ÖLMEDEN ÖNCE PİŞMANLIK DUYULAN 5 ŞEY ÜZERİNE

ÖLMEDEN ÖNCE PİŞMANLIK DUYULAN 5 ŞEY ÜZERİNE

 

Başlığımız, Bronnie Ware’in kitabının ismiyle aynıdır. Uzun yıllar boyunca ölümü bekleyen hastaların yanında bakıcılık yapan hemşire Bronnie Ware, hastalarla yaptığı konuşmaları kitap haline getirmiş.

Ware ve bu kitabı övenler, pişmanlık duyulan bu beş şeyi dikkate alarak yaşamamızı öğütlüyorlar. Böylece, benzer pişmanlıkları duymayacağımızı düşünüyorlar. Gerçekten de güzel bir amaç.

Ancak konuya bir başka yönden yaklaşmak istiyorum. Eğer aynı hastalar, hayata ve olaylara farklı açıdan bakabilmiş olsalardı, kitapta yazılan bu beş pişmanlık duyulan davranışları yaptıklarında, acaba “iyi ki böyle yapmışım mı” derlerdi? Yoksa bu defa da, pişmanlık duyduklarını söyledikleri davranışları sergiledikleri için mi pişmanlık duyarlardı?

Bu hususta daha gerçekçi bir karara varabilmemiz için, en çok pişmanlık duyulan beş maddeyi tek tek irdelemeye çalışalım. Maddelerin irdelemelerini yaptıktan sonra, kendi fikrimizi ve çözüm teklifimizi okuyucularımızın irdelemesine sunacağız.

  1. Keşke, başkalarının benden beklediği gibi değil de, kendi istediğim gibi yaşama cesaretine sahip olsaydım.

Kulağa hoş gelen bu söz, psikologların da çoğunun yaptığı tavsiyelerle benzeşmektedir. Yani, çoğu insanda bu pişmanlık görülebilir. Böyle bir pişmanlık duyan insanlara, “kendin gibi yaşamaktan kastın nedir” diye sorduğumuzu düşünelim. Belki de her sorduğumuz insandan, diğerlerinden farklı cevaplar alabiliriz.

Alacağımız cevaplardaki farklılıkları bir tarafa bırakarak, konuyu irdelemeye devam edelim. Biz insanlar olarak toplum içerisinde yaşıyoruz. İnsanlığın bilinen tarihinden itibaren, toplumların huzurunu sağlamak için kurallar oluşturulmaya başlanmış. Kural konulmakla yetinilmemiş, kuralları uygulayacak devlet organizasyonları kurulmuş. Demek ki, insanlar, kendi istedikleri gibi yaşama özgürlüğüne sahip değiller.

Kendi istediğimiz şeyleri yapmamıza sınır konulmuş. Devletin veya diğer insanların aleyhine olacak davranışları sergilersek, yakalandığımızda cezası var. Diyelim ki, kendi istediğimiz gibi yaşarken, devlete ve başkalarına bir zararımız olmayacak. Peki, bu durum, başkalarına zarar vermemek adına, nefsimizin isteklerine gem vuracağız demek değil midir? Eğer biz, nefsimizin isteklerine gem vuruyorsak, kendimiz gibi olmaktan nasıl bahsedebiliriz?

Diyelim ki, kendi istediğimiz gibi yaşarken, devlete ve insanlara zarar vermemeyi başardık. Bunu başarırken, nefsimizin isteklerinin başkalarına zarar verenlerine gem vurduk. Başkalarına zarar vermediğimiz için de kendi istediğimiz gibi yaşamanın cezasından kurtulduk. Böylece kendimizi, sırf başkasına zarar vermedik diye, “kendimiz gibi olduğumuz” hususunda ikna ettik diyelim. Peki, arkadaşlarımızla birlikte iken, hep kendi istediğimizi yapmaya kalkışırsak, birlikte ne kadar vakit geçirebiliriz? Birlikte gideceğimiz yerleri nasıl belirleyebiliriz? Arkadaşlarımızda, bizim gibi düşünerek “kendileri olmaya, kendi istediklerini yapmaya” kalkışırlarsa, arkadaşlığımız devam eder mi?

