TASAVVUF ANLAYIŞLARI ÜZERİNE

TASAVVUF ANLAYIŞLARI ÜZERİNE

 

Tasavvuf konusuyla dolaylı bağlantılı olarak, “Takva ve Allah’ta Son Bulma (Fenafillah) Anlayışları” ve “İmam Gazali Neden Önemli” başlıklı yazılarımızı daha önce bu sitede yayınlamıştık. Ayrıca “Türklerde ve Araplarda Müslümanlık Anlayışları Üzerine” başlıklı makalemizde de bazı açılardan tasavvuf konusunu irdelemiştik. Bu yazımızda daha farklı açılardan yaklaşmaya çalışacağız.

Yine bu sitede yayınladığımız “Doğu-Batı Sentezi Üzerine” başlıklı yazımızda, Rene Guenon’un fikirleriyle ilgili olarak Mustafa Tahralı’nın yazdığı “Çağ ve Hakikat” isimli kitabından bazı örnekler vermiştik. Guenon, İslâmi anlayışı anlatırken, manevi tefekkürün amelden üstün olduğunu savunmaktadır. Fransız düşünürün bu anlayışa sahip olmasının muhtemel nedenlerinden birisi, onun tasavvuf ehli insanlar aracılığıyla Müslümanlığı kabul etmesi olabilir. “Doğu-Batı Sentezi Üzerine” başlıklı makalemizde Guenon’un bu fikrine şöyle bir cevap vermiştik: “Allah’ın bize gönderdiği din anlayışında, elbette manevi tefekkür önemlidir. Ama uygulamaya ve salih amele dönüşmemiş bir kalbi sezginin, kendisi dışındaki insanlara faydası çok azdır.”

Diğer taraftan, Kur’an’da, Allah’ta son bulma yani fenafillah anlayışının yerinin olmadığı şeklindeki inancımızı, “Takva ve Allah’ta Son Bulma (Fenafillah) Anlayışları” başlıklı makalemizde, Kur’an ayetlerinden örnekler vererek ifade etmiştik. Kur’an’ın bütününe baktığımızda, yaratılan varlıklar ile tek yaratıcı ilâhi güç olan Tanrı arasında, kesin bir ayrım vardır. Eğer böyle bir ayrım olmasaydı, Allah’ta son bulmak isteyecek kişiler öncelikle peygamberleri olurdu. Hayatı hakkında en çok bilgiye sahip olduğumuz Hz Muhammed ile ilgili olarak, onun Allah ile kaynaşıp bütünleşmeyi düşündüğünü gösteren bir davranışı bilinmemektedir. Hz. Muhammed’in davranışlarına dayanmak isteyen mutasavvıflar, hadisleri örnek almıştır. Değişmemiş ve değiştirilememiş Kur’an, yani Yüce Yaradan’ın sözü ortada net bir şekilde dururken, söylenip söylenmediği belli olmayan bir söze itibar etmenin, bizi yanıltacağı açıktır.

Kur’an’daki, “sonunda Bize döndürüleceksiniz” sözünün anlamı, Allah ile bütünleşeceğiz değildir. Bütün kulları, sonunda Allah’ın huzuruna döneceklerdir anlamındadır. Huzura gelen kullardan hesap sorulacaktır.

Zaten, Allah’ın yeryüzündeki vekil yöneticiliği görevini layıkıyla yapmak için, Allah’ta son bulmaya gerek yoktur. Nefsine karşı mücadele ederek ve güzel işler yapmaya çalışarak, kâmil insan olmaya gayret etmek yeterlidir.

Tasavvufu, Allah’ı sıkça hatırlama ve güzel işler yapmaya gayret etme olarak değerlendirirsek, İslâm’a uygun bir tanım yapmış oluruz. Bu haliyle tasavvuf, takip edilecek faydalı bir yol olur. Ayrıca insanlar için, ulaşılabilir bir hedef haline gelir. Böyle olmayıp, Allah’ta son bulma fikri gibi, ne demek istediği pek anlaşılmayan ve gayri mümkün bir hedef önlerine konulduğu için, insanların gözleri korkup daha baştan vazgeçebilirler. Diğer yandan da, Allah’ta son bulacak kadar metafizik âlemde ileride olduğunu iddia edenler tarafından kandırılabilirler.

Tasavvuf, insanı derin bir düşünceye sevk ederken, aynı zamanda, salih amel işleme eylemi içerisinde olan olgun bir şahsiyet oluşturabilmelidir.

Yoksa Hz. Muhammed’in düşünmediği Allah’ta yok olma yöntemini, mutasavvıfların uyguladık demeleri, inandırıcılığını kaybeder. Tasavvufun zirve ismi İmam Gazali, kendisinin de bu yöntemi kullandığını şöyle anlatır (İhya, C4, s212): “(Tasavvufta) Dördüncü derece, Bir Tek varlıktan başkasını görmemektir. Bu, Sıddıkların, doğruluğa iyice ermişlerin tefekkürüdür. Mutasavvıflar, buna her şeyi birliğe indirerek, bu birlik içinde yok olma adını verirler.”

Gazali bu bilgiyi verdikten sonra, kendisiyle ilgili olarak şunu anlatır: “İki seneden daha fazla bir süre inzivaya çekildim. Yalnızlığa büründüm. Ruhi çabalar ve mücadelelere daldım. Kendimi bütünüyle ruhumu arındırmaya verdim. Mutasavvıfların talimatına uygun olarak kalbimi temizleyerek Allah’ı gönlümde tamamıyla hissetmeye çalıştım. Bu bir yol ki, bu yolda kalp Allah’tan gayri her şeyden arındırılıp temizlenir. Kalp, Allah’ın zikri içinde kaybolur. Sonunda bütünüyle Allah’ta yok olur.”

Cüneydi Bağdadi de tasavvufu şöyle tarif eder: “Tasavvuf, Allah’ın, seni sende öldürüp, seni tekrar Kendisinde dünyaya getirmesidir.”

Gerek Gazali’nin gerekse Bağdadi’nin yaptıkları bu tanımlar, insanların büyük çoğunluğunun kafalarını karıştıracak niteliktedir. Kuvvetle ihtimal ki, bu âlimlerin kastettikleri şeyler, halkın, onların söylediklerinden anladıkları değildir. Çünkü onlar, Hz. İsa’nın konumunu çok iyi bilen âlimlerdir. Hz. İsa, Allah’ın oğlu yani ete kemiğe bürünmüş bir Tanrı değil ve bir kul olduğuna göre, bir insanın pişerek Allah’ta son bulması, yani Allah ile bütünleşmesini düşünemezler.

Bu arada bir bilgi verelim. İmam Gazali’nin de beğendiği Hallacı Mansur’u, halife Muktedir’e şikâyet eden İbn Davud’a göre, Allah’a olan aşkı terennüm eden tasavvuf, Allah’ı insana indirgemektedir. Bu fikri doğru bulan ve kendilerine hakikat şahitleri denilen şuhudlar, Hallac’ın idamına hükmetmişlerdir.(Bağdat’ta o dönemde, 500 civarında şuhud varmış.)

İmam Gazali, iki seneden fazla inzivaya çekildiğini, yalnızlığa büründüğünü anlatmaktadır. Hâlbuki iki yıl süren inziva çok uzun olduğundan, büyük kurtuluşa ulaşma ihtimalinden daha çok, kafanın daha fazla karışması ihtimali vardır.

Buruc Suresi 85/11: “İnanan ve iyi amel yapanlar için de, altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş odur. “

Ayet gayet net bir şekilde büyük kurtuluşa erişmenin yolunu anlatmaktadır. Önce inanacaksın sonra salih amel işleyeceksin. Belki, inanmayan insan inzivaya çekilip, çevresinin baskısından kurtularak düşünmek isteyebilir. Ama inanan insan, Yüce Yaradan’ın yeryüzündeki halefliği görevini yerine getirmek için, aksine, inzivaya çekilmeden, toplum içerisinde kalarak, her zaman salih amel işlemeye çalışmalıdır.

Buruc Suresi14: “Bununla beraber çok bağışlayandır, çok sevendir.”

Demek ki, salih ameller işleyerek bağışlanma dileyeceğiz. İnanarak yaptığımız güzel işlerimiz arttıkça da, Yüce Yaradan’ın bizi sevmesini umut edeceğiz.

Muhtemelen, İmam Gazali’nin de, tasavvuf yöntemiyle ulaşmak istediği amacı, Allah’ın sevgisini kazanmaktır. Ama eserlerini dinleyen halk için durum, Gazali’nin arzu ettiği, Allah’ın sevgisini kazanma anlayışından daha farklı yöne gitmektedir.

Gazali, İhya-ı Ulumiddin adıyla topladığı eserinde, halka çok çeşitli tavsiyelerde bulunmuş, hayatın akışı içerisinde nasıl davranacakları konusunda ve neredeyse her alanda çok ayrıntılı fikirler beyan etmiştir. Belki de bu sebepten, kendisinden sonra gelen bazı âlimler, “Kur’an dâhil, İslâm ile ilgili olan bütün eserler kaybolsaydı, sadece Gazali’nin bu eseri kalsaydı, İslâmiyet bir şey kaybetmezdi” diyebilmişlerdir.

Gazali, hangi saatlerde hangi duaları yaparsak, ne kadar sevap kazanacağımızı geniş bir şekilde anlatmıştır. Belki de, insanları duaya alıştırmak için bu tavsiyeleri yapmıştır. Fakat halk böyle algılamamış, farklı konulardaki ihtiyaçları için belli zamanlarda yaptıkları duaları, dinin sevapmetresi olarak görmüştür. Salih amel işlemeyi geri plana atarak, sadece dualarla ve kalpten gelerek yapılmayan nafile ibadetlerle, Allah’ın sevgisini kazanmaya çalışmıştır. Ayrıca Gazali, hangi sıkıntıya düştüğümüzde, hangi duaları okuyacağımızı da tafsilatıyla aktarmıştır. Dolayısıyla, günlük yaşamımızın her anı için bizi sıkıntıdan kurtarıp cennete götüreceğini söylediği şekilcilik temelinde fikir beyan etmiştir.

Gazali’nin bu tavsiyelerini asırlardır din hocalarından dinleyen halk –bana göre- tasavvufu yanlış anlamıştır. Tasavvufu, şekilciliğe ve zikir ayinlerine dönüştürenler çoğalmıştır.

Hâlbuki tasavvuf, insanı, şekilcilikle ve ayinlerle Yüce Yaradan’ın sevgisini kazanabileceği inancından kurtarabilmelidir.

Tasavvuftaki zikrin rolü için benzetme yapan bazı araştırmacılar şöyle söylerler. Tasavvuftaki bu uygulama, Hıristiyanlıktaki İsa duası, Hinduizm’deki japa yoga, Budizm’deki nembetsu’ya benzemektedir.

Tasavvufa karşı fikirleri ve diğer dinlerle ilgili benzetmeleri dikkate aldığımızda, şu kanaate varabiliriz. Tasavvuf, Allah’ın sevgisini kazanmak isteyenlere, kafaları karıştırmadan, sadece Kur’an ayetlerinden örnekler vermelidir. Buruc Suresi 11inci ayeti veya Bakara Suresi 82inci ve 112inci ayeti göstermek yeterlidir. Yani, inanmak ve salih amel işlemek kâfidir. Salih ameller nelerdir diye soranlara, sadece Bakara Suresi 177 gösterilse bile yeterli olacaktır.

Tasavvuf, kimseyi ötekileştirmemelidir. Aksine diğer dinlere ve anlayışlara hoşgörü ile bakmasını öğretebilmelidir. Eğer tasavvuf ehli, öğretimi böyle yapmayıp, Müslüman olduğunu söyleyen insanları bile, sırf kendisinin mensup olduğu tarikattan olmadıkları için ötekileştirir ve onu Müslüman olarak kabul etmezse, o kişi, Allah’ın sevgisini kazanayım derken, hiç ummadığı aksi durumlara düşebilir.

Eğer tasavvuftaki “Allah’ta yok olma” anlayışı, nereye bakarsak bakalım, Yüce Yaradan’ın izini görmek anlamında ise, bu anlayış Kur’an’a ve gerçeklere uygundur. Çünkü çevremizde gördüğümüz her şey, bize tek olan Tanrı’yı hatırlatır. Gördüğümüz cansız varlıklar, söz gelimi bir bina bile Allah’ı hatırlatır. Çünkü eğer Yüce Yaradan, o malzemeleri yaratmasaydı ve bize akıl ile birlikte iş görme kabiliyeti vermeseydi, biz bina yapamazdık. Çevremizde canlı veya cansız hangi varlığa bakarsak Yüce Yaradan’ın lütfunu ve rahmetini görürüz. İyi niyetle ve insanlara faydalı olacak hangi işe girişsek, Allah’ın rahmeti ve desteğiyle karşılaşırız. Dolayısıyla, fenafillah anlayışı ile bu bakışlar kastediliyorsa, aşağıdaki ayetten de anlaşılacağı gibi, Kur’an’a uygundur:

Bakara Suresi 2/115: “Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz, Allah’ın yüzü işte oradadır (orası Allah’a çıkar). Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”

Tasavvufu, doğru anlayıp, doğru uygulamaya çalışırsak, Allah’ın sevgisini kazanmanın, ulaşılır bir hedef olduğunu görürüz. Ahlâklı bir anlayışla güzel işler yapmaya gayret edersek, hem kendimize, hem çevremize, hem Müslümanlara, hem de bütün insanlığa faydalı oluruz.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.