EVRENİN YARATILIŞ SEBEBİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER 4

EVRENİN YARATILIŞ SEBEBİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER 4

 

Aşağıda yapacağımız irdelemeler, yazımızın başlığıyla doğrudan değil, ama dolaylı olarak ilgili olduğu için, başka bir makale başlığı yapmadan ele aldık.

Yüce Yaradan’ın Katında olabileceği hususunda tahmin yürüttüğümüz Cennette, özgürlük olup olmadığını bilmiyoruz. Bu konuda fikir yürütebilmek için yine, Kur’an ayetlerini incelemeye çalışacağız. İnceleyebileceğimiz iki net konu var.

Birincisi, Hz. Âdem ve eşinin durumu.

Bakara Suresi 2/35: Dedik ki: “Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”

Ayetten anlaşılan o ki, Yüce Yaradan, Hz. Âdem ve eşine özgürlük vermiş. Ama bir de sınır koymuş. Bu durum, biz insanların dünyadaki konumuna benzemektedir. Tek olan Tanrı, bizlere de özgürlük vermiş, ama bazı sınırlar da koymuş. Hz. Âdem ve eşi, kendilerine verilen özgürlüğü hatalı kullanmışlar ve sınırı aşmışlar. Onların bu halleri de, bizim dünya hayatımızdaki davranışlarımıza benziyor.

Cennetteki özgürlük hususunda fikir yürütebileceğimiz ikinci konu, şeytanın durumudur. Bu sitede, şeytan hususunda çeşitli makaleler yayınladık. Konumuzla bağlantılı olanı “İslâm’da Şeytan Konusu” başlıklı yazımızdır.

Bu makalemizde Kur’an ayetlerinden çok sayıda örnekler verdikten sonra, aynen şu kanaate vardığımızı ifade ettik:

“Araf Suresinin 10-25inci ayetlerindeki benzer ifadeler, Hicr Suresi 28-42inci ayetlerinde de vardır. Gerek Araf, gerekse Hicr Suresinin ilgili ayetlerinden anlaşıldığına göre, Yüce Yaradan, insanlara özgürlük tanıdığı gibi, aslında bir melek olan şeytana da, onu uyararak, aldığı kararın yanlış olduğunu ve neden böyle düşündüğünü sormakla, özgürlük tanıdığını gösteriyor. Şeytan da, kendisinin yaratılış maddesinin insanınkine göre daha üstün olduğunu düşündüğünden, kendinden daha düşük gördüğü insana saygı göstermek istemiyor.”

Nitekim İsra Suresinin aşağıdaki ayetleri de bu durumu teyit ediyor.

17 İsra Suresi 61: (Yine unutma ki) Bir vakit meleklere: “Âdem’e secde edin” demiştik. İblis’ten başka hepsi secde ettiler. O ise: “Ben bir çamurdan yarattığın kimseye mi secde ederim?” demişti.

Ayetleri irdelememizin sonunda görülen o ki, şeytan da bir melek. Hattâ, bizim bildiğimiz dört melek gibi bir baş melek. Bir baş melek olmasına rağmen, Yüce Yaradan’ın isteğine karşı çıkması, belli bir özgürlüğünün olduğunu gösterir. Ancak, tıpkı Hz. Âdem ve eşi gibi, şeytan da, özgürlüğünü yanlış kullandığı için cezalandırılıyor. Ama bir baş melek olduğu için de, insanlarla ilgili olarak yapmak istedikleri konusunda kıyamete kadar izin veriliyor.

Bu durumları, dünya hayatındaki bazı konumlarla karşılaştırırsak, belki daha kolay bir fikir sahibi olabiliriz. Bilindiği gibi, orduların karargâhları, fabrikaların büro katlarının önderleri, diğer bölümlerdekilere göre daha sadıktırlar. Özgürdürler, ama özgürlüklerini çalıştıkları kurumun aleyhine kullanmaları ihtimali daha zayıftır. Çünkü büro katının önderleri veya karargâhtakiler, kurumlarının içerisinde bulunduğu gerçeği daha yakından bilir ve yaşarlar. Bu sebeple, rastgele fikir beyan etmezler. Kurumun başındakine güvenirler. Çoğunlukla, yapılması gerekenin yapıldığını düşünürler. Ama diğer bölümlerdeki insanlar, gerçeği bilmediklerinden “bekârların eşlerini boşaması” gibi konuşurlar ve bazı hususlarda itiraz ederler. Dolayısıyla, diğer bölümlerdeki bir insanla aynı yapıda olan büro katı önderinin daha sadık olması, kurumsal yapının bir sonucudur.

Bizim bu değerlendirmelerimizin, art niyetlileri değil, iyi niyetle çalışanları kapsadığı açıktır. Kutsal kitapların anlatımlarından anladığımız kadarıyla, meleklerin ve aslında bir melek olan şeytanın, art niyetli olmaları düşünülemez. Dolayısıyla biz de, Kur’an’da anlatılanları insanların yaşamlarıyla karşılaştırırken, iyi niyetli çalışmalardan örnekler verdik.

