TANRI’NIN ÖZGÜRLÜĞÜ ÜZERİNE 1

TANRI’NIN ÖZGÜRLÜĞÜ ÜZERİNE 1

 

Stephen Hawking “Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar” isimli eserinde; “Evrenin kendiliğinden, bilim yasaları uyarınca, hiçlikten yaratıldığını düşünüyorum. Bu yasalara Tanrı tarafından karar kılınmış ya da kılınmamış olabilir, fakat Tanrı, söz konusu yasaları ihlal etmek üzere müdahalede bulunamaz, zira böyle olsaydı, bunlara yasa demezdik. Bu durum, Tanrı’ya evrenin başlangıç durumunu seçme özgürlüğü tanır, fakat bu noktada bile öyle görünüyor ki belirli yasalar mevcut olabilir. Durum buysa, o halde Tanrı hiç de özgür olmayacaktır” demektedir.

Hawking, evrenin bir hiçlikten yaratıldığını söylerken, bu yaratılmanın bilim yasaları uyarınca olduğunu düşünüyor. Bu sözlerini kısaca irdelemeye çalışalım. Eğer, yazarın da ifade ettiği gibi, evren bir hiçlikten yaratıldıysa, yaratılmanın öncesinde bilim yasaları denilebilecek hiçbir yasanın da mevcut olmaması gerekir. Hiçlik sözünün anlamı, hiçbir şeyin olmaması demektir. Hiçbir şeyin olmadığı bir ortamda, bilim yasaları denilen ve bütün evreni kapsadığı gibi milyarlarca yıldır değişmeyen böylesine muhteşem yasaların, hem de kendiliğinden var olduğunu düşünmek, en hafif deyimle mantıksızlıktır.

Yazar, belki de, bu cümlesindeki çelişkiyi gördüğü için, anlatımının devamında, bu yasalara Tanrı tarafından karar kılınmasının da ihtimal dâhilinde olduğunu söylemek zorunda kalıyor. Fakat mecburiyetten de olsa, inanmadığı bir durumu ifade ettiğini düşünerek, ortamı dengeleyebilmek için Tanrı’ya sınır koyuyor. Tanrı’nın bu yasaları ihlal etmek için müdahalede bulunamayacağını net bir ifadeyle iddia ediyor. Bu iddiasını “böyle olsaydı, bunlara yasa demezdik” diyerek savunuyor.

Fizik yasaları ile sosyal yasalar farklı şeylerdir, ama bir karşılaştırma yapabilmek için, sosyal yasa kavramından yürüyeceğiz. İnsanlığın bütün yaşamı boyunca biliyoruz ki, insanların uyması gerekli yasaları kim veya kimler koyduysa, onlar değiştirmişlerdir. İster krallar veya sultanlar, isterse ülkelerin meclisleri olsun, bir yasayı koyanlar değiştirirler veya ihlal ederler. Dolayısıyla yasayı Tanrı koyduysa, yine Kendisi değiştirebilir. Nitekim kıyamet de, ancak yasaların değişmesiyle olacaktır. Çünkü kıyamet, yasalar gereği olacak olsa, zamanını tahmin edebilirdik. Hâlbuki Yazarın 14 paragraf aşağıdaki ifadesi şöyle: “Büyük Patlamaya hiçbir şey sebep olmadıysa, Büyük Büzülme, yani Kıyamet de, hiçbir şeyin sebep olmasına gerek olmadan gerçekleşebilir.“

Eğer kıyamet, yani sonsuz küçük bir kara deliğe dönüşme, hiçbir sebep yokken kendiliğinden olabilecekse, biz bir tahmin yürütemeyeceksek, yazarın bilim yasalarına “yasa” demesi, kendi anlatımına göre, geçersiz hale gelir.

Diğer taraftan Tanrı, ”kıyametin zamanının tayini, Bana aittir” diyor. Fakat kâinatı var eden, Tanrı değil de bilim yasaları ise ve eğer evreni oluşturan bilim yasaları kendiliğinden oluştularsa, onların da kendiliğinden değişebileceklerini düşünmek mantıklıdır. Dolayısıyla bunlara yasa dememiz, sadece bizim geçmişe bakarak verdiğimiz bir karardır.

