TARİHÇİLİK VE TARİHİ İRDELEMENİN YÖNTEMLERİ 2
Günümüzde, tarihçiler arasındaki tartışmalar, ‘uzun dönem’ ve ‘kısa dönem’ tarihçiliği üzerine yoğunlaşmıştır. Yüz yıl öncesinde, tarihçilerin araştırdıkları ortalama tarih aralığı 75 yıl civarında imiş. Bu şekilde araştıranlar uzun dönem tarihçi olarak kabul ediliyorlar. 1970’lerden itibaren ise, araştırılan tarih aralığı 10 yıl civarına düşmüş. Bu tarihçilere de, kısa dönem tarihçisi deniliyor. Günümüzde tekrar uzun dönem tarihçiliğini savunanlar artmaya başlamış. Bu sebeple tartışmalar daha alevlenmiş durumda.
Aslında uzun dönem araştırmaların ortalamasının 75 yıl olmasının sebebi, bahsedilen bütün tarihçilerin Avrupalı veya Amerikalı olmasıdır. Eğer bu anketi yapanlar, araya Doğulu tarihçileri de katsalardı, ortalama yıl süresi uzun olurdu. Çünkü Doğunun tarihi geçmişi çok uzundur. İster Çin ister Türk tarihi olsun, milattan önceden başlar ve süreklilik arzeder. 1700’lü yıllara kadar da, dünya tarihinde etkilidirler.
Hâlbuki ABD’nin yazılabilecek tarihi, en fazla 300 yıldır. Dolayısıyla onların tarihini incelerken 75 yıl uzun dönemdir. Benzer durum Avrupa tarihi için de geçerlidir. Avrupa tarihi, Roma’nın güçlendiği ve etkili olduğu tarih olan M.Ö.100 ve M.S. 476 arasında başlar. Milattan önceki Helen tarihi, Avrupa tarihi değildir. Hem o dönemdeki halk kısmen farklıdır, hem de Helen Devletlerindeki anlayışlar, Avrupa’nın diğer bölgelerini etkilememiştir. Ayrıca da, toplam 150-200 yıl etkili olmuştur. Bu sebeple Avrupa tarihi, Romalıların yıkılışından 1492 keşiflerinin 100 yıl sonrasına kadar suskunluğa ve karanlığa girer. Dolayısıyla ciddiyetle incelemeye değer konuların tarihi yenidir, 400 yıllıktır.
Aslında tarihi irdelerken, asıl olan kısa veya uzun dönem aralığında incelemek değildir. Bundan daha önemli olan ve dikkat edilmesi gereken şeyler var. Tarihçiler, inceledikleri tarih aralığında, diğer bölgelerdeki aynı dönemde meydana gelen olaylarla karşılaştırma yapmalıdır. Benzer şekilde irdeledikleri dönemdeki olayları, geçmiş dönemlerdeki olaylarla karşılaştırmalıdırlar. Olayların sebeplerinin benzerliği üzerinde ciddiyetle durmalıdırlar.
Kısa dönem tarih incelemesinin bir avantajı, ayrıntılar hakkında bilgi edinmektir. Fakat tespit ettikleri bu davranışların, geçmişe bir tepki olarak mı, yoksa kendi dönemindeki değişen şartlardan mı oluştuğu konusunda fikir sahibi olmaya çalışılmalıdır. Aksi takdirde mikro tarih ayrıntıları faydalı olmaz. Olaylardan ders alınabilmesi ve halkın anlayabilmesi için ayrıntılarda boğulmamalı, sentez ve teoriden uzaklaşılmamalıdır.
Tarih anlatımları, okuyucuya kısa ve öz olarak sunulmalıdır. Yoksa okuyanı çok az olur. Okunmayan tarih bir işe yaramaz. Cam fanustaki süs gibi olur. Tarihi sevdirmek için, aktüel hale getirmek gerekir. Tarih anlatımlarının günlük gazete ve dergilerde yer alabilmesi sağlanmalıdır. Bunun için, tarih anlatımının, tablo ve grafiklerle ifade edilir hale getirilmesinde fayda vardır. Hattâ bununla da yetinmeyerek, yapılacak grafik ve çizelgeler, geleceğe doğru yönlendirilmelidir. Bilhassa çevre ve iklim konularında geleceğe yönelik grafiklerin kullanılması, hem daha mümkündür hem daha etkili olacaktır.
Dünyamızdaki değişim çok hızlı olduğundan, modelleme yapılamaz. Bu nedenle, uzun dönemli tarih anlatımında daha dikkatli olunmalıdır. Marksizm ve Annales ekolünün toptanlaştırıcı teorileri yanlıştır. Ancak insan yapısı değişmediğinden, yetkili kişilerin karar ve davranışları karşılaştırılarak bazı sentezlere ulaşılabilir. Thukydides de bu inançtan yola çıkarak anlatımını yapmıştı.
Günümüzdeki küreselleşme, tarihe bakış açımıza bazı yenilikler getirebilir. Küreselleşme öncesindeki tarihte, halk genel anlamıyla edilgen konumdaydı. Küreselleşmeyle birlikte, hem ülke halkının hem de uluslar arası sosyal gurupların etkileri giderek artmaktadır. Bu sebeple geçmiş tarihi irdelemelerimizi geleceğe yansıtırken bu durumu dikkate almazsak, yanılma ihtimalimiz artar.
Tarihçilik, sosyal bilimlerle aynı disiplin içerisinde değerlendirilmektedir. Bu durum makro tarih, yani uzun dönem tarihçiliği açısından bakılınca kısmen geçerli görülebilir. Ancak mikro tarih, yani kısa dönem tarihçiliği uygulamasıyla birlikte uzmanlaşmaya gidilmiştir. Yapılan araştırmalar daha akademik hale gelmiştir. Bu nedenle tarih anlatımı giderek halktan uzaklaşmıştır. Hâlbuki tarih, yapısı ve yöntemleri gereği, filoloji ve müzikolojiye daha yakındır.
Tarih, Amerikan tarihçi J. Franklin Jameson’ın dediği gibi, uzman tarihçilerin küçük bir loncasının bir mülkü değildir. Çicero’nun deyimiyle tarih, bir yaşam rehberidir.
Tarihi anlama ve anlatma konusunda faydalanabileceğimiz en değerli kaynak, Kur’an’dır. Yüce Yaradan, Kur’an’da, tarihi olayları farklı yönleriyle bizlere aktarmıştır. Anlatımlar, halkın anlayacağı dil ile yapılmıştır. Kur’an anlatımında zaman değil, düşünceler ve olaylar arasındaki bağlar öne çıkmıştır. Olaylar arasında karşılaştırma yapmamız, benzerlikleri görmemiz için bizlerden düşünmemiz istenmiştir. Böylece olayları kendimizin kavrayabilmesine imkân verilmiştir.
Tarihçiler de, halkın, tarihi kendisinin anlamasını, karşılaştırma yapmasını sağlamak için Kur’an ile benzer yöntemleri ve yukarıda bahsedilen metotları uygularlarsa daha başarılı olurlar. Nasıl ilimdeki gelişmeler, teknolojiye dönüşmeden halka faydalı hale gelmezse, tarihteki araştırmalar da, halkın kendi yaşamında faydalanacağı hale getirilmeden bir işe yaramazlar.