İNSANIN YERYÜZÜNDEKİ HAYATININ ÖZETİ, İMTİHANDIR
Bu sitede yayınladığımız “Allah, Kâinatı Dünya İçin, Dünyayı Da İnsan İçin Kurgulamış” başlıklı yazımızda açıklamaya çalıştığımız gibi, Yüce Yaradan, yeryüzünü insanların yaşayabileceği yapıda oluşturmuş. Kâinatın işleyişini de, yeryüzündeki bu yapıyı uzun süre sürdürecek şekilde planlamıştır. Yeryüzünün imkânları sınırlı olduğu için, ölümü de var etmiştir. Böylece, daha çok sayıda insan bu dünyanın nimetlerinden faydalanma imkânı bulmuştur.
Tek olan Tanrı’nın, bize elçileri ve kitapları aracılığıyla bildirdiğine göre, yeryüzündeki ölümden sonra da, insanları dirilterek yeni bir hayat var etmiş. Ahiret hayatı dediğimiz bu yaşamı, yeryüzünde yaşamış ve yaşayacak her insan için oluşturmuş. Yani bu dünyada yaşamış hiçbir insan için yaşamı bitirmemiş. Her insana eşit davranarak hepsine aynı imkânı vermiş ve iki hayat imkânı sunmuş.
Her insana ikinci bir yaşam vereceğini ve bu yeni hayatın yeryüzündekine göre, ebedi sayılabileceğini vurgulamış. Peki, yeryüzünde bizi yaşattıktan sonra, neden başka bir hayat daha yaşatacak olabilir?
Bunu anlayabilmemiz için, Yüce Yaradan’ın bize ilettiği bilgileri gözden geçirelim. Bize aktarılan bilgilere göre, yeni ve ebedi niteliğe yakın olan yaşamda kimin hangi konumda başlayacağının belirlenmesi için, insanlara özgürlük vermiş. Herkesi davranışlarında serbest bırakmış.
Demek ki, annemizin karnındaki hayatımızı saymazsak, yeryüzünden sonra diriltileceğimiz ikinci yaşamımızın kalitesini bizler belirlemiş olacağız. Bu yaşamımızda alacağımız not, ölümden sonraki ahiret hayatımızı şekillendirecek.
İnsanların büyük çoğunluğu için, tabi tutulduğu bu imtihanın önemini kavrayabilmeleri zordur. Kişinin bu imtihanı ve önemini kavrayabilmesi, o şahsın, bu dünyadaki yerini ve değerini idrak etmesiyle doğru orantılıdır.
Bazılarımız, başkalarının felâketlerinde kendi mutluluğumuzu ararız. Hâlbuki böyle yaparak, Yüce Yaradan’ın oluşturduğu imtihan sisteminde, kendi felâketimizi hazırlamış oluruz. Eğer, bazılarımız bu gerçeği görselerdi ve imtihan ile ölümden sonraki diriliş hakikatini içselleştirerek kavrayabilselerdi, tam tersine davranırlardı. Başkalarının felaketinde mutluluklarını aramazlar, aksine, başkalarını mutlu etmek için gayret üstüne gayret ederlerdi. Çünkü ancak, başkalarını mutlu ederek huzur bulacaklarını anlarlardı.
Yani, insanlar, imtihanın önemini ve kendilerinin değerini idrak edebilselerdi, çok farklı davranmaya çalışırlardı. Çünkü iyi bir insan olmakla, ölümden sonraki ahiret yaşamındaki Cennetin varislerinden olunmakla kalmayıp, iyi insanların, yeryüzüne de varis olacaklarını görebilirlerdi.
Takdir edileceği gibi, her insan, huzur ve güven dolu bir hayata erişebilmenin özlemini çeker. Hattâ, başkalarının felâketleri pahasına kendi mutluluklarını arayanlar da, aslında aynı özlemin peşindedirler. Böyle insanların, iyilik peşinde koşanlardan farkları, onların, sadece kendi mutluluklarına odaklanmış olmalarıdır. Hâlbuki etraflarına şöyle bir dikkatlice baksalar, yalnızca kendi saadetlerinin arkasına düşen insanların içerisinden, huzur ve güvene ulaşabilmiş kimseyi görememeleri ihtimali çok kuvvetlidir.
Çevrelerindeki bu yapıdaki insanları inceleyenler, bunların sahip oldukları eşyalar çok fazla olmasına rağmen, huzur ve güveni bulmak için, halen ne yapacaklarını bilemediklerini görmeleri çok kolay olacaktır. Çünkü böyleleri, görünüşte belki mutludurlar. Ama bu mutlulukları, sadece nefislerinin saadetidir. Bu yapıdaki insanların mutlulukları, onların ruhlarına ulaşamamıştır. Ruhen mutlu olmayanların, huzur ve güvene ulaşıp ulaşamayacaklarının takdirini okuyucularıma bırakıyorum.
Yüce Yaradan, her insana, huzur ve güven dolu bir hayat yaşama hakkı vermiştir. Dolayısıyla, huzurlu ve güvenli bir yaşam, her insanın hakkıdır. Bu hakkı, hiçbir beşeri gücün engelleme yetkisi yoktur. Eğer birisi veya birileri, bu hakkı zorbalıkla ve zalimlikle engellemeye kalkışırlarsa, tek olan Tanrı’nın başkasına verdiğini gasp etmiş duruma düşerler.
