KIYAMETTEN ÖNCE DİRİLME VAR MI?
Bu soruya kimse net cevap veremez. Bizim yapabileceğimiz, Kur’an ayetlerini yorumlayarak tahmin yürütmek olacaktır. Dirilmek kavramından kastımız, ahiret hayatındaki diriltilmedir. Bu durumda sorulacak soru, ahiret hayatının biz ölünce mi, yoksa bütün evrendeki kıyametten sonra mı başlayacağıdır.
Kur’an’da, göklerin ve yerin savrulduğu kıyamet günü konusunda yapılan anlatımlarda, bütün kulların, Sur’a üflenince kalkacakları vurgulanır. Bu husustaki bütün ayetlere ve hesap günü ile ilgili bazı ayetlerin tercümelerine bakınca, ahiret hayatındaki dirilmenin, Kur’an’da “o gün” olarak tanımlanan kıyamet günü olacağı izlenimi oluşmaktadır.
Ancak, yine Kur’an’da bulunan aşağıdaki ayetler, bu konuda bizi daha farklı düşünmeye ve daha derin fikir yürütmeye yöneltmektedir.
Bakara Suresi 2/154: “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz sezemezsiniz.”
Ali İmran Suresi 3/169: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında rızıklanmaktadırlar.”
Ayetlerdeki ifadeler nettir. Allah yolunda öldürülenler diriltilmişler ve Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar. Demek ki -en azından- Allah yolunda öldürülenlerin diriltilmeleri, genel kıyamet gününden önce olacaktır. Ayetlerden anlaşılan o ki, bu güzel insanların dirilmeleri, bu dünyadan ahiret hayatına intikal ettikleri dönemde ve Yüce Yaradan’ın uygun gördüğü bir anda olacaktır.
Peki, Allah yolunda ölenler denilirken kimler kastedilmiş olabilir? Sadece, Allah yolunda yapılan bir savaşa katıldıklarında, harp sırasında şehit olanlardan mı bahsedilmektedir? Ömrünün –en azından- son yıllarını kalpten gelen bir inanışla Allah yolunda mücadele ile geçiren, çok çeşitli çarpışmalara katılan ama savaş sırasında değil de başka bir ortamda ölen kişi, hangi gurupta kabul edilecektir? Bu soruya cevap bulabilmek için, yine Kur’an’a bakalım.
Araf Suresi 7/188: De ki: “Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim…”
Enam Suresi 6/61: O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.
Secde Suresi 32/11: De ki: “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
Yukarıda verdiğimiz üç ayette bahsedilen hususlara benzeyen konuları işleyen, çok sayıda ayet vardır. Ayetlerden anlaşılan o ki, bir insanın ölümüne sadece Yüce Yaradan karar verir. O dilemezse, kimse ölemez.
Tek olan Tanrı, kullarının ölüm zamanlarını sadece Kendisi tayin ettiğine göre, Allah yolunda savaşan bir kişinin harp sırasında ölmesi şahsın kendi elinde değildir. Bu durumda, katıldığı mücadelelerde değil de, savaş dışı ortamda vefat eden bir insanın, harp sırasında ölmemesi, Yüce Yaradan’ın takdiridir. Bilindiği gibi, savaşlara bizzat katılan Hz. Muhammed bile, harpte değil yatağında vefat etmiştir. Tek olan Tanrı’nın, kullarına zerre kadar haksızlık yapmayacağına bütün kalbimizle inanıyorsak, Allah yolunda çabalayan ama başka ortamda vefat edenlere de, adaletiyle muamele edeceği kesindir. O halde, Allah yolunda yürüyen ama savaş sırasında değil de, başka ortamda iken Yüce Yaradan tarafından Onun huzuruna getirtilen bir kişinin de, ahiret hayatında Rabbinin katında rızıklanıyor olması beklenir.
Peki, Allah yolunda olmak, sadece savaşlara katılmakla mı olur? Bu hususta da Kur’an’a bakalım.
Bakara Suresi 2/82: “İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.”
112: “Hayır, hayır! Kim özü iyilik dolu olarak yüzünü Allah’a tertemiz döndürür ve teslim ederse, işte onun Rabbi katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olacak değiller.”
Yukarıda verdiğimiz ayetlerden anlaşılan o ki, iman edip salih ameller işleyenler de, savaşlara katılmamış olsalar bile, Yüce Yaradan’ın cennetine gireceklerdir. Burada akla gelen soru, bu insanların cennete ne zaman girecekleri hususudur. Cenneti hak edenlerin bir kısmının hemen öldükten sonra cennete girecekleri, bir bölümünün de kıyameti bekleyeceklerini düşünmek, Yüce Yaradan’ın adilliğinden şüphe etmek anlamına gelebilir.
Peki, Allah yolunda yürümeyenlerin durumu için, bizlere yol gösterebilecek bir ayet var mıdır?
Enam Suresi 6/27: Onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman: “Ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık da müminlerden olsaydık” dediklerini bir görsen!
Ayetteki ifadelere bakılınca, bu konuşmaların kıyamet gününden çok daha önceki bir dönemde yapıldığı izlenimi uyanmaktadır. Eğer cehennemdeki bu konuşmalar, kıyamet gününden sonraki dirilmede yapılmış olsaydı, artık geriye dönülecek bir yeryüzünün kalmadığını bileceklerinden, geri dönme talebinde bulunmazlardı.
Nitekim aynı surenin devamındaki ayet, bu konuda bize daha net bir fikir vermektedir.
28: “Hayır, daha önce gizleyip durdukları karşılarına çıktı da ondan, yoksa geri çevrilselerdi yine menedildikleri şeyi yapmaya dönerlerdi. Çünkü onlar yalancıdırlar.”
Yüce Yaradan, cehennemine attığı kişilerin, geri yeryüzüne gönderilseler bile, yalancı oldukları için, aynı hataları yapacaklarını ifade etmektedir. Bu ifadelerden, cehennemden geri çevrilecekleri bir yeryüzünün mevcut olduğu, yani genel kıyametin henüz olmadığı fikrine ulaşılması yanlış olmaz. Ancak, biz yine de daha net bir karara varabilmemiz için, Kur’an’ı irdelemeye devam edelim.
Kur’an meallerinin çoğunda, “kıyamet” olarak tercüme edilen kelimelerin Arapçası, ya “saatu” veya “yevm” olarak geçmektedir.
Enam Suresi 6/31: Allah’ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. Kıyamet günü ansızın gelince onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak şöyle derler: “Dünyada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!” Bakın yüklendikleri günah ne kötüdür!
Bu ayette “kıyamet” olarak tