DARÜL HARP

DARÜL HARP ANLAYIŞI VE TERÖRİZM

(Bu yazı Aralık 2013 tarihinde bu sitede yayınlanmıştı. Silindiğinden iki cümle ekleyerek aynen yayınlıyoruz.)

Darül Harp, Müslüman olmayanların yönetiminde ve Müslümanlara ibadetlerini yaptırmayan, baskı yapılan ülke, yer demektir. Günümüz dünyasında küçük ölçekli birkaç yer hariç böyle bir ülke mevcut değildir. Zaten Müslüman her ortamda inandıklarını yaşamaya çalışmakla yükümlüdür.

Buna rağmen bilhassa 1970’lerin başlarından itibaren bazı guruplar Türkiye için darül harp demişlerdir. Hattâ bu söylemde öyle ileri gidenler olmuştur ki, bazı tarikatlar kendileri dışındaki tarikatların mensuplarını bile Müslüman olarak görmemişler, onların mallarını ve canlarını gasp etmeyi kendilerine helal kabul etmişlerdir. Böylece halkı kandırarak kendileri zenginlemişlerdir.

Bir süre sonra kendileri iktidar olduklarında, biz iktidarız ama muktedir değiliz diyerek darül harp uygulamalarını sürdürmüşlerdir. Her tarafı sindirip muktedir olduklarında ise, kendi gurupları içerisinde kendileri ile tamamen aynı düşünmeyenleri darül harp kapsamına almışlardır.

Hindistan’ın en önemli önderi Mahatma Gandi şöyle demiştir: “İnandığı gibi yaşamayanlar bir müddet sonra yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar. Daha sonraki aşama ise, günahların helâlmiş gibi görülmeye başlamasıdır. Bu durum insanların onlara olan nefretini daha da artırır.”

Hayatının büyük bölümü maddi sıkıntılar içerisinde geçmiş büyük Rus yazar Dostoyevski, hayatının hiçbir döneminde sıkıntılarından şikâyet etmedi. Evinin duvarında şu sözler asılıydı: “Bu evde makam, şan, şöhret, para geçerli değildir.”

Nisa Suresi 94. Ayet: “…….size İslâm selamı veren kimseye -dünya hayatının geçici metaına göz dikerek- ‘Sen mümin değilsin” demeyin’……”

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.): “Vallahi, hakkını yediğiniz, bir Hıristiyan da olsa, bir Yahudi de olsa, bir dinsiz de olsa hatta bir zalim de olsa onun rızasını almadığınız sürece Allah sizden razı olmaz.” Diyerek darül harp diye bir anlayış olamayacağını net ifade etmiştir.

Bakara Suresi 217. Ayet: “….Ve fitne adam öldürmekten daha büyük günahtır…..”

Darül harp diyenler neden böyle bir yola başvuruyorlar? Hem de yeterince dini bilgileri olduğu halde. Demek ki, bilmek yetmiyor. Nefse hâkim olmak gerekiyor. Nefse hâkim olabilmek için Gautama Buddha’nın en büyük ve en yüce enerji dediği “kendisiyle barışıklık” ilkesine sahip olmak gerekiyor. Ancak o zaman Buddha’nın deyimiyle insan, inandığı ahlâkından taviz vermez, yılgınlığa ve ümitsizliğe düşmez.

Polonya doğumlu olup 20 yaşından sonra Fransa’da yaşayan Madam Curie gibi, her türlü sıkıntılarına rağmen bilimsel buluşlarının patentini almasını isteyenlere söylediği şu sözleri ancak gerçekten inananlar söyleyebilir: “Bunlar benim insanlık adına yaptığım buluşlardır. Hastalık tedavisinde kullanılan bir maddeden zengin olmayı kabul edemem. Bu benim manevi şahsiyetimi zedeler.”

