KÜRESEL MEDENİYETTE İNSANIN BOYUTU

İNSAN KENDİ KENDİNE YETER Mİ?

 

Gerek Kapitalizm gerekse Sosyalizm, sistemlerinin ölçüsü olarak insanı alırlar. Liberalizme göre, “herkes kendi menfaati peşinde koşarsa, bütünün ahengi kurulmuş olur.” Bu anlayışın iddiası, herkesin menfaati peşinde koşmasının sonucunda sosyal düzenin ahengini kuracak bir “gizli el” oluşacağı şeklindedir. Sosyalizme göre, parti ve devlet, ortak mutluluğu planlayacaktır. Sosyalizmin iddiası, ortak mutluluğu oluşturacak “gizli el”in bilimsel sosyalizm olduğu şeklindedir.

Görüldüğü üzere, her iki sistem de merkeze insanı ölçü olarak koymaktadır. Her ikisi de, insanın kendi kendine yeter olduğunu düşünmektedir. Her iki akımın da iddiası, kendi sistemlerinin uygulanması sonucu bir “gizli el” oluşacak ve toplumun mutluluğunu, ahengini kuracaktır. Toplumun mutluluğu ve ahengini oluşturmak için, gerek kapitalizmin gerekse sosyalizmin umudu kendi sistemlerinin uygulanmasıyla oluşacak bilinmeyen bir “gizli el”dir.

Her iki sistem de, hem insanın kendine yeter olduğu anlayışı üzerine fikirlerini kurmaktadır, hem de bilinmeyen bir “gizli el”den umut beklemektedir. Bu bekleyiş kendi içerisinde bir çelişki oluşturmaktadır. Diğer bir yaman çelişki ise, bu “gizli el”in, kapitalizm ve sosyalizm gibi birbirine zıt uygulamalar sonucunda ortaya çıkacağı iddiasıdır.

Her iki sistemin uygulamaları göstermiştir ki, beklenilen gizli bir el oluşmamıştır. Kapitalizm, toplumu orman kanunlarına doğru götürmüştür, Sosyalizm ise, hayal âleminde yaşanan gerçek bir totalitarizme götürmüştür.

Gerek Kapitalizm ve Sosyalizmin temelindeki ciddi fikri çelişkiler, gerekse bu fikirlerin uygulamalarının sonuçları, insanın kendi kendine yeter olduğu iddiasını çürütmüştür. Her iki yolun da çıkmaz yol olduğunu göstermiştir.

Demek ki, oluşturmak istediğimiz Küresel Medeniyet anlayışı,” insanın kendi kendine yeter” olduğu iddiası üzerine kurulamaz.

Çünkü insan aklı sınırlıdır. İnsanlar, akıllarını kullanarak yaptıkları bilimle sebepler üzerinde araştırma yapabilirler, ama ilk sebebe ulaşamazlar. Benzer şekilde insanlar yaptıkları felsefi ve bilgece tartışmalarla gayeler hakkında düşünebilirler, ama son gayeye erişemezler. Hiçbir zaman da ortak bir düşünceye ulaşamazlar.

Doğa bilimleri, sosyal bilimler, ekonomi ilmi farklı rasyonalitelere sahiptirler. Bunlar bir tek akıl ilkesine irca edilemezler. Diğer taraftan akıl yürütme; insanın bilgisine, görgüsüne, nefsine hâkimiyetine, içinde bulunduğu ortama göre insandan insana değişir. Hattâ aynı insanın akıl yürütmesi, yaşadığı ortama göre değişebilir.

Kendimize ve çevremizdekilere şu soruları soralım. Eğer aklın yolu farklı ise, insanların huzuru bulabilmeleri için gerekli olan şey nedir? İnsanların akılları ve duyuları sayesinde sahip oldukları bilgi ve özellikler, huzuru bulabilmeleri için yeterli midir?

Eğer ortak bir noktaya varabilecek idiysek, binlerce yıldır felsefeciler neden birbirine zıt fikirleri savunmak zorunda kaldılar? Hattâ aynı felsefeci, kendi ömrü içerisinde, birbirine zıt fikirleri savunmak durumuna neden düştü?

İnsan dünyada başıboş bırakılsaydı, huzuru bulabilir miydik? Dünyamız herkesin herkesle çatıştığı bir arena olmaz mıydı?

“Biz neyiz?” sorusuna, sadece aklımızla yanıt arasaydık, cevabımız hususunda ortak bir kanaat oluşur muydu?

“Niçin buradayız?” sorusunun cevabını, salt akılla, verebilir miydik?

İnsanlara “madde” olarak baktığımızda, bir gün arkadaşlarımız, en dost bildiklerimiz tarafından arkadan hançerlenmemiz, bakış açımızın doğal bir sonucu değil midir?

Gerek bu soruların, gerekse her insanın aklına takılan farklı soruların sonucunda, insanın kendi kendine yeter olmadığı net olarak anlaşılmaktadır. Bu sebeple yeni Küresel Medeniyet anlayışı, “insanın kendine yeter oluşu” üzerine değil, tam tersine, “insanın ilâhi bir boyutunun olduğu” gerçeği üzerine kurulabilir.

Küresel Medeniyetin temelleri üzerine irdelemelerimize devam edeceğiz.

Bu yazı Genel, Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.