeye gayret etmelidir. Hülâsa, Allah’ın emirlerini insanlara anlatmak, her bir müminin görevlerinin en başlarında gelmelidir. Hiçbir maddi menfaat gütmeden insanları uyarmaya, onları irşada çabalamalıdır. Dolayısıyla “bana ne” veya “benden önce yöneticiler, yetkililer var, onlar yapsın” demesi mümin olma vasfını kaybetmesine sebep olur.

O halde, bir Müslüman, önce, kendi içerisindeki barışı ve huzuru sağlamak için savaşmalıdır. Kendi nefsiyle savaşarak, kendi içerisinde sulh olmalıdır. Kendi içerisindeki kötülükleri yenmiş ve barışı sağlamış bir Müslüman, çevresine yönelerek, etrafındaki kötülüklerle savaşarak toplumsal barışın sağlanmasına katkıda bulunmalıdır. Her fert bu savaşı, kendi gücü ve kapasitesi nispetinde yapmalıdır.

Bir Müslüman, gücü yettiğince, kötülüğü doğrudan engellemelidir. Buna gücü yetmezse veya konumu farklı ise, diliyle ya da yazılarıyla müdahale etmelidir. Buna da gücünün yetmeyeceğini düşünüyorsa, durumu yetkililere ve ilgililere bildirmelidir. Bilgi vermekle de kalmayarak, sonucu takip ederek gerekenin yapıldığını anlayana kadar uğraşını sürdürmelidir.

Yukarıdaki üç farklı yönteme rağmen, Allah’ın rızasını kazanmak isteyen bir Müslüman, kötülüğü doğrudan engelleyecek gücü kendisinde aramak, bulamadıysa, o güce ulaşabilmek için gayret etmekle yükümlüdür. İslâm’da pısırıklık yoktur. Unutmayalım ki, Yüce Yaradan, kimseye gücünün üzerinde bir yük yüklemez. Toplumsal barışı sağlama yükünü kendiliğinden yüklenen insana da, Allah, yükü kaldırmada yardımcı olur.

Bilindiği üzere bir Afrika atasözünde “bir çocuğu, bütün köy yetiştirir” denilir. İslâm’daki anlayış da buna benzerdir. Ama bir ilavesi vardır. Müdahale çift yönlüdür. Yani hem bütün köy, her bir çocuğun yetişmesi için, hem de bir kişi, bütün köyün barış ve huzuru için çabalamakla yükümlüdür.

İslâm, devletlerarasındaki savaş ve barış ilişkilerini de derinlemesine ele alır. Buradaki anlayış da, fert ile toplum arasında yukarıda bahsettiğimiz ilişkilere benzerdir. İslâm, devletlerarasındaki ilişkilerde de barışı hedefler. Ancak, barışı temin maksadıyla, her an savaşa hazır bir güçte olunmasını, Müslümanların da düşmanın silahıyla silahlanmasını ister. Fakat bu gücü, ganimet uğruna veya şöhret için karşı tarafa saldırmakta kullanmayı yasaklar.

Nasıl, bir insandan, kendi nefsinin aşırı arzularına ve başkalarına zarar verebilecek isteklerine karşı cihat etmesi istenildiyse, İslâm ordusundan da, kendisini savunma, zulmü ortadan kaldırma, Hak ve Adaleti tesis etme maksadıyla savaşması istenilir.

Hakkı ve Adaleti tesis etmek isteyenler, mücadeleleri sırasında yukarıdaki anlayışa uygun davranmaya çalışmalıdırlar. Gerek bir bölgede gerekse dünyada, barışı tehdit eden, kötülük tohumları eken guruplar ve devletler olursa, bunlar önce uyarılmalıdır. Kendilerini düzeltmeleri için fırsat tanınmalıdır. Bütün ikazlara ve gösterilen hoşgörüye rağmen, inatla kötülük peşinde koşanlar ise cezalandırılmalıdır. Bu uygulama, Yüce Yaradan’ın Kur’an’daki anlatımına uygundur.

Nasıl fertler, toplumda huzurun sağlanması hususunda sorumlu iseler, Hak ve Adaleti tesis etmekle yükümlü güçler de, aynı sorumlulukla hareket etmek durumundadırlar. Müdahale için kötülerin hareket etmelerini beklemek, takdir edilen bir davranıştır. Fakat bazen masum insanların ölmesini önlemek ve barışı korumak için, harekete geçmelerini beklemek gerekmez. (Enfal 8/58) Yeterli bilgi toplanmış ve yapacakları kötülüklerin planları öğrenilmişse, hemen durum istişare edilir. Cezalandırmak için ortak bir kanaat oluşursa, kötülük yapacakların hareket etmelerini beklemek yanlış olur. Bilhassa, defalarca uyarılanlar, söz verdikleri halde bozanlar veya onların şürekâsı bu kötülükleri planlıyorlarsa, hiç beklemeden ve aniden cezalandırılmalıdır. (Tevbe 9/12). Kötülük peşindeki bu insanlara, geçmişte yapılan ikazların dozuna göre, cezanın şiddeti artırılabilir. Nitekim böyleleri için, Allah’ın helâk cezası, ansızın gelmiştir. Cezalandırma işlemi, kötülük planlarından gerçekten haberi olmayanlara uygulanmaz. Haberi olmasına rağmen planlayanlarla birlikte hareket etmeyenler ise, bildiklerini haber vermedikleri için, son defa uyarılır.

Her şeyi bilen Yüce Yaradan, kendilerini düzeltmemekte ısrar ederek kötülük yapmayı sürdürenleri helâk ederken, haksızlık yapmamıştır. (Yunus 10/44) Biz de haksızlık yapmamak için, elde ettiğimiz bilgileri aramızda hızla istişare etmeliyiz. İstişare sonunda bir karar aldıysak, Allah’a tevekkül ederek kararımızı uygulamalıyız. (Ali İmran 3/159) İlgili kurullarda istişare edildikten sonra adım atılırsa, Kur’an’daki savaş ve barış anlatımlarına uygun bir davranış sergilenmiş olunur.

Diğer taraftan, eğer, ikazlara uyarak kendilerini düzeltirlerse, artık, barış sağlanmış demektir ve onlara dokunulmaz. (Enfal 8/61). Af dileyerek kendini düzeltip güzel işler yapanlara, eski yaptıklarını bahane ederek saldırmak, İslâm’a göre zalimliktir. Bize saldıranlara karşı da olsa, haksız saldırıda bulunmak da İslâm’a aykırıdır. (Bakara 2/190)

Sonuç olarak, İslâm, bir barış ve huzur dinidir. Yüce Yaradan, bizi, barış ve huzuru hem kendi içimizde hem de toplum hayatımızda sağlamakla yükümlü tutmaktadır. Kendi nefsimize karşı savaşta, Yüce Yaradan’ın yol göstericiliğine ve desteğine ihtiyacımız vardır. Toplumsal huzurunu ve barışı sağlamak için de, hem Onun desteğine ve yol göstericiliğine, hem de güçlü olmaya ihtiyacımız vardır. Kendiliğimizden başarma ihtimalimiz zayıftır. Allah, gerek kendi içimizde ve gerekse toplum hayatımızda barış ve huzuru sağlamak için mücadele etmek isteyen ve gayret gösteren her insana, yol gösterecektir inşallah.

Bu yazı Dini, Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.