Melekler de, karargâh veya büro katının önder personeli gibi düşünülebilir. Özgürlüklerini, kurumun başındakinin veya sahibinin zararına olmayacak, aksine kurumun lehine olacak şekilde kullanmaları beklenir. Ama emri verenin hilafına kullanmaları durumunda alacakları ilk ceza, büro katından aşağıya indirilmeleri olur.

Şeytanın durumunu bu açıdan irdelersek; karargâh personelinden, alt kademeden herhangi birine secde etmesinin, yani saygı göstermesinin istenmesine benzemektedir. Kendisini özgür hissetmeyen karargâh personeli, verilen emre itiraz edemez. Şeytan itiraz ettiğine göre, fikrinde hür olduğunu düşünüyor demektir.

Ayrıca, Bakara Suresi 2/30uncu ayetin anlatımına göre, başlangıçta, sadece şeytan değil, bütün melekler de itiraz ediyorlar. Bunun üzerine Yüce Yaradan, aynı ayetin sonunda “şüphesiz Ben, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim” diyor. Bir sonraki 31inci ayete göre, Hz. Âdem’e isimleri öğretiyor ve meleklere dönerek; “haydi iddianızda doğru iseniz, bana şunları isimleriyle haber verin diyor”. İşte bu noktada diğer dört melek, 32inci ayette: ”Yücesin sen ey Rabbimiz! Bizim için, Senin bize bildirdiğinden başka ilim ne mümkün. Şüphesiz en iyi bilen, hâkim olan Sensin” diyerek itirazlarından vazgeçiyorlar. Ama şeytan, kapıldığı kibrini sürdürdüğünden, itirazını geçersiz bir sebebe dayandırarak cezayı hak ediyor. Karargâhtan indiriliyor.

Kutsal kitapları incelediğimizde, konumuzla dolaylı bağlantılı olarak ulaştığımız bir sonuç da şu:

Yüce Yaradan’ın katındakiler, başta bizi yaratan Tanrı’mız olmak üzere, bütün melekler bizim iyiliğimizi istemektedirler. Tıpkı, karargâhta çalışanların, diğer bölümler olmadığı takdirde kendilerinin bir anlamının olmadığını bildikleri gibi, melekler de, evrendeki şuurlu varlıkların olmasını isterler. Meleklerden Azrail bile bizim iyiliğimizi ister. Ama melekler, emir verildiğinde, görevlerini yapmaktan da hiç geri durmazlar. Nasıl, birlik komutanları, aldıkları emir gereği, savaştan kaçan kendi erlerini vurdularsa, melekler de aldıkları emri uygularlar.

Diğer yandan, eskiden Tanrı katında bir melek olan, ama sonrasında cezalandırılarak aşağıya (evrene) indirilen şeytan bile, bize dolaylı olarak doğru yolu göstermektedir.  Bunu daha iyi anlayabilmek için, kendi hayatımızdan bazı kesitler düşünelim. Bir çocuğu iyi yetiştirmek istiyorsak, önce o çocuğu kötü yetiştirmenin yolunun ne olduğunu bilmeliyiz. Örneğin, bir çocuğu kötü yetiştirmenin ilk yolu, anne ve babanın, çocuğa, birbirlerinden farklı davranmaları ve çocuğa anlatırken birbirlerini kötülemeleridir.  O halde, ebeveynler olarak çocuğu iyi yetiştirmek istiyorsak, ortak davranış sergilemeli ve birbirimizi çocuğa kötülememeliyiz. Şeytanın da bizden istediği; çocuklara kendimizi daha çok sevdirebilmek için, çocuğa karşı eşimizden daha sevecen davranmamız ve çocuğa eşimizi kötülememiz yönündedir. Eğer, şeytanın bize fısıldadığı ve nefsimize hoş gelen bu davranışları yapmazsak, doğru yolu kendiliğinden bulmuş oluruz.

Bizim dikkatten kaçırmamamız gereken bir başka husus, Tanrı Katındakilerle evrendekilerin, bir bütünün birbirini tamamlayan parçaları olduğudur. Yüce Yaradan’ın, önce evreni yaratması, sonra Kendi Katındakileri yaratması ve sonrasında da, kâinattaki şuurlu varlıkları yaratması ihtimali mantıklı görünüyor. Tanrı’nın, Kendi Katındakileri önce yaratmasının, sonra da, kâinattaki şuurlu varlıkları yaratmasının muhtemel sebebi, bütünü mükemmel bir sistem içerisinde tamamlamaktır.