Ayrıca, sosyal yasalar, bir amaçla konulur veya kaldırılırlar. Amacı belli olmayan her iş, akim kalır. İnsanlar birleşerek bir ticari şirket kurmak isterler. Ama “biz aramızda bir şirket kuralım da, bu şirketle ne yapacağımıza, kimin ne kadar sermaye koyacağına ve kârı nasıl paylaşacağımıza sonra karar veririz” diyerek kurulan bir ortaklık duydunuz mu?

Belirli bir amaçları olmadan, insanlar bile bir araya gelmezken, bilim yasaları denilen; fiziksel, kimyasal, biyolojik yasaların kendiliğinden oluşacaklarını ve bir araya gelip aralarında anlaşma yaparak evreni yaratacaklarını nasıl düşünebiliriz?

Eğer bilim yasaları kendiliğinden oluştular ve bir araya gelerek evreni yarattılar diyorsak, bu yasaların şuurlu ve insanların ulaşamayacağı derecede akıllı varlıklar olduğunu kabul ediyoruz demektir. Zaten Hawking de, “eğer tanrıdan bahsetmek istenilirse bu Tanrı, insanlarla iletişim kuran kişisel bir Tanrı değil, bilim yasalarıdır” diyerek, bilim yasalarının şuurlu ve üst akla sahip olduklarını düşündüğünü göstermektedir. Yazar devamla şöyle demektedir: “Yine de böyle bir Tanrı var olsaydı, kendisine on bir boyutlu M-kuramı kadar karmaşık bir şeyi nasıl düşündüğünü sorardım.” Hawking’in, Tanrı’ya soru sormak istemesinin nedenini, insanların anlayamayacağı kadar karmaşık ve on bir boyutlu bir şeyi nasıl düşündüğünü öğrenmek olduğuna göre, evreni yaratan şeylerin hem şuurlu hem de muazzam bir üst akla sahip olduklarını kabul etmiş olduğu anlaşılıyor.

Hawking’in açıklamalarını irdelemeye devam edelim. Yazar, yazımızın başında verdiğimiz ifadesinin sonrasında, “Bu durum Tanrı’ya evrenin başlangıç durumunu seçme özgürlüğü tanır, fakat bu noktada bile öyle görünüyor ki belirli yasalar mevcut olabilir. Durum buysa, o halde Tanrı hiç de özgür olmayacaktır” demektedir.

Yazar, bir taraftan bu yasalara Tanrı’nın karar kılması gerçek bile olsa, bu noktada, başka belirli yasalar da mevcut olabilir diyerek, yasalar konusunda Tanrı’ya ortaklar oluşturuyor. Yani diyor ki, “Tanrı, bazı yasalara karar kılmış olsa bile, başka bazı mevcut yasalar olduğundan, Tanrı, özgür bir şekilde evreni oluşturmamıştır. Mevcut yasalar (bahsettiği bazı bilim yasaları), Tanrı’nın özgürlüğüne sınır koymuşlardır.”

Zannedilir ki bu mevcut yasalar, Tanrı’ya seslenerek, “hoop, istediğini yapamazsın, bizimle birlikte ortak olmazsan sana evreni oluşturtmayız, seni engelleriz yahut karşına çıkar, senin yarattığın evrene rakip evrenler oluştururuz” demişlerdir.

Hawking, söylediklerinin ucunun nereye kadar varabileceğini düşünmüş olmalı ki, fikrini ifade ederken, “öyle görünüyor ki belirli yasalar mevcut olabilir. Durum buysa” gibi muğlak ifadeler kullanmak zorunda kalmış ve sözlerine yapılacak itirazları yumuşatmak istemiş. Ama zevahiri kurtarayım derken, kendi söyledikleriyle çelişmiştir.

Bilindiği gibi bilim, daha önce ulaşılan bulguları ve teorileri yanlışlayarak ilerlemektedir. Bunu en iyi bilenlerden olması beklenen Hawking, bir taraftan bilimsel gerçek gibi sunduğu teorilerini net vurgularla anlatırken, diğer yandan muğlak ifadeler kullanmıştır. Tanrı’nın varlığını kabul etmek zorunda kaldığını görerek, kendisini, böyle kaçamak yollara başvurmak mecburiyetinde hissetmiş olabilir.

