SOSYAL NORMLAR VE PİYASA NORMLARI
Yaşadığımız hayatın birbirinden farklı iki yüzü vardır. Biri insanlar arasındaki ilişkilerimizin sosyal yönüdür. Burada ticari bir temel yoktur, sosyal normlar etkilidir. İnsanlıkla ilgili hisler vardır. Diğeri, tamamen ticari yönü olan piyasa ile ilişkilerimizdir. Burada piyasa normları geçerlidir.
Suyu acı olan deniz ile suyu tatlı olan denizin birbirlerine karışmadığı gibi, bu iki norm kendi mecralarında gittiği sürece, bir sorun ile karşılaşma ihtimalimiz çok zayıftır. Dolayısıyla hayatımızın akışı daha güzel olur. Ama bu iki denizi birbirine karıştırdığımızda sorunlarımız başlar.
Bu iki denizin birbirine karışması halinde neler olabileceği konusunda Dan Ariely kendince şu örneği verir. Sülale ile birlikte veya bir dostunun daveti üzerine evde birlikte yemek yediğimizi düşünelim. Yemek sonrasında davet sahibine küçük de olsa bir hediye verirsek, sosyal norma aynı norm ile karşılık vermiş oluruz. Ama hediye vermek yerine, bu yemeğin kaça malolduğunu sorar ve payımıza düşeni kayınvalidemize veya evine bizi davet eden dostumuza vermeye kalkışırsak işler karışır. Onların sosyal normlarına, biz piyasa normu ile karşılık vermiş oluruz.
Bize uygulanan sosyal norma hediye vererek aynı norm ile karşılık verdiğimizde, belki de hediyeye verdiğimiz para, yemeğin maliyetinden çok daha azdır. Ama adı hediye olduğu ve sosyal norm ile piyasa normu birbirine karışmadığı için, verdiğimiz hediye aramızdaki sevgiyi pekiştirir. Fakat hediye yerine, yemeğin payımıza düşen maliyetini vermeye kalktığımızda, aramızdaki sevgi bağı büyük bir hasar alacaktır. Çünkü hayatın iki yüzünü birbirine karıştırmış olduk.
Yazarın bu konuda verdiği bir başka örnek şöyledir. Tanıdığımız veya tanımadığımız insanlardan yardım isteme durumuyla bağlantılı. Yapmakta olduğumuz bir işe, yakın tanıdığımız bir arkadaşımızdan yardım isteyelim. Bu yardımının karşılığında kendisine, ortalama bir işçinin ücretini teklif edelim. Arkadaşımız belki sonunda bize yardım edecektir, ama bize mutlaka çok kızacaktır. Tanımadığımız şahıslara aynı teklifi yapalım. Muhtemelen onların da çoğu, yardım etmek istemeyeceklerdir. Çünkü bizim istediğimiz yardım, sosyal normlar içerisindedir. Teklif ettiğimiz para ise, piyasa normuna dâhildir. Dolayısıyla hayatın düzenini birbirine karıştırmış olduk.
Aynı kişilere bu defa, “insanlık adına veya Yüce Yaradan’ın rızası için” diyerek yardım istediğimizi düşünelim. Para teklif ettiğimizde dönüp gidenlerin çoğu, bu defa bize gönüllü olarak yardım edecektir. Çünkü normlar birbirine karışmamıştır.
Aynı şahıslara bu defa, “insanlık adına bana yardım edin, hem yardım ederseniz size şöyle bir ücret de öderim” dediğimizi düşünelim. Muhtemelen işler yine karışacaktır. Bize yardım edecek kişi sayısında düşme olacaktır.
Demek ki, bize nasıl davranıldıysa biz de aynı yöntemle cevap vermeliyiz. Benzer şekilde, biz karşı tarafa nasıl davranırsak, onlar da bize, benzer yöntemle cevap verirler. Gerek yardım isteğimize verilen cevaplar, gerekse yemek davetindeki tavırlarımızın sonuçları aynı. Biz sosyal norm ile davranırsak, aynısıyla karşılık almaktayız. Piyasa normuyla davranırsak, aynı norm ile karşılık almaktayız.