Ailemize sormadan kendi istediğimiz gibi yaşamayı sürdürdüğümüzde, işlerimizi kendi kafamıza göre değiştirdiğimizde, eşimizin değil her zaman kendi istediğimiz şeyleri yaptığımızda, aile fertlerimizle nasıl iletişim kurabiliriz? Hangi yemeğin pişeceği, televizyon seyredilirken hangi programın setredileceği, eve ne alınacağı gibi konularda hemen her gün aile fertleri arasında tartışma yaşanmaz mı? Böyle devam ederse, ortada aile kalır mı?

Konuyu irdeledikçe anlaşılmaktaki, pişman olduklarını söyledikleri davranışı sergilemiş olsalardı, muhtemelen ölmeden önce daha çok pişman olacaklardı. Yanlarında kimseyi bulamamanın yalnızlığıyla, pişman oldukları şeyin ne olduğu hakkında daha farklı konuşacaklardı.

  1. Keşke, bu kadar çok çalışmasaydım.

Eğer bu pişmanlığını belirten insan, sadece daha çok tüketebilmek amacıyla para kazanmak için çok çalıştıysa, pişmanlığında haklıdır. Çünkü kazandığı paraları, şimdi kendi istediği gibi tüketememektedir. Çok çalışarak biriktirdiği paraları da, şimdi kendisiyle ilgilenmeyen ve onun ölmesini hevesle bekleyen mirasçılarına bırakmak durumundadır.

Bu sitede yayınladığımız bir makalemizde, 2002 yılında yayınladığım “Tarihin Aydınlattığı Gelecek” isimli kitabımdan alıntı yaparak, bu hususla bağlantılı olan fikirlerimizi okuyucularımızla paylaşmıştık. Bilhassa gençlere yönelik olarak tavsiyelerde bulunmuştuk. Gençlere, yaşamları süresinde dört konu üzerinde dengeli olmaları, zamanlarını ayarlamaları hususunda tavsiyelerimizi aktarmıştık.

Denge sağlamaya çalışacağımız bu dört konu şöyleydi:

  1. Rızkını kazanmak için zaman ayırmak
  2. Ailesi için zaman ayırmak
  3. İçinde yaşadığı toplumun sorunları için zaman ayırmak
  4. Neye inanırsa inansın, ibadet için zaman ayırmak (iç huzuru için zaman ayırmak)

Bu tavsiyelerimizi yaptıktan sonra şöyle demiştik: “Eğer bu şekilde dengeli yaşamazsak, yaşlandığımızda, kendimize, ben niye yaşadım ki diye sorarak mutsuz oluruz”. Tıpkı, sadece tüketmek ve güçlü olmak için çok çalışan insanın pişmanlığı gibi pişman olurduk. Hâlbuki yukarıda bahsettiğimiz dört konudaki dengeyi kurmuş olanların, ölüm yaklaştığında kendilerini mutlu hissetmeleri ihtimali çok kuvvetlidir.

Oysaki saydığımız dört konuda birden zaman ayırıp çalışmanın, sadece para kazanmak için çalışmaktan daha çok olacağı aşikârdır. Dolayısıyla, “keşke çok çalışmasaydım” diyen insanın asıl pişmanlığının, sadece para kazanmak için çalışmak olduğu açıktır.

  1. Keşke, duygularımı ifade etmek için daha cesur olsaydım.

Eğer, sevdikleri insanlara, onlara olan sevgilerini ifade edemedilerse, bu pişmanlığı duymaları normaldir. Sevgimizi ifade edebilmek için, ölüm döşeğini beklemememiz gerektiği açıktır.

Eğer, nefretlerini, kızgınlıklarını, öfkelerini yansıtamadıkları için pişmanlık duyuyorlarsa, pişmanlık duymaları anlamsızlaşır. Nefretimizi ve öfkemizi çok daha önce yansıtsaydık, belki de şimdi hayatta bile olamazdık. Yaşıyor olsak bile, belki de bir hapishanede olurduk.

  1. Keşke, arkadaşlarımla bağlarımı koparmasaydım, onlarla daha çok vakit geçirseydim, kendimi paylaşsaydım.

Bu maddedeki pişmanlık, birinci maddedeki pişmanlıkla çelişiyor. Eğer, kendimizi arkadaşlarımızla paylaşırken, kendi istediğimiz gibi yaşasaydık, arkadaşlarımızla uyuşabilir miydik?

Ayrıca üçüncü maddede belirtilen “keşke duygularımı ifade etmekte daha cesur olsaydım” pişmanlığıyla da çelişme görülüyor. Eğer, arkadaşlarımıza olan anlık kızgınlıklarımızı ve öfkemizi anında ifade etseydik, sonuç ne olurdu?

Arkadaşlarla bağımızın devam etmesi, onlarla daha çok vakit geçirebilmemiz için en önemli şart, “alıcı” değil, “verici” olmamızdır. Yani fedakârlık yapmamızdır.

  1. Keşke, daha mutlu bir hayat yaşamak için kendime izin verseydim.

Eğer, bu sözle kastedilen, sorumluluklarımızdan sıyrılarak, hayatımızı rutinden ve alışkanlıklarımızdan kurtararak, kafamıza göre yaşamaksa, bu şekilde elde edeceğimiz mutluluk, sadece bizi ilgilendirir. Sadece bizimle kaim olan mutluluk ise, geçici olur. Çünkü bir insanın kendini mutlu hissedebilmesi, mutluluğunu paylaşacak birisini bulmasına bağlıdır. Mutluluklar ve sevinçler, paylaşıldıkça büyür. Acılar ise, paylaşıldıkça azalır. Eğer biz başkalarına mutluluğumuzu aktardığımız halde, içten bir paylaşımla karşılaşmamışsak, mutluluğumuzu nasıl sürdürebiliriz? Aksine hiç kimsenin içten gelen bir duyguyla paylaşmadığı mutluluğumuz, bizden nefret edilmesine bile vesile olabilir.

Zaten sorumluluklarımızdan sıyrılarak yaşamaya kalkıştığımızda, çevremizdekiler tarafından sevilmeyeceğimiz açıktır. Evdeki bir tamirat için çağırdığımız bir usta, sorumluluğundan sıyrılıp, bize gelmezse, sözlerinde durmazsa, kim mutlu olur? Biz mutsuz oluruz, ama tamirci de mutlu olmaz inancındayım.

Pişmanlık duyulan bu sözden anlaşılan o ki, mutlu olmamız kendi elimizdedir. Çünkü sözün gelişinden anlaşılan o ki, mutlu bir hayat yaşamak için kendisi izin vermemiş. Peki, bir insan, kendi elinde olduğu halde, mutlu olmak için kendisine neden izin vermez? Kendisinin düşmanı mıdır?

Elbette mutlu olmak kendi elimizdedir. Ama unutmayalım ki, mutlu olmak istiyorsak, başkalarından az şey isterken, asıl fedakârlığı kendimiz yapmalıyız.