Hâlbuki bir bilim insanı olarak Hawking’den beklenen, teorisini anlatırken bilimsel ve gerçek bir bulgu olarak değil, tahmin şeklinde ifade etmesidir. Yazar bunu yapmayıp aksine teorisini şöyle açıklamaktadır: “Büyük Patlamadan sonra evren genişledikçe soğumaya başladı. Büyük Patlamadan yaklaşık bir dakika sonra sıcaklık aşağı yukarı bir milyar derece düştü. Bu sıcaklıkta nötronlar, daha fazla protona bozunmaya başlarlar.”

Hawking’in bu açıklamaları karşısında insanın aklına birçok soru geliyor. Bahsedilen bir dakika, aşağıda aktardığımız, Einstein’ın zaman kavramıyla ilgili göreceli teorisine göre mi, yoksa bizim yaşadığımız zaman dilimine göre mi? Ayrıca evrendeki, bir dakikada bir milyar derece (güneşin sıcaklığının yüz katı) soğumayı hangi deneyle tespit etmiş olabilir? Bir milyar derece sıcaklıkta, nötronların daha fazla protona bozunmaya başladığını hangi deney veya bulgulara dayandırmış olabilir?

Yukarı paragrafta anlattığımız gibi Hawking, evrenin var oluşunu Büyük Patlama (Bing Bang) ile açıklamaktadır. Yazar, evrenin, bir protondan bile küçük olan bir varlıktan bu patlama sayesinde oluştuğunu vurgular. Fakat protondan bile küçük olmasına rağmen sonsuz yoğunluktaki bu varlığın kendiliğinden nasıl var olduğu hususunda hiçbir fikir beyan etmez. Evreni oluşturabilmek için üç şeye ihtiyaç olduğunu söyler. Bunlar; madde, enerji ve uzaydır. Einstein’ın E=mc2 formülüne göre madde enerjiye, enerji de maddeye dönüşebilmektedir. Dolayısıyla, evreni oluşturmak için iki şeye ihtiyaç vardır. Enerji ve uzay. İşte, Hawking’e göre, enerji ve uzay, Büyük Patlama sonucunda kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Yazara göre, Büyük Patlama devasa miktarda pozitif enerji üretirken, aynı zamanda ve aynı miktarda negatif enerji de üretmiştir. Dolayısıyla, pozitif enerji ile negatif enerjinin toplamı, her zaman, sıfır olmuştur. Bu sonuç, bir başka doğa yasasıdır.

Hawking, Büyük Patlamayı bir doğa yasasıyla (enerji toplamı sıfırdır şeklindeki doğa yasasıyla) açıklarken, herhangi bir yardıma gerek olmadan evrenin oluşa geçebileceğini vurgular. Yani, Büyük Patlamaya hiçbir şey sebep olmamış olmasının, çok büyük bir ihtimal olduğunu söyler. Yazara göre, Büyük Patlamaya hiçbir şey sebep olmamış ise, zaten Tanrı’ya ihtiyaç da yoktur. Dolayısıyla, Büyük Patlamaya izin veren kuantum yasalarını da, Tanrı’nın yaratmasının düşünülemeyeceğini savunur.

Hawking’e göre, Büyük Patlamaya hiçbir şey sebep olmadıysa, Büyük Büzülme, yani Kıyamet de, hiçbir şeyin sebep olmasına gerek olmadan gerçekleşebilir. Böylece bütün evren sonsuz küçük ve sonsuz yoğun tek bir kara delik haline dönüşebilir.

Yazar, Büyük Patlama öncesinde zaman diye bir şeyin olmadığını vurgular. Zamanın, Büyük Patlama ile başladığını savunur. Büyük Büzülme sonucu, evren, tekrar sonsuz küçük ve sonsuz yoğun bir varlığa dönüştüğünde zamanın yine duracağını iddia eder. Konuya bu açıdan bakan Hawking, zamanın olmadığı, zamanın durduğu bir ortamda, yaratıcının var olması için mevcut bir zaman olmadığını söyleyerek, Tanrı’nın var olamayacağını savunur.

Zaman diye bir şeyin olmadığı Büyük Patlama öncesi bir ortamda, Tanrı’nın var olamayacağını, çünkü Tanrı’nın var olacağı bir zamanın olmadığını savunan Hawking, zamanın olmadığı aynı ortamda, doğa yasalarının olabileceğini savunmakla kalmamakta, Büyük Patlamaya izin veren kuantum yasalarının varlığından net bir şekilde bahsetmektedir.

