KÜLTÜRÜN AKTARILMASINDA GÖNÜL BAĞI

KÜLTÜRÜN AKTARIMI, NESİLLER ARASINDAKİ GÖNÜL BAĞIYLA BAŞARILIR

 

Bu sitede yayınladığımız “Kültürün Aktarma Organları” başlıklı yazımızda, sosyologların tanımlarından hareket etmiştik. Sosyologlara göre kültürün üç tane aktarma organı vardır: yazı, dil ve din.

Sosyologların bu iddialarının gerekli ama yetersiz olduğunu, yazımızda Türk tarihinden örnek vererek anlatmaya çalıştık. Bilindiği gibi, Türklerde kültürün aktarma organı olarak belirtilen bu üç unsurun üçü de, tarih içerisinde değişmiştir. Yazı, Hun Türk Devletlerinde Runik alfabesi idi. Göktürkler ve Uygur Türkleri kendi adlarıyla anılan alfabeleri kullandılar. Müslümanlığın kabulü ile birlikte alfabede Arap yazısına geçtiler. Günümüzde ise Türk halkları farklı alfabeler kullanmaktadır.

Dilleri açısından bakılınca, bugün bile farklı Türk halklarından insanlar bir araya gelseler konuşarak anlaşamayabilirler. Ama kültür anlayışları arasındaki benzerlik dillerindeki benzerlikten fazladır.

Din açısından bakılınca, günümüzde Türklerin kahır ekseriyeti Müslümandır. Ancak tarih içerisinde aynı şehirde, eski Türk dinine inananlarla birlikte Budizm, Manicilik, Müslümanlık ve hattâ Hıristiyanlık inancındaki Türk insanlar, birlikte yaşamışlardı. Bugün Müslümanlık hâkim. Ama Müslümanlığın çok çeşitli yorumlarını savunanlar birarada yaşıyorlar. Kültürleri benzer olmasına karşın, aralarındaki çatışmanın da sebeplerinden birisi bu yorum farklarıdır.

Demek ki, kültürlerin nesillere aktarımında bazı farklı etkenler daha var.

Yine bu sitede yayınladığımız “Aile Birliğini Desteklemenin Düşük Maliyeti” başlıklı yazımızda, aile kurumunun önemi üzerinde durmuştuk. Yazımızda kısaca şu bilgileri paylaşmıştık: “Dünyada 1960’lı yıllarda başlayan serbest aşk anlayışı, günümüzde sadece ABD’ye yılda 100 milyar doların üzerinde bir maliyet yüklemiştir.  Bu maliyet hesabına etki eden kalemler arasında boşanmalar, cinsel temas yoluyla bulaşan hastalıklar ve diğer etkenler bulunmaktadır. Zengin ülkelerin çoğunda evlilik dışı doğumlardaki artış her yıl hızlanarak %40’ları buldu. İngiltere çevre birimi, 10 yıl içerisinde, %80’inde bekâr insanların yaşadığı 4,4 milyon eve ihtiyaç olacağını hesaplamış. Gelişmiş ülkelerin çoğunda aynı hesaplar yapılıyor.”

Yazımızda şöyle bir sonuca varmıştık: “Dünyada hiçbir Devlet, felsefeleri ne olursa olsun, geleneksel ailelerin azaldığı toplumların maliyetine katlanamaz. Bunun göstergelerinden biri, Avrupa ülkelerindeki 60’lı yıllardan beri gelen sol partilerin bile, “önce aile” söylemesine dönmüş olmasıdır. Çünkü öteki seçenek, altından kalkılamayacak kadar pahalıya mal olmaktadır.”

Bahsettiğimiz iki yazımızda, kültürün aktarılmasında başka bazı etkenlerden bahsetmiş ve aile kurumunu korumanın geleceğimiz açısından önemini vurgulamıştık. Bu makalemizde ise, önceki her iki yazımızın konusuna da, başlıktaki açıdan bakmaya çalışacağız.

Yazımızın başlığı “Kültürlerin nesilden nesile aktarımı, kuşaklar arasındaki gönül bağıyla başarılır”. Bu gönül bağı kurulmadan, değer yargıları ve kültür aktarılamaz. Nitekim hangi halkı ele alsak, sosyologların belirttikleri kültürün aktarma organları olan yazı, dil ve din, günümüzde değişmeden duruyor. İlaveten de yazıyı öğrenenlerin sayısı her gün artıyor. Kalkınmış ülkelerde okur-yazar olmayan yok gibi. Dini bilgileri edinebileceği kaynaklara ulaşmak da, artık çok kolaylaştı. Ama maalesef kültür yeterince aktarılamıyor. Çünkü nesiller arasındaki gönül bağı zayıfladı.

Aileler, artık çekirdek aile dediğimiz hale küçüldü. Anne, baba ve çocuklardan oluşuyor. Çocuk sayısı giderek azaldı. Gelecek nesiller içerisinde; kardeş, amca, teyze, hala, dayı sahibi olanlar şanslı sayılacaklar. Benzer şekilde torun sahibi olmak ayrıcalık gibi olacak. Evlilik dışı doğan çocukların sayısı artıyor. Bu çocuklar ebeveynlerin sorunları arasında sıkışıp kalıyorlar ve sevgisiz veya tek kişinin sevgisiyle büyüyenlerin sayısı artıyor.

Kültür yaşayan bir olgudur. Dolayısıyla nesillere aktarılması da yaşanarak sağlanır. Çocuklar doğduklarında beyinleri boştur. Zaman içerisinde çevrelerinden aldıklarıyla dolar. İlk çevre, en yakın halkadır. Bunlar; anne-baba, kardeşler, hala-teyze-amca-dayı, nene, dede, yakın görüşülen diğer ailelerdir.

Çocuk önce yakınındakilerin yaptıklarını takip eder. Büyüdükçe onların anlattıklarını dinler. Sorgulama yaşına geldikçe, dinlediklerini anlatanların söylediklerini kendilerinin uygulayıp uygulamadıklarını irdeler. Sevmediği bir insanın anlattıklarını dinlememeye başlar.

Bir çocuk, evlilik dışı bir ortamda doğduysa, ebeveynlerine bile sevgi beslemesi ihtimali düşüktür. Ebeveynlerinin ebeveynlerini veya yakın akrabalarını tanımıyorsa, sevgi göreceği ortamı bulması ihtimali azalır. Dolayısıyla yakın çevresi ile gönül bağı kuramamış olan bu çocuklara, kültürün aktarılması zordur. Bilhassa küreselleşen dünyada ve internet ortamının kargaşasında daha zordur.

Çocuklarımızı küreselleşen dünyanın ve internet ortamının kargaşasından korumanın önemli bir yolu, onlarla gönül bağını oluşturmaktır. Çocuğun çevresinde gönül bağı oluşturabileceği insan sayısı ne kadar artarsa, kültürün aktarılması da o kadar artar. Sevgi ve saygı duyacağı insanların sayısı ne kadar azalırsa, kültürün devamlılığı da o kadar geriler.

O halde sistemlerimizi kurarken, hukukumuzu oluştururken, sadece aile kurumunu değil, sülâle kurumunu da sevgi ortamına yöneltecek şekilde olması için gayret sarfetmeliyiz. Bunu gerçekleştiremezsek, aile kurumu da sülâle kurumu da, kültürün aktarılmasının önünde bir engel haline dönüşür.

Birbirine sevgi ve saygı duymayan nesiller, dünyamızın ve insanlığın geleceği için çok önemli bir tehlike oluştururlar.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.