Konuya ve ilgili ayetlere bu açıdan yaklaşınca, mutlaka oluşacağı net bir şekilde vurgulanan kıyamet sonrasında da, tek olan Tanrı’nın, kâinatı yeniden inşa edeceği ve yeniden şuurlu ve özgür varlıklar yaratacağı fikrine ulaşılmaktadır. İbrahim Suresi 14/48inci ayette; yer başka yere, gökler başka göklere çevrilecek denilmesi de, bizim bu düşüncemizi kuvvetlendirmektedir. Ayrıca Yüce Yaradan’ın rahmetinin ve lütfunun genişliği dikkate alındığında, evrendeki bütün yaşamları tamamen sonlandırması ihtimali, devam ettirmesi fikrine göre, daha düşüktür.

Tek olan Tanrı, kâinatı yeniden yaratsa da yaratmasa da, evrendeki kıyamet sırasında ve sonrasında Kendi Katındaki meleklerin ve cennetindekilerin yaşamaya devam edeceklerini tahmin ediyorum. Çünkü Cennetinde ve Cehennemindeki yaşam için, ayetlerde “orada ebedi kalacaklardır” ifadesi geçmektedir. Ancak, ayetlerde geçen ebedi sözü, sonsuz olarak algılanmamalıdır. Çünkü zamanı tayin eden Yüce Yaradan’dır. Sonsuzluk, sadece ve sadece tek olan Tanrı’ya mahsustur. Ama tek olan Tanrı, kıyamet sonrasında evreni yeniden yaratsa da yaratmasa da, Yüce Katındakilerin yaşamlarının, Kendi belirleyeceği bir süre kadar daha devam etmesine izin vermesi mantıklıdır.

Bilgisi tamamen Yüce Yaradan’a ait olan kıyamet sonrasında, cennetteki yaşamın devam edeceğini tahmin ettiğimi, yukarıda ifade ettim. Fakat kıyamet sonrasında cehennemindekilerin, yaşamlarına cehennemde devam edip etmeyecekleri hususunda fikir beyan edebilmek için, sadece, bazı ayetlerdeki “orada ebedi kalacaklar” sözüne değil, Kur’an’ın diğer bazı ayetlerinde ve Kitabın bütününde anlatılmak istenileni dikkate almak gerekiyor. Diğer bazı ayetlerde ve dolayısıyla Kur’an’ın bütününde, Yüce Yaradan’ın rahmetinin azabından geniş olduğu sıkça vurgulanır.

Yusuf Suresi 10/64: “…O, merhametlilerin en merhametlisidir.” Yüce Yaradan’ın bu sözünü pekiştiren bir diğer ayet şöyledir:

Araf Suresi 7/156: “…Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır…”

Enam Suresi 6/128: “…Allah da: ‘Sizin (cinler ve insanlardan, birlikte iş çevirenler) durağınız cehennemdir. Orada, Allah’ın dilemesi müstesna, ebedi olarak kalacaksınız’ der…”

Yukarıdaki üç ayet ve Kur’an’ın bütünü dikkate alındığında, kıyamet sonrasında, Yüce Yaradan’ın uygun göreceği bir sürede, cehennemdekilerin birçoğunun çektikleri cezalarının yeterli görülüp, cennetine nakledilmeleri ihtimali vardır. Çünkü Araf Suresi 7/156’ya göre, azabını dilediğime isabet ettiririm sözünün devamında, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır denilmesinin bir anlamı vardır. Nitekim Enam Suresi 6/128 de “Allah’ın dilemesi müstesna” diyerek, bazıları için farklı uygulama yapabileceğini net bir şekilde ifade etmektedir. Muhtemelen, tam anlamıyla hak edenlerden azabını kaldırmayabilir. Ama yaptıkları yanlışın cezasını çektiklerini düşünerek affedilmelerini bekleyenlerin birçoğunu, her şeyi kuşatan rahmetiyle affedebilir.

Kıyamet sonrasında yeniden yaratılacağını düşündüğümüz, insanlar, cinler ve diğer şuurlu varlıklar; mevcutlarla aynı yapılarda olabileceği gibi, yepyeni vasıflardaki varlıklar da olabilir. Veya tek olan Tanrı, yepyeni özelliklerde yeni şuurlu varlıklar yaratabilir. Bütün bunlar, tamamen, Yüce Yaradan’ın bilgisi ve arzusu sonucu oluşabilir veya oluşmayabilir. Hüküm ve hikmet sahibi olan, sadece ve sadece tek olan Tanrı’dır. Diğer bütün şuurlu varlıklar ve biz insanlar, O’nun, bazı özellikler vererek yarattığı, günaha meyilli kullarıyızdır.

Yazımızın başlığındaki konuyu irdeledikçe, insanın şu duygulara ulaşmaması mümkün değil. “Evrende, insanlar âlemi ve cinler âlemine benzer başka özgür ve şuurlu varlıkların âlemlerinin de olması güzel bir şey. İnşallah, mümkün olduğu kadar çok sayıda varlık, hem evrendeki, hem de Cennetteki hayatlarında, yaşam sevincini tatmaktadırlar ve tatmaya devam ederler.”

Rabbim neylerse, güzel eyler.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.