DÜNYA KÜRESELLEŞTİKÇE ÇALIŞMA SAATLERİMİZ ARTIYOR

DÜNYA KÜRESELLEŞTİKÇE ÇALIŞMA SAATLERİMİZ ARTIYOR

 

Günümüzden yüz yıl önce fikir beyan eden ekonomistler, yaşadığımız şu günlerde haftalık çalışmanın 15 saate ineceğini iddia ediyorlardı. O dönemin en meşhur ekonomisti olan Keynes, bu hususta başı çekiyordu. Şu günlerde yaşayan bizlerin en büyük sorununun can sıkıntısı olacağını vurguluyorlardı. 1929 daki büyük ekonomik buhran için çözüm ürettiği zannedilen, bu nedenle dünya çapında üne kavuşan John Maynard Keynes, böyle düşününce diğerlerinin farklı fikir beyan eden pek çıkmadı. Farklı düşünenler olmuşsa da, o günlerin yaygın fikrine ters düştüklerinden, “cahillikle” suçlanarak susturulmaları ihtimali kuvvetlidir. Çünkü o dönemde sadece ekonomistler değil, bazı siyaset bilimcileri ve politikacılar da aynı fikri paylaşmakta beis görmüyorlardı.

Böyle düşünmelerinin kökeni eskilere dayanıyordu. Karl Marks da, boş vakitlerimizin çok olacağı bir dünya hayal ediyordu. ABD’nin kurucularından olan Benjamin Franklin de, günün birinde, günde dört saat çalışmanın yeterli olacağını söylüyordu.

Gerçekten de, bilhassa maddeten kalkınmış ülkelerden başlamak üzere, çalışma saatleri azalmaya devam etti. Ancak 1980’li yıllarda, çalışma saatlerindeki düşüş durdu. 1990’lı yıllarla birlikte, tekrar artmaya başladı. Resmi olarak haftalık çalışma saati süresi (mesai) artmıyor. Fakat çalışılan süre artıyor.

Gelecek plancıları, insanların boş vakitlerinde neler yapmaları gerektiği konusunda tartışıyorlardı. Boş vaktin ahlâksızlık, aylaklık, kişisel şiddette artış gibi sorunlar çıkaracağını bahsedenler çoğunlukta idi. Bazıları ise, 2000’li yıllardaki bir erkeğin, evinde eşiyle sohbet keyfi yaşayacağını düşlemişti. Fakat tam tersi oldu. Kadınlar da iş hayatına girdi. Kalkınmış ülkelerde, kadınların maaş almaya başlamalarının sonucunda aile gelirlerine katkısı, 50 yıl öncesinde %5 civarında iken %40’lara tırmandı. Bu durum gelişmekte olan ülkelerde de değişmeye başladı. Dolayısıyla evde sohbet yapacak zamanları azaldı. Çünkü her iki eş eve yorgun gelmeye başladı. Diğer taraftan, Televizyon sektöründeki gelişmeler sonucu, evde iken de sohbet yapılamaz oldu.

İşin ilginç yanı, çalışma sürelerindeki bu artış sadece fakir ülkelerde olmadı, zengin devletlerdeki çalışma miktarları da arttı. Sohbetlerdeki azalma ise, televizyonun girdiği her ülkede mevcut.

Bu durumun sebeplerini irdelediğimizde, çok farklı etkenler olduğunu görüyoruz. Ancak aşağıda belirteceğimiz nedenlerin temelinde yatan gerçeğe bakınca, hepsini “küreselleşme” başlığı altında toplayabiliriz.

Çalışma saatlerimizin artmasının altında yatan en önemli sebep, tüketme hırsımızdır. Bu sitede yayınladığımız bazı yazılarımızda tüketim anlayışımız konusunu irdelemiştik. Günümüzdeki tüketim anlayışının, ihtiyaçtan değil “hava atmaktan” kaynaklandığını ifade etmiştik. Tüketmedeki bu algılama, kredi kartlarıyla birleşince, harcama kalemlerimizdeki sınır kalkıyor. Harcamanın sınırı kalkınca, çalışma saatlerindeki sınır da sürekli üste çekiliyor.

Bundan bir asır önceki “vakit” anlayışı değişti. Vakit, “nakittir” anlayışı hâkim olmaya başladı. Vakit, “nakit” olunca, bu deyiş bizim kamçımız oldu. Hepimizin yaşayarak gördüğü gibi, küreselleşme, insanları, dostluk ilişkilerini geliştirmeye yöneltmedi. Aksine, insanlar arasındaki rekabeti geliştirdi. Rekabet ortamı, tüketimi tetikledi. Sonuçta üst paragrafta ifade ettiğimiz gibi, tüketim de çalışma saatlerimizi artırdı.