Yüce Yaradan, insanlara, huzur güven içerisinde yaşama hakkını vermekle kalmamış, bu hakka ulaşabilmeleri için gerekli donanımı da vermiştir. İnsanların huzur ve güven ortamını oluşturabilmeleri için, her bir kişiye aklıselim davranma ve güzel düşünme gibi hasletler vermiştir. Eğer, bize verilen bu vasıfları kullanmazsak, bunun sorumlusu başkaları değil, bizizdir. Bu nedenle, bizler, sorumluluklarımızın şuuruna varmaya gayret etmeliyiz. Düşünmemiz, araştırmamız, bilhassa kendimizi ve dünyayı tanımamız gerektiğini anlamanın yolunu bulmalıyız. Kendimizi ve dünyayı tanımayı reddederek yükümlülüklerimizi inkâr etmemiz, sorumluluklarımızı ortadan kaldırmaz.
Peki, bu gerçeği görmüş isek, sorumluluklarımızı nasıl algılayabileceğiz? Yükümlülüklerimizin şuuruna varabilmemizin, dini duygularımız sayesinde mümkün olacağını söylemek, yanlış olmasa gerektir. Çünkü inancı olmayan kişi boşluktadır. Bu durumu, inancımız doğrultusunda düşünmeyip, nefsimize uyduğumuz zamanlarda hemen hepimiz yaşamışızdır. Elbette, inancı olmayan insanların içerisinde, bir fert olarak sorumluluğu olduğunu düşünenler vardır. Ama bu yükümlülükleri kendilerini zorladığı zaman, kaçmak için daha çok bahaneleri vardır. İşte, bahaneleri ve kaçışı azaltmanın yolu, gerçek inanca sahip olmamızdan yani dini duyguları sindirmemizden geçer.
Dini hislerini içselleştirmiş insan, vicdanını kendisine gözcü yapar. Vicdanını kendisine gözcü yapan insan, Yüce Yaradan’ın hakemliğinde yapılan yeryüzü hayatının imtihanında, kopya çekmeye kalkışmaz. Bilindiği gibi, bazı derslerden kopya çekerek geçen bir insan, fiili hayatta o derslerin konularıyla ilgili alanlarda karşılaştığı sorunlarda, bakar kalır. Benzer şekilde, tek olan Tanrı’nın yaptığı imtihanda, Yüce Yaradan’ın gücünü algılayamadığı için kopya çekmeye kalkışan bir kişi de, yarın ahirette yeniden diriltildiğinde, bakar kalır.
Kopya çekmeden derslerinde başarılı olan bir öğrenci, hocaları (öğretmenleri) tarafından sevilir. Kendisi de, hem iç huzuru yakalar, hem de kendisine güven gelir. İşte, bu dünyadaki hayatımızda kopya çekmeden ve vicdanımızı kendimize gözcü yaparak yürürsek, hem iç huzuru ve güveni yakalarız hem de Yüce Yaradan’ın sevgisine mazhar olan kullarının arasına girme ihtimalimiz artar.
Bu ortamı tarif eden Yüce Yaradan, Kur’an’ında şöyle demektedir:
Nahl Suresi 16/97: “Erkek veya kadın, kim mümin olarak iyi amel işlerse, elbette ona (bu dünyada) hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.”
Ayette belirtilen hoş bir hayat sözünden maksat, bu dünyada iç huzuru ve güven ortamını yakalamaktır. Ayette, insanların, yapmakta oldukları amelin daha güzeliyle de, ahiret hayatında mükâfatlandırılacakları vurgulanmaktadır.
Eğitim hayatımız sırasında, daha çok insanın geçer not alabilmesi için, yaptığımız ders çalışmaları sırasında birbirimize bilgi aktararak yardımcı olmamız, çok faydalı olur. Ders konularını daha iyi ve net bir şekilde kavramış olanlar, bilgilerini kendilerine saklamayıp, arkadaşlarıyla paylaşırlarsa bilgi sahibi insan sayısı artacaktır. Eğer bilenler, arkadaşlarının arasından ilk anlatılışta anlamayanlara, bıkmadan tekrar tekrar anlatırlarsa, bütün sınıfın başarı oranının artacağı kesindir.
Kişiler, bu imtihana hazırlık kurslarını ilk önce ailelerinden alırlar. Bu sebeple, aile kurumu çok önemlidir. Diğer yandan, eğer insanlık olarak, yeryüzündeki imtihanımızda daha başarılı olmak istiyorsak, tıpkı, sınıftaki yardımlaşmada olduğu gibi, insanlık da birbiriyle yardımlaşmalıdır. Bütün insanlığı kucaklayarak hepsine şamil olacak hak, adalet ve merhamet anlayışını yaygınlaştırdığımız ölçüde, insanların imtihandaki başarısı artacaktır.
Bu hususta, vicdanları temiz ve bilgili insanlar, diğer kardeşlerinin imtihanda daha başarılı olabilmeleri için, onlara örnek olurlar ve yol gösterirlerse, çok daha fazla insan, Yüce Yaradan’ın sınavından geçerli not alabilir.
Allah’ım, hem kendi imtihanımızda başarılı olabilmemiz, hem de başka insanların sınavlarına yardımcı olabilmemiz için, lütfunla bizlere yardımcı ol. Senin her şeye gücün yeter.