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılan o ki, iş hayatı ile sosyal hayatımızı birbirine karıştırmayacağız. İş hayatındaki alış verişlerimizde, insanlara karşılıksız mal veya hizmet vermemizin bir anlamı yoktur. Çok nadiren bazı durumlarda “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” diye düşünülerek, indirimli satış yapanlar olabilir. Ama hiç kimse bedavaya vermez. Çünkü orası bir ticarethanedir. Yardım vakfı değildir. Ticarethanenin ayakta kalması için, kazanç sağlaması şarttır.
Ticari işlerimizde duygusal davranabiliriz. Böyle durumlarda çoğunlukla maddeten zarar görürüz. Fakat zararımız genellikle o işle sınırlı kalır. Çünkü ettiğimiz zararın bize ders olması ve başka bir alışverişimizde daha dikkatli olma ihtimalimiz artar. Böylece, en azından, ileride başımıza gelme ihtimali olan zararları azaltabiliriz.
Ticari hayatımız dışında kalan bütün sosyal yaşamımızda, ilişkilerimizi alış veriş mantığı dışında oluşturmalıyız. Sosyal yaşamımızı, mümkün olduğu kadar sevgi ve yardımlaşma temeline oturtmalıyız. Çevremizdeki insanlara, bize ne kadar faydaları olabilir mantığıyla bakmamalıyız. Böyle bakarsak, onlara, ticari bir mantıkla yaklaşmış oluruz. Onlara karşı ticari temelli mantıkla yaklaşımımızda, bir süre hata yapmadan devam edebiliriz. Fakat zihnimizin arka planında ticari kazanç bakışı yer alacağı için, bir gün mutlaka hata yaparız. Dolayısıyla, durup dururken sevdiğimiz bazı insanları kaybedebiliriz.
Bilhassa, aile içerisinde ve hattâ sülale arasındaki ilişkilerimize ticari mantığı karıştırmamalıyız. Aksi takdirde bir gün mutlaka aramız bozulacaktır. Nitekim bu durumu çoğumuz yaşamışızdır. Çoğumuz, şu meşhur deyişi biliriz. Hani bir insana sormuşlar, “hasımın yok mu” demişler. O da yok demiş. Şaşırmışlar ve tekrar sormuşlar, “hiç mi hısımın (akraban) yok”. Aynı durum guruplar için de geçerlidir. Eğer aile, sülale veya guruplarda, birlikte olduğumuz kişilere sosyal değil de, kısmen de olsa ticari olarak bakarsak, dıştan birlik gibi görünen yapımız, içten cıfıt çarşısı gibi olur. Dolayısıyla, her an ihanetle karşılaşılabilir.
Dan Ariely’nin incelemelerinde, bize göre eksik bıraktığı iki yön var. Biri, sosyal normlarla, diğeri ise, piyasa normlarıyla ilgilidir. Sosyal normların da, kendi içinde uyulması gereken kuralları vardır. Bu kuralların neler olduğunu, Kur’an’ın anlatımlarından anlamak mümkün.
Bakara Suresi 2/262: “Allah yolunda mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayı, gönül incitmeyi uygun görmeyen kimselerin Rableri yanında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar, üzülmeyeceklerdir.”
264: “Ey iman edenler! Sadakalarınızı, başa kakmak ve gönül kırmakla boşa gidermeyin.”
Demek ki insanlara sadece sosyal normlar çerçevesinde yaklaşmamız yeterli değildir. Yapılan yardımları, verilen dostluk yemeklerini, gösterdiğimiz güler yüzlü davranışlarımızı, sonradan serzenişte bulunacak bir şekilde konu etmemeliyiz. Karşımızdakini incitecek şekilde başına kakmamalıyız. Eğer böyle yaparsak, yaptığımız bütün iyilikleri ve güzellikleri boşa çıkarmış, yani sıfırlamış oluruz.
Fakat yaptığımız yardımları ve iyilikleri, Yüce Yaradan’ın rızasını kazanmak için yapar, yaptığımız bu güzelliklere karşı nankörlük edenlere bile sabredersek, Yüce Yaradan, bize Cennetini vaat ediyor.