Çalışma süremizi artıran bir başka etken, internet kullanımı, akıllı telefonlar ve bilgisayarlardaki gelişmeler. İnternete bağlı akıllı telefonlar ve bilgisayarlar, bizleri mesai saatleri dışında da ulaşabilir yapıyor. Bize ulaşanlar, bizden cevap bekliyorlar. Onlara vereceğimiz cevaplar için çoğunlukla ek çalışma yapmamız gerekiyor. Böylece, mesai dışında da çalışmak mecburiyetinde kalıyoruz. Hem de fazla mesai ücreti almadan.

Çalışma süremizin artmış görünmesinin başka sebepleri de var. Eskiden para karşılığı olmadan yaptığımız bazı şeyler, çağımızda ayrı bir “iş” olarak görülüyor. Bu nedenle karşılığında para kazanıyoruz. Eskiden sanatla, bilimle ve sporla uğraşanlar, bunu hobi niteliğinde görüyorlardı. Dolayısıyla para kazanma hırsıyla yapmıyorlardı. Şimdi ise, neredeyse tamamen bir kazanç kapısı oldu.

Eskiden, vakıflar kurarak veya vakıflarda görev yaparak insanlara yardımcı olmak, hayırsever davranışlar sergilemek parasız yapılan aktivitelerdi. Günümüzde ise, para alınarak yapılmaktadır. Eskiden dostlar, birbirlerinin “psikoloğu” idi. Bu destekleri için hiç para almazlar, belki de kendileri para harcardı. Günümüzde bu işi yapmak da kazanç kapısı oldu. Bütün bu kazanç kapıları, çalışma saatlerimizin artmasına vesile oldu.

Bundan yüz yıl ve daha öncesinde, çalışmanın fakirlerin işi olduğu düşünülürdü. Zenginlerin çalışması ayıplanırdı. Zenginler kendileri çalışmaz, kâhyaları veya yardımcıları aracılığıyla fakirleri çalıştırırlardı. Bu anlayış değişti. Değişmekle kalmadı, günümüzde tam tersine döndü.

Çağımızda, toplumda saygınlık kazanmak isteyen bir kişi, işlerinin çok yoğun olduğundan dem vurmak zorundadır. Çünkü yoğunluk, toplumda saygınlık kazanmanın bir sembolü haline geldi. Bu anlayış, sadece beyaz yakalı çalışanlar için geçerlidir diye düşünenlerimiz olabilir. Fakat öyle değil. Patronlar için de geçerli. Bilhassa teknolojik üretim konularında çalışan patronlar ve çalışanları, yoğun çalışmaktan gurur duyuyorlar. Rutger Bregman’ın aktardığına göre, 1980’lerde Apple çalışanları “Haftada 90 saat çalışıyorum ve buna bayılıyorum!” yazılı tişörtler giyiyordu.

İş yükünün çokluğundan yakınmak, kendini önemli biri gibi göstermenin bir yolu olunca, başkaları da bu yolu kullanmaya başladılar. Çalıştığı iş yerinde akşama kadar doğru dürüst bir iş yapmayıp internette veya sosyal medyada dolaşan gençler de, bu yöntemi kullanıyorlar. Çünkü gençler arasında da, tembellik, işsizlikten daha hor görülüyor.

Keynes ve diğerlerinin çalışma saatleri konusundaki tahminleri şimdilik tutmadı. Ama insanların zenginleyecekleri hususundaki savları, belki de onların düşündüğünden daha fazlasıyla gerçekleşti. Kalkınmış ülkeler eskiye kıyasla çok zenginledi. Orta halli memleketler bile, geçmişlerine kıyasla zenginlediler. Fakat maalesef günümüzün sorunu stres, gerginlik ve geleceğe karşı duyulan belirsizliktir. Yani eskilerin düşündükleri gibi boş vakit sıkıntısı değil.

Bu durumda atalarımızın sorunları ile bizimkiler yer değiştirmiş gibi görünüyor. Atalarımız fakir idiler, ancak, Batıdaki ezilen işçilerin dışındakilerin, bolca boş vakitleri vardı. Biz ise genel anlamda atalarımıza göre zenginiz, fakat Sakıp Sabancı’nın deyimiyle “zaman fukarasıyız”.

Yani bir türlü dengeye gelemedik. Gelecek planlarımızda bu denge konusunu dikkate almazsak, huzur bulmamız çok zor.

Bu yazı YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.