NASREDDİN HOCA HİKÂYELERİNDEN ALINABİLECEK DERSLER 2
Geçmiş devirlerde, kültürlerin ve olaylara bakışların nesilden nesile aktarılması, hemen tamamen sözlü tarifler ve sözlü anlatılan hikâyeler yoluyla olurdu. Hikâyeleri en geniş coğrafyaya yayılan ve çocukluğumdan beri bildiğim bir isim olması hasebiyle, Nasreddin Hoca’yla ilgili fıkra şeklindeki hikâyeleri irdelemeye başlamıştık. Bu yazımızda da devam edeceğiz.
İlk makalemizde, yük taşıyıcı olarak yaygın bir şekilde kullanılan bir hayvan olan eşek ile irtibatlı hikâyeleri aktarmıştık. Yine eşek temalı, hem güldüren hem de düşündüren hikâyelerle devem edelim.
HİKÂYE: EL, ELİN EŞEĞİNİ…
Varlıklı bir adamın eşeği kaybolmuş. Adamları dört yana dağılıp eşeği aramaya başlamışlar. Bu sırada rastladıkları Hoca’ya da eşeği aramasını söylemişler. Hoca “Olur… Olur…” deyip yürümüş.
Biraz sonra Hoca’yı bağların arasında türkü söyleyerek dolaşırken görenler ne yaptığını sormuşlar. Hoca da:
_ Falan adamın eşeği kaybolmuş, onu arıyorum, demiş.
Adamlar şaşırmış:
_ Aman Hoca’m! demişler. Bu nasıl eşek aramak böyle?
Hoca işi pişkinliğe vurmuş:
_ El, elin eşeğini türkü çağırarak arar, demiş.
YORUM:
Hoca’nın cevaplarından çıkarabileceğimiz birkaç mesaj var.
Birincisi, Hoca, eşeği lakayt bir şekilde arayarak bir insanın zengin olmasının çevresinde sevilmeye yetmediğini vurgulamak istemiş. Çünkü sevdiği veya sevilen bir şahsın eşeği kaybolmuş olsaydı, daha bir içten arayacağı aşikârdı.
İkincisi, eşeği sadece adamlarının aramasından, çevresinde sevilmeyen zengin bir insanın gücünün, ancak kendi parasına ve parayla çalıştırdığı adamlarına yeteceğini göstermek istemiş. Eğer eşeği kaybolan kişi, çevresinde sevilen ama fakir birisi olsaydı, onu sevenlerin hep birlikte dolaşarak eşeği aramaları ihtimali yüksekti.
Ayrıca, hikâyenin sonunda Hoca “el, elin eşeğini türkü çağırarak arar” diyerek, bir insanın kendi işini yine kendisinin görmesinin, yani işinin başında olmasının en iyi sonucu verebileceğini, başkalarına havale edilen işlerde olumlu sonuç almanın zor olduğunu anlatmış.
Takdir edileceği gibi, herkesin işi, kendisi için birinci derecede önemlidir. Ama o şahsın işi, yapması için konuştuğu veya anlaştığı bir başkası açısından bakıldığında, öneminin daha alt sıralarda olabileceğini açıklamaya çalışmış. Dolayısıyla, bilhassa iş disiplini anlayışının eksik olduğu ülkelerde, işin sahibi tarafından doğrudan takip edilmeyen bir işin, zamanında ve olumlu sonuçlanması ihtimali düşüktür.
Benzer durum, hasta-doktor ilişkilerinde de geçerlidir. Doktora giden hastanın çektiği sıkıntı kendisi için birinci derecede önemlidir. Ama günde elli hastaya bakan bir doktorun açısından bakılınca, hastanın çektiği sıkıntıların pek bir önemi yoktur.
HİKÂYE: SEN BURADA MISIN?
Bir gün Nasrettin Hoca hayvan pazarına gitmiş. On eşek satın almış. Eve gelirken birine binip diğerlerini önüne katmış. Yolda eşekleri saymış. Dokuz eşek çıkmış. Meğer altındaki eşeği saymazmış.
_ Vay ahlâksızlar! Beni aldattılar, diyerek heyecanla eşekten inmiş. Sonra
_ Dur, bir daha sayayım demiş. Saymış, on.
Tekrar eşeğe binmiş. Evinin önüne gelince ne olur ne olmaz diye bir daha saymış. Yine dokuz çıkmış.
Kafası karışmış bir halde söylenirken bir komşusu görmüş.
_ Hayırdır Hoca, niye söyleniyorsun, demiş.
Hoca:
_ Pazardan on eşek aldım. Gelene kadar birini kaybettim, demiş.
Komşusu eşekleri saymış, bakmış on tane.
Komşusu:
_ Ee, tamam ya Hoca demiş. Hoca tekrar saymış, yine dokuz. Komşusu durumu anlamış.
Komşusu:
_ Peki, üstünde oturduğun eşek nedir? diye sormuş.
Hoca, altındaki eşeğe doğru eğilmiş,
_ Hay şaşkın! demiş, sen de burada mısın…
YORUM:
Bu fıkrada iki ana mesaj birden verilmek istenilmiş.
Birincisi, Hoca’nın eşekleri yerde iken farklı, bir eşeğin üzerinde iken farklı saymasıyla; insanların sahip oldukları konuma göre olaylara farklı bakabileceklerini, farklı yorumlayabileceklerini göstermek istemiş. Bilindiği gibi, insanların bakış açıları, masanın hangi tarafında olduklarına göre değişebilmektedir. Hattâ çoğu zaman, aynı insanın bakış açısı, masada karşı kısma geçtiğinde veya makamı yükseldiğinde değişebilmektedir.
İkincisi, komşusunun uyarısı üzerine Hoca, hatasını anlamasına rağmen eğilip eşeği suçlamasıyla; insanların en açık ve belirgin hatalarını bile kabul etmeyerek, suçu en olmadık yerlere atmaya hazır olduklarını göstermek istemiş. Gerçekten de hemen hepimiz, bir yanlışlık yaptığımızda, kabahati karşımızdakine atmaya meyilliyizdir. Olmadık bahaneler uydurarak, yaptığımız hatanın sebebini başkalarına yüklemeye çalışırız. Nitekim Nasreddin Hoca’nın bir başka hikâyesinde, söylediği düşünülen konumuzla bağlantılı olan şu sözü, bu gerçeği yansıtmaktadır:
“Kabahat, samur kürk olsa, kimse giymek istemez.”