Hemen her milletin böyle örnekleri vardır. Zaten böyle güzel insanlar olmasaydı, dünya yaşanır olmazdı. Darül harp uydurmasını yapanlar insanlara dünyayı dar ederlerdi. Çünkü onlarla teröristlerin hiçbir farkları yoktur.

Teröristler, kendi amaçlarına ulaşmak için her yol mübah diyerek her türlü yanlış işlere bulaşabilirler. Darül harp anlayışındakiler de, teröristler de, pisliğe batmaya başlayınca kurtulmak için uğraşsalar bile, çırpındıkça batarlar. Yalandan yine yalan söyleyerek kurtulmaya çalışan her insanın sonu her iki dünyada da hüsrandır.

Mahatma Gandi, tamamen barışçı yöntemlerle nüfusu en kalabalık olan Hindistan’ı bağımsızlığına kavuşturdu. Sonrasında ülkede genel anlamda huzur oldu. Muhammed Ali Cinnah da Gandi ile kısmen benzer yöntemlerle Pakistan’ın bağımsız olmasını sağladı.

Ama terör uygulayarak, insanları öldürerek ülkelerini bağımsızlığa kavuşturanlar çok azdır. Onlarca yıl terör yoluyla mücadele edip başaramayanlara örnek ise çoktur. Zaten bağımsızlık mücadelesi terörle değil, karşı tarafla savaşarak yapılır. Bu mücadeleyi başaranlar ancak birden fazla büyük devletin kendilerini ciddiyetle desteklemesi sayesinde sonuç almışlardır. Veya sömürgeci ülkelerin gelişen dünya şartlarını dikkate alarak geri çekilmeleri sayesinde yönetime gelmişlerdir.

Teröristlerin sonuç aldığı ülkelerde de sular hiç durulmamıştır. Çünkü teröristler güya bağımsızlık mücadelesi verirken bir taraftan kendi insanlarını da hem ezmişler hem de öldürmüşlerdir. Böylece hem kendi insanları hem de karşı durdukları insanlarla aralarına kan girmiştir.

Dolayısıyla terörle yaşayan bölgelerin “kan davaları” hiç bitmemiştir. Terörist gurupların yönetime geldikleri ülkede yaşayanlar neredeyse huzur yüzü görmemişlerdir.

Bu tarihi gerçeklere rağmen teröristlerin öncülerinin bazıları, tıpkı darül harp anlayışındakiler gibi, kendi menfaatlerinin doğrultusunda halkı kandırarak sömürmeye devam etmişlerdir.

Araf Suresi 30:” Bir kısmına hidayet buyurdu, bir kısmına da sapıklık hak oldu; çünkü bunlar Allah’ı bırakıp şeytanı dost edindiler. Bir de kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler.”

Bu ayetten de anlaşılıyor ki, böyleleri yanlışlarına devam edeceklerdir. Hem de kendilerinin doğru yolda olduklarını savunarak.

Ama er ya da geç aklıselim ve ilkeler galip gelecektir. Çünkü Yüce Yaradan, Kuran’ı Kerim’inde şöyle taahhüt etmektedir. Yunus Suresi 81. Ayet: “Allah bozguncuların işlerini düzeltmez.” Ve Yusuf suresi 52. Ayet: “Allah hainlerin hilesini başarıya ulaştırmaz.”

Fakat Allah’ın taahhütlerini gerçekleştirmesi için bizlerin kendimizi düzeltmemizi ve vicdanlarımızı hesaba çekmemizi beklemesi ihtimali kuvvetlidir. Çünkü Hz. Muhammed’in(s.a.v.) bize aktardığına ve Kur’an’a göre Allah “Kullarının kendiliğinden Allah’a yaklaşmaları halinde, Kendisinin onları seveceğini ve sonsuz rahmetiyle yardım edeceğini söylemektedir.” Ayetlerde daha önce şunları yapmış kullarımın bana gelmelerini yasakladım diye bir ibare yoktur. Allah’ın kapısı, ne hata yaparsa yapsın, tövbe edip düzelen her insana açıktır.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.