Pişmanlık duyulan maddeleri irdeledikten sonra, insanların Ware’in aktardığı şekilde pişmanlık duymalarının sebepleri neler olabilir diye düşünelim. Hemen hepimiz psikologların insanlara tavsiyeleri konusunda biraz bilgi sahibiyiz. Psikologların, insanlara tavsiyelerinin bir kısmı şöyledir: “kendiniz olun”, “başkaları için değil, kendiniz için yaşayın”, “hiçbir şey sizden daha önemli ve daha değerli değil”, “duygularınızı içinize atmayın”, “hayatta hiçbir şeyi çok fazla ciddiye almayın” “önemli olan şu andır, istediğiniz gibi kullanın”

Görüldüğü gibi, öğütlerinin temeli, tamamen dünyevi bakış açısıdır. Dolayısıyla insanlar, bu tavsiyelerden farklı anlamlar çıkarabilmektedirler. Her bir insanın uygulaması diğerinden farklı olabilmektedir. Çünkü verilen öğütler dünyevidir ve hem insanlara hem de ortamlara göre değişkenlik gösterir.

Pozitif Psikoloji anlayışının kurucusu sayılan Martin Seligman diyor ki; “Hayatın getirdiği zorlanmalar ve sorunlar karşısında gereksiz olumsuz tutumlar, başarımızı ve mutluluğumuzu sınırlandırır.”

Hâlbuki bana göre, başarı ve mutluluk her zaman paralel giden şeyler değildir. Başkalarının haklarını yiyerek elde edilen bir başarı, önceleri bizi mutlu eder. Ancak insanların bir bölümü için zaman geçtikçe, mutsuzluğa dönüşür. Ayrıca, başarılı olmak hedefine kilitlenen birisi, başarmak için kendini zorladıkça, hayatı da zorlaşmaya başlar. İç huzuru azalır. Bilhassa, başarı geciktikçe, mutsuzluk başlar. İlk hedefini başarsa bile, çevresindekilerle kendisini karşılaştıkça, mutsuzluğu artar.

İnsanlığın sorunlarının tamamının çözümü diye bir şey olmaz. Bazıları, ulvi bir amaç olarak, dünyayı değiştirmeyi hedeflerler. Ama değiştirmekten ne kastettiklerini net bir şekilde anlatamazlar. Çünkü hedefledikleri şey, dünyevidir. Hâlbuki amaç, daha huzurlu bir yaşam ortamı sağlamak olmalıdır. Bu hedefe doğru yürüyebilmek için, idealist insanların, yani fedakâr şahısların daha etkin konumlarda olmaları gerekir. Fakat sadece bu yetmez. İdealistlerin, tek olan Tanrı’ya teslim olmuş bir vaziyette, Onun gösterdiği yolda yürüyor olmaları şarttır.

Psikologların çoğunun tavsiyeleri arasında, şükretmek, sabretmek gibi hususlara çok az yer verilmektedir. Vefa, paylaşma, gönül kazanma, karşılıksız iyilik, fedakârlık gibi kavramları tavsiye eden psikolog sayısı ne kadardır bilemiyorum.

Psikologların yukarıda birkaç paragraf önce bahsettiğimiz tavsiyelerine bakılınca, bunlara uyan bir insanın, ölüm döşeğinde iken geçmişte yaptıklarından pişmanlık duymaması pek mümkün görünmüyor.

Fakat önemli olan, Firavunun, ölürken ki pişmanlığını yaşamamaktır.

Diğer taraftan, Yüce Yaradan’ı gerçek anlamda bulmuş ve bu yönde çalışmalar yapmaya başlamış bir insanın, ölürken pişmanlık duyması ihtimali yok gibidir. Hattâ ölüm, onun için düğün günüdür. Sadece, neden daha erken bir yaşta Tanrı’nın gösterdiği yolda, yalnızca Ondan umut ederek hayatını sürdürmediği ve daha çok hizmet etmediği hususunda hayıflanır.

Ama tek olan Tanrı’nın rahmeti çok geniş olduğu için, geçmişinde çok yanlışlıklar yapmış ama tövbe etmiş o kişi, elinden geldiğinin daha fazlasını yapmayı sürdürdükçe, Yüce Yaradan’ın, kişinin geçmişine sünger çekerek, ona rahmetiyle muamele edecektir inancındayım.

Bu yazı YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.