Eğer, zamanın olmadığı Büyük Patlama öncesi ortamda Tanrı’nın var olması, zaman olmadığı için mümkün değilse, kuantum yasaları (doğa yasaları) zamanın olmadığı aynı ortamda nasıl var olmuşlardır?

Evreni oluşturan proton ve nötron, zamanın olmadığı bir ortamda nasıl var olmuşlardır?

Hawking’in, bir taraftan inanmadığını vurguladığı, ama var olma ihtimalinden de bahsettiği Tanrı’nın, özgürlüğünü bile kısıtlayacak ölçüde güçlü yasaların varlığını savunması, net bir çelişki değil midir?

Tanrı var olabilmek için zaman bulamazken, şuurlu ve akıllı varlıklarmış gibi anlatılan doğa yasaları, zamanı kendileri mi oluşturmuşlardır? Eğer doğa yasaları zamanı oluşturdularsa, yani Büyük Patlamadan önce zaman varsa, Hawking’in bütün teorisi çökmez mi?

Uzayı inceleyen Hawking, Einstein’ın genel görecelilik kuramını kendi araştırmalarına temel yapıyor. Bu teoriye göre uzay ve zaman, artık mutlak değildir. Uzay ve zaman, evrendeki madde ve enerji tarafından şekil verilen dinamik niteliklerdir. Hawking ve Einstein, zamanın göreceliliği konusunda haklıdırlar. Ama keşke Kur’an’ın aşağıdaki ayetlerini okusalardı, kendileri için daha güzel olurdu:

Mearic Suresi 70/4: “Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde Ona çıkar.”

Secde Suresi 32/5: “O, gökten yere, işleri düzenler, sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir.”

Einstein, evrene şansın hükmettiği fikrine şiddetle karşı çıkmıştı. Hawking, Einstein’ın bu düşüncesini “Tanrı zar atmaz” şeklinde özetler. Ama bu anlayışa karşı çıkarak şöyle der: “Mevcut bütün kanıtlar, Tanrı’nın tam bir kumarbaz olduğunu gösteriyor.” Bu durumda yazara şunu sormak gerekiyor: “Eğer evreni Tanrı yaratmadı ve bilim yasaları oluşturdu ise, bilim yasaları kumarbaz mıdır? Cevabı evet olmalı ki, evrendeki Belirsizlik İlkesi fikrine katıldığını söylüyor.

Bilim yasalarının kumarbaz olarak nitelenmelerinin sebebi, evrendeki Belirsizlik İlkesidir. Bu ilke, bir parçacığın hem konumunun hem de hızının aynı anda tutarlı bir şekilde öngörülemeyeceğini savunur. Bu iddia doğru bile olsa, Tanrı’nın zar atmasıyla bir bağlantısı yoktur. Çünkü bilim insanlarının büyük çoğunluğu, evrendeki muazzam simetriye ve belli sabitlerin var olmasına hayranlıkla değinirlerken, zar atma bunun neresindedir?”

Aslında Hawking de, bilim insanlarıyla aynı fikirdedir. Nitekim yazar, evrende başka akıllı yaşamlar var mı diye irdeleme yaparken, Tanrı’nın kumarbaz olduğu şeklindeki kendi ifadesiyle çelişen şu fikirlerini aktarıyor: “İlk bakışta evrenin böylesine tıkırında işlemesi olağanüstü görünür. Belki de bu, evrenin insan ırkını üretmek için özellikle tasarlandığının kanıtıdır. Fiziksel sabitlerin ince ayarlanmış olduğundan şaşkınlık duymamamız gerekir. Çünkü bu şekilde olmasalardı, bizler burada olmazdık.”

Kendisini, büyük sorular soran adam olarak niteleyen Hawking’in ulaştığı cevapların, çok daha fazla karşıt sorular ürettiği açıkça görülüyor. Eğer Hawking, evren konusunu ve uzayı incelediği kadar, sadece kendi halini ve yapısını inceleseydi ne olurdu bir düşünelim.

Bir parmağından başka bir uzvunu oynatamayan bir insanın beyninin, diğer insanlara göre çok daha iyi bir şekilde çalışmasını, hangi doğa yasalarının sağladığını sorgulasaydı, ulaştığı sonuçlarda daha gerçekçi olurdu. Aslında Hawking, farkında olmadan zihin konusuna değinirken bazı güzel sorular sormuş, fakat cevaplarını aynı güzellikte irdeleyememiş ki düşüncelerinde değişiklik olmamış. Hawking şöyle soruyor:

“Nasıl olur da sonlu zihinlerimiz, sonsuz bir evreni kavrayabilir? Böylesi bir girişimde bile bulunmak, özümüzü beğenmişlik değil midir?”

Hawking; duygularının, üzüntülerinin, sevinçlerinin kızgınlıklarının, mutluluklarının hangi doğa yasaları ile oluştuğunu, diğer insanlardan farklı olmasında hangi doğa yasalarının etkili olduğunu inceleseydi, kendisi için de daha tatmin edici cevaplara ulaşabilirdi. Gelmiş geçmiş hiçbir insanın parmak izinin birbirine benzememesinin, hangi doğa yasalarının eseri olduğunu inceleseydi, herhalde Tanrı hakkında farklı bir fikre ulaşırdı.

Eğer kendisini incelemek istemediyse, çevresini tetkik etseydi, yine olurdu. Yeryüzündeki, çeşit sayısı on bini aşan bitkileri inceleyip, aynı toprakta yan yan duran bitkileri farklı özelliklerde oluşturanın hangi doğa yasaları olduğunu sorgulasaydı, hakikate yaklaşabilirdi. Aynı özelliklere sahip denizlerde, yüz binlerce çeşit canlı türünü, hangi doğa yasasının sağladığını merak etseydi, belki hatasını anlardı. Sayıları milyonla ifade edilen hayvan türlerini hangi doğa yasalarının yarattığını araştırsaydı, Tanrı hakkında gerçeğe ulaşabilirdi.

Belki de Hawking, yukarıdaki iki paragrafta verdiğimiz konuları araştırmayıp, kitabında hayatını anlatırken kurduğu ”ancak, sevdiğim ve beni seven insanlar olmasaydı, boş bir evrende yaşıyor olurdum”  şeklindeki duygusunun hangi doğa yasalarıyla yönetildiğini irdelese bile, yeterli olabilirdi. Bir taraftan, hem, sevginin her insanda değil, ama bazılarının arasında olduğunu kabul eden, hem de, sevginin büyük gücünden bahseden yazar, bir sonraki paragrafına şöyle başlıyor: “yalnızca doğadaki temel parçacıklardan oluşan biz insanların…”

…Keşke çelişkilerini görebilseydi.

Hawking, kitabında evrende akıllı yaşam var mı diye sorduktan sonra şöyle söyler: “Ciddi olmak gerekirse, başka bir yerde akıllı yaşam varsa bizlerden oldukça uzak olmalıdır, aksi takdirde şimdiye kadar Dünyayı ziyaret etmiş olurlardı.”

Anlaşılan o ki, Hawking, yaptığı irdelemeler sonucunda, evrende başka akıllı varlıklar olabileceğini düşünüyor. Onların bizi ziyaret etmemiş olmalarından destek alarak, bizden çok uzaklarda olduklarını söylüyor. Eğer, bu akıllı varlıklar Dünyayı ziyaret ederlerse, bizim, Amerika’yı ve Afrika’nın orta ve güneyini keşfeden Avrupalılar karşısındaki yerliler durumuna düşeceğimizi ifade ediyor. Dolayısıyla, başka bir yerdeki akıllı varlıklar, insanlardan daha akıllı ve teknolojik olarak çok daha ileriler demektir. Bu nedenle, bu akıllı varlıklar Dünyayı ziyaret ederlerse, bizim kendimizi büyük görüp, Tanrı’nın varlığına itiraz etmemiz anlamsızlaşır. Çünkü bizden daha akıllı varlıkların da evrende yaşıyor olmaları, Tanrı’nın yaratıcılığını, gücünü ve muazzam aklını net bir şekilde bize gösterir.

Yazarın, Tanrı’nın özgürlüğünün kısıtlı olabileceği şeklindeki sözünü, bir başka açıdan bakarak, kutsal kitapların ışığında irdelemeye çalışacağız. Ama bunu, bir başka yazımızda ele alacağız.

Bu yazı YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.