KUR’AN BAĞLAMINDA HUKUK

KUR’AN BAĞLAMINDA HUKUK

 

Bu sitede, hukuk konusunu, “Hukuk Kavramı Üzerine” ve “Şeriat Hukuku” başlıklı yazılarımızda farklı açılardan irdelemeye çalıştık. Bu makalemizde, biraz daha farklı bir pencereden incelemeye gayret edeceğiz.

Bilindiği üzere hukuk kuralları, iyi ve kötü tanımları üzerine kurulur. Yüce Yaradan, insana verdiği akıl sayesinde, iyi ve kötü ayrımını yapabilmemizi sağlamıştır. Bize verdiği vicdan sayesinde, iyilik yapmamız gerektiğini ve kötülükten uzak durmamızı kavrayabilme kabiliyeti vermiştir. Bize verdiği irade sayesinde, ulaştığımız sonuçları uygulayabilmemize imkân vermiştir.

Fakat insanlarda bulunan bencillik duygusu, akıllarını kullanarak bu ayrımı hakkaniyete uygun yapmalarına engel olmaktadır. Ayrıca, güç sahibi insanlar ve yöneticilerin çoğunluğu, vicdanlarını dinleyecek iradeyi gösteremedikleri için, iyi ve kötü kavramlarını saptırabilmektedirler. Bu nedenle, insanlar arasındaki tartışmalarda, iyi ve kötü kavramı izafi bir hâl almıştır. Dolayısıyla, bu kavramlarla ilgili tartışmalar bitmemektedir.

Yüce Yaradan, bu noktada insanlara yardım edebilmek için, Kur’an’ında, bazı hususlarla ilgili olarak, neyin iyi neyin kötü olduğu konusunda bizi aydınlatmıştır. Ancak, açıklama getirmediği çok sayıdaki konularda bizi serbest bırakmıştır. İslâm âlimleri, Kur’an’ın yol göstermesinden faydalanarak, bu kavramlardaki göreceliliği azaltmak için, hukuk kurallarını beş kısımda değerlendirmişlerdir. Fakat bu kurallar, genel tanım açısından geçerlidir. Ayrıntıları, ilmihâl kitaplarında aktarmışlardır. Ancak ilmihâl kitaplarında anlatılan ayrıntılar, Kur’an’dan ziyade Hz. Peygamberin sözlerine dayandırıldığı için, tartışmaya açık haldedir.

İslâm âlimlerinin hukuk kuralları için saydıkları beş husus şunlardır:

Eğer, bir şey tamamıyla iyi ise, bunu yapmak zorunludur. Diğer bir deyimle farzdır.

Eğer, bir şeyde iyilik yönü daha baskın ise, o şeyi yapmak tercih edilmelidir.

Eğer, bir şeyde iyi ve kötü birbirine yakınsa veya ikisi de yoksa bu şeyi yapmak mubahtır (sakıncasızdır).

Eğer, bir şeyde kötülük daha baskın ise, iyilik çok daha azsa, o şeyi yapmak zararlıdır, sakınılmalıdır.

Eğer, bir şeyde kötülük çok daha baskın veya tamamen kötü ise, o şeyi yapmak haramdır.

İslâm’ın bu hukuk anlayışı ve genel kurallar, değişen hükümetlere veya sultanlara göre değiştirilemezler. Bu sebeple adaletle hükmetmek isteyen sultanlar, birçok önemli karaları alırlarken, İslâm âlimlerine danışmışlardır. Hakikati arayan kadılar (hâkimler), Kur’an’a ve Kur’an’ın kurmak istediği sisteme göre karar vermeye çalışmışlardır.

Demek ki, kanun yapma işi, sultanların veya hükümetlerin işleri değildir. Âlimlerin işidir. Dolayısıyla, İslâm anlayışına göre yasama, idareden ve yöneticilerden bağımsız olmalıdır. 

Kur’an’da “iyi” kelimesi, “maruf” olarak geçer. Maruf, toplumun geneli tarafından bilinen ve kabul edilen anlamındadır. Kötü kelimesi de, “münkir” olarak geçer. Münkir ise, uygun olmadığı genel olarak kabul gören ve öyle telâkki edilen şeydir.

Kur’an’ın bu tasnifine ve anlatımına göre, bir şey, Kur’an’da yasaklandığı için kötü değildir. O şey, zaten kötü olduğu için yasaklanmıştır. Benzer mantıkla, bir şey, yapılması istenildiği için iyi değildir. O şey, iyi olduğu için yapılması istenilmiştir.

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Kur’an, bazı konularda yasak koymamış veya uygundur dememiştir. Buna karşılık, bazı hususlarda net ifadeler kullanmıştır. Net vurgulanan hususlar, farz veya haram olarak değerlendirilmelidir ve kesinlikle uyulmalıdır. Kur’an’ın yasaklamadığı fiiller, âlimlerce, tercih edilen, mubah ve sakıncalı olarak üç guruba ayrılmıştır. Bu üç anlayışın sınırı, Kur’an’da arzu edilen ahlâk anlayışıdır. Bu sebeple, İslâm bilginleri günün şartlarına göre, bu üç gurupla ilgili olarak şartlar farklılaştığında değişebilecek hukuk kuralları oluşturabilirler.  Ancak bu değişikliklerde, adalet, erdemlilik ve toplumsal fayda şartları aranmalıdır. Diğer taraftan, Kur’an’da net olarak belirtilen emir ve yasaklar değiştirilemezler. Çünkü Kur’an müeyyideleri, sadece maddi olmayıp, manevi ve vicdani müeyyideler şeklindedir.

Kur’an, madde ile manâyı yani, dünyevi ile maneviyi birbirinden ayırmamıştır. Bir bütünün parçaları olarak ele almıştır. Kur’an, insanı sadece fiziki alana hapsetmemiştir. Metafizik yönünü de sürekli işlemiştir. Dolayısıyla oluşturulacak hukuk kurallarında da, bu anlayış dikkate alınmalıdır.

İslâm’da ameller, niyetlere göre değerlendirilir. Kalkınmış ülkelerin hukuk sisteminde niyetin önemi, ancak son dönemlerde anlaşılabilmiştir. Ancak, kitle iletişim araçlarının hızla yaygınlaşması sebebiyle dünyamız küreselleştikçe, “niyet sahtekârlığı” yapanların oranı artmaya başlamıştır. Dolayısıyla, bu hususta kurallar oluşturulurken çok dikkatli olunmalıdır.

Diğer taraftan, İslâmi kavramlara göre, hak, her zaman haktır. Zaman aşımı yoktur. Bir hakkın geç talep edilmesi, o hakkın düşürülmesine sebep olmaz. Benzer şekilde bir cezanın kararının geç alınması veya uygulamasının geç yapılması onu geçersiz kılmaz.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.