Dan Ariely’nin incelemediği ikinci husus ticari normlar hakkındadır. Ticari normların da kuralları vardır. Kur’an, alışverişlerimizde dikkat edeceğimiz bazı hususları şöyle ifade edilmektedir.
Enam Suresi 6/152inci ayette, “…yetimin malına yaklaşmayın, ölçüyü ve tartıyı tam adaletle yapın” denilmektedir.
Araf Suresi 7/85inci ayette, “ölçü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” denilmektedir.
Rahman Suresi 55/8-9 da, “Sakın tartıda taşkınlık etmeyin. Tartıyı adaletle yapın, tartıda eksiklik yapmayın.”
İsra Suresi 17/35: “Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu hem daha hayırlıdır ve sonuç itibariyle de daha güzeldir.”
Şuara Suresi 26/181: “Ölçeği tam ölçün de hak yiyenlerden olmayın.”
Nisa Suresi 4/29: “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle yemeniz helaldir.”
Demek ki, piyasa normlarının da kuralları vardır. Ölçüyü ve tartıyı tam yapacağız. Adaletli davranacağız. Başkasının malını haksızlıkla yemeyeceğiz. İnsanları kandıracak yöntemler uygulamayacağız. İnsanlara sattığımız mallarda eksiklik yapmayacağız. Hatalı malları vermeyeceğiz.
Sonuç olarak, hem sosyal normlar ile piyasa normlarını birbirine karıştırmayacağız, hem de normların kendi içlerindeki kurallara uyacağız. Yoksa hem bu dünyada işler karışır, hem de ahiret hayatında sıkıntı çekeriz.
Bizler insanız. Bazı anlarda, söylemeyeyim dediğimiz bazı sözlerin, hem de sevdiğimiz insanlarla bile konuşurken, ağzımızdan çıktığına şahit oluruz. Kendimizi tutamadığımız bu sözlerimizin sonrasında, pişman oluruz. Ama bu pişmanlığımızı karşımızdakine, çoğunlukla, hissettirmeyiz. Eğer karşı taraftaki insanlar, bizim içimizdeki pişmanlığımızı bilmezlerse, sosyal veya piyasa normlarına uygun davranmış bile olsak, insanları üzmüş oluruz. Sonrasında benzer hataları yaparsak, onları kaybedebiliriz.
Burada esas olan, insanları kazanabilmek için, onlara karşı sabırlı davranabilmektir. Hoşgörülü yaklaşabilmektir. Bazen insanlar, bizim hoşgörülü tavrımızı anlamayabilirler. Bu durumlarda bile yine sabırlı davranmaya, onlara konunun önemini izah etmeye gayret etmeliyiz. Eğer onları kazanmak istiyorsak, onların yaptıkları yanlışlarını fark etmelerini, böylece hata yapmalarını azaltmanın yolunu aramalıyız. Çünkü karşımızdaki insan, tek olan Tanrı’nın sevdiği bir kul olabilir.
Ancak, içten pazarlıklı olanlar mutlaka bulunacaktır. Olayların farkında olmadığımızı zannettikleri için, ikiyüzlü davranarak, ısrarla sabrımızı taşırmaya uğraşanların, Yüce Yaradan’ın sevdiği kul olmaları ihtimali zayıftır. Bunlara gereken cevabı –ister sosyal isterse ticari olsun- kendi normu içerisinde vermekten çekinmemeliyiz. Çünkü böylelerinin, bizim yüzümüze karşı bizi överken, arkamızdan kuyumuzu kazan bu yapılarını değiştirmeleri zordur. Belki, bizim, onların anladıkları dilden olan davranışımız, onları düşünmeye sevk eder de, bazısını kazanırız.
Allah’ım, Senin sevdiğin ama benim bilmediğim insanlara sert davranmaktan, Sana sığınırım.
Allah’ım, bizim Senden başka sığınacak yerimiz, yardım isteyecek kapımız yok. Lütfunla bizlere mağfiret eyle.
Allah’ım, hainlik ve nankörlük yapanlara karşı, anladıkları normla karşılık verebilmemiz için, lütfunla bizlere yardımcı ol.