İSLÂM VE FELSEFE

İSLÂM İLE FELSEFE ARASINDAKİ FARK

 

Bu sitede yayınladığımız “Doğu Batı Anlayışları Üzerine” başlıklı yazımızda Avrupalı felsefecilerden bahsetmiş ve söyle yazmıştık:

Schopenhauer, Nietzche ve Michel Henry gibi filozoflar aynı soruyu sormuşlardır: “Yaşam, nasıl oldu da kendi kendini yok eder hale geldi?”

Avrupalı düşünürlerin fikirleri bütün dünyayı etkiledi. Fakat bu etkiler, yaşamı anlamlı kılmak yönünde olmadı. Aksine insan ve insanlar arası ilişkileri perişan etti.

Hâlbuki yaşamın bu duruma düşmesinde, Avrupalı fikir insanlarının etkileri çok büyük olmuştur. Yanılgılarında üç temel bakış hatası olmuştur.

Birinci hata, olayların etmenlerinden sadece birini (bazen ikisini) esas alarak, teorilerini sadece bu etmenin üzerine kurmalarıdır.

İkincisi ise, olayların sadece bir dönemini, yani bir kesitini ele almaları ve teorilerini bunun üzerine inşa etmeleridir.

Üçüncüsü, dar bir bölge içerisindeki gelişen olayları irdelemeleridir.

Felsefecilerin üç farklı hatalarını açıklamaya çalıştıktan sonra, yazıyı şöyle bitirmiştik:

“Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür. Kimisi kendisiyle çelişen, kimisi kısa süre sonra eleştirilen ve kimisi kendi sordukları sorulara bile doyurucu cevap bulamayan düşünürlerin yönlendirmeleri, insanlığın faydasına olmamıştır. Hattâ Nietzche’nin güçlülük istenci gibi anlayışlar, insanlığın aleyhine olmuştur.”

Yine bu sitede yayınladığımız  “Hakkın Yansıması” isimli yazımızda da konuyu bir başka açıdan ele alarak şu ifadeleri kullanmıştık:

“Doğal bilimlerle uğraşanlar, her şeyin hesap üzerine yaratıldığını ve kendi sınırlarının olduğunu deneylerle görürler. Bu sebeple onlar sadece “nasıl” sorusuna cevap ararlar. Felsefe, sosyoloji, psikoloji gibi sosyal bilimler ise, “niçin” sorusuna cevap arama iddiasındadırlar. Hâlbuki “niçin” sorusuna cevap vermek dinlerin ve Yüce Yaratıcının işidir. Nitekim felsefeyi en iyi tanımlayan söz “felsefe yapmak, yolda olmaktır” deyimidir. Dolayısıyla felsefe sürekli cevap alamaz. Cevabı bulduğunda felsefe biter.

Sorulacak asıl soru, günümüzde insanlığın huzuru için neler yapılabileceğidir. Bu sorunun tılsımlı bir cevabı yoktur. Ama yapılabilecek çok farklı alanlarda ve çok sayıda uygulamalar vardır.”

Diğer bazı yazılarımızda da konuyla bağlantılı fikirlerimizi belirtmiştik. Hepsinde de ulaştığımız sonuç,  dünyanın her yerinde edilgen, kimliksiz ve “iki arada, bir derede” şeklinde tabir edilecek “ne o, ne öteki” olamayarak arada kalmış insan sayısı hızla artmakta olduğudur. Bu sebeple fazla örnek vermeden yazı başlığımızı doğrudan ilgilendiren farkı irdeleyeceğiz.

İslâm ile felsefe arasındaki temel fark, felsefenin normlarının soyut olması, hattâ normunun olmamasına karşılık, İslâm’ın somut normlarının olmasıdır. Felsefenin normlarının soyut olması, çoğu zaman, aynı felsefecinin hayatının farklı dönemlerinde birbirine zıt fikirler savunmasına sebep olmuştur.

Hâlbuki İslâm’ın bu yapısı, insanların ikileme düşmelerini engeller. Allah insanları özgür yaratmıştır. Ancak onların yanlışa düşmelerini önlemek için, bazı önemli alanlarda insanlara somut yollar göstermiştir. Böylece her insanın kendi düşüncesine ve menfaatine göre davranarak, toplumu kargaşaya sürüklemelerini engellemeye çalışmıştır.

Yüce Yaradan’ın bizlere öğütlediği sistemde izafiliğe yer yoktur. İzafilik olmayınca, kargaşa da olmaz. Fikri veya fiili kargaşanın olduğu yerde İslâm uygulanmıyor, Kur’an’a uyulmuyor demektir.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.