MAL EDİNME GÜDÜSÜ ÜZERİNE

MAL EDİNME GÜDÜSÜ ÜZERİNE

 

İnsanlarda mal edinme saiki olmasaydı, dünya anlamsız olurdu. Avcı-toplayıcı olarak nitelediğimiz atalarımızda bile, bir mal edinme güdüsünün olduğundan bahsedilebilir. Bu güdüyü, sadece mal edinme olarak değerlendirirsek eksik kalır. Bu güdü, aynı zamanda dünya nimetlerinden faydalanmaktır. Eğer, insanlarda dünya nimetlerinden faydalanma arayışı olmasaydı, dünya harap bir halde kalırdı. İnsanlar da perişan bir yaşam sürerlerdi.

Kur’an ayetlerine baktığımızda, Yüce Yaradan’ın, dünyayı, insanların istifade edeceği şekilde oluşturduğunu görmekteyiz. Hattâ bir yazımızda da belirttiğimiz gibi –en azından- evrenin yakın gök dediğimiz kısmındaki düzeni de, dünyada kurduğu nizamın sürekliliğini sağlamak için oluşturduğunu vurgulamıştık. Kur’an çeşitli ayetleriyle, dünya nimetlerinin insanların hizmetine sunulduğunu ifade etmektedir. Bu hususla ilgili çok sayıda ayetten, birkaçını örnek olarak görelim:

Bakara Suresi 29: “O, öyle bir yaratıcıdır ki, yeryüzünde ne varsa, hepsini sizin için yarattı…”

Araf Suresi 7/32: “De ki, Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş?…”

Kasas Suresi 28/77: “Allah’ın sana ihsan ettiği bu servetle ahiret evini ara ve dünyadan da nasibini unutma…”

Peki, dünyadaki bunca nimet varken, Yüce Yaradan bize mal edinme güdüsü vermeseydi, bu nimetlerin ne anlamı olurdu? Sadece karnımızı doyurma güdümüz olsaydı, dünyada gelişme olur muydu? Toplumsal düzeni kurulabilir miydik?

İnsan hayatı, madde olmadan devam edemez. Mal olmadan inkişaf edemez. Beslenme, giyinme ve barınma gibi ihtiyaçlar, temeldir. Dünyanın varoluşundaki varlıklar, insanların hepsinde mevcut olan bu üç temel ihtiyacı karşılamaya yetmez. Bu sebeple ilave gayret lâzımdır. Çalışmak, üretmek ve yeni şeyler meydana getirmek gerekir.

İnsanlardaki mal edinme güdüsü, iki farklı temel üzerinde oturur. Birincisi, hırs ve ihtirastır. İkincisi ise, emel ve hevestir. Bunları birbirinden ayıran, gerçekleştirme yönteminin meşru ve ahlâki olup olmadığıdır.

Bu duygular, sadece zenginlerde olmaz. Fakirlerde de olur. Fakirlerden de, zengin olmak için gayret gösteren çok fazla sayıda insan vardır. Eğer kişi, meşru ve makul yollardan zengin olmaya çabalıyorsa, bu gayreti emel ve heves olarak nitelenir. Fakat insan, “her yol mübah” diyerek zengin olmaya çalışıyor, başkalarının hakkını yiyor, hile yapıyor, insanları kandırıyor, yalan söylüyorsa, bu şahsın gayreti, ihtiras olarak nitelenir. Fark buradadır. Hevesli kişi, mal mülk sahibi olmak için, böyle yollara tenezzül etmeden, şevkle çalışır, gayret eder. Ayrıca kazandığının da vergisini düzgün bir şekilde verir. İhtiras sahibi insan, kazandığının vergisini bile vermek istemez.

Allah, hırslı insanların ezdikleri kişileri kollayabilmek için, heves ve emel sahibi yaptığı insanlara ayrıca yol göstermektedir. Onlardan, zekât vermelerini ve mallarını infak ederek paylaşmalarını istemiştir.

Yüce Yaradan, yeryüzünün imar edilmesi ve insanların güzel medeniyetler oluşturabilmesi için, insanlara verdiği mal edinme emelinin yanında bir başka heves daha vermiştir. O da, güzele, kibara, zarife, narine olan hevestir. İşte bu sebeple, insanlar sadece, zorunlu ve gerekli ihtiyaçlarını karşılamak için mal mülk edinme gayretine düşmezler. Zarafete ve ziynete de heves ettiklerinden, kültür ve medeniyet dediğimiz olguları oluştururlar. Yine zarafet ve ziynet hevesleri sebebiyle,  oluşturdukları medeniyetlerini, sürekli inkişaf ettirirler.

İslâm, zarafet ve ziynet konusunda bizleri teşvik eder. Ancak bizleri dikkatli olmamız için uyarır.

Allah, bizlerin hevesle ve şevkle yaşamamız için, dünyayı ve insanların hayatını süslediğini vurgular. Kehf 18/46 da, “mal ve evlat, dünya hayatının süsüdür” der. Saffet 37/6 da, dünya semasını yıldızlarla süslediğini anlatır. Araf 7/32 de, bizler için ziynetler, süsler oluşturduğunu ifade eder. Hucurat 49/7 de bizlere imanı sevdirdiğini, iç dünyamızı imanla süslediğini beyan eder.

Bizlere böylesine güzellikler veren Yüce Yaradan, bizleri şeytana uymamamız hususunda uyarır. Şeytanın, bizlere, kötülüğü ve fena işleri çekici ve süslü gösterdiğini anlatır. Bu nedenle, dikkatli olmamız gerektiğini sıkça ikaz eder.

İşte heves ve hırs arasındaki fark da buradadır. Heves, Allah’ın gösterdiği yoldan gider. Hırs ise, şeytanın gösterdiği yoldan yürütür. İster emel sahibi olalım, ister ihtiraslı olalım, arzu ettiğimiz sonuca ulaşabiliriz de ulaşamayabiliriz de. Kısmetimiz değişmez. Ama ihtiras ve tamahın farkı, şahsımıza, ruhen ve güven açısından zarar vermesidir. Toplum düzenimizi sarsmasıdır.

Dolayısıyla, devletlerin en mühim sorumlulukları, bu hususlarla ilgili olanlardır. Devletler, insanlardaki yaşama heveslerini, mal mülk sahibi olma isteklerini söndürmemelidirler. Aksine, onlardaki bu hevesleri ve çalışma şevklerini canlı tutmaya gayret etmelidirler. Hırslı ve ihtiraslı insanların, emel ve heves sahibi düzgün kişileri ezmelerini önlemeye çabalamalıdırlar. Yaygın bir adalet ve ülke genelinde emniyet sağlamalıdırlar. İnsanlık ve medeniyet, ancak böyle inkişaf eder. Aksi takdirde, hırs ve ihtiras baskın gelirse; dostluk, akrabalık, vefa ve sadakat azalır. Bunlar bittikçe, insanlık kendi kendini yok etmeye doğru gider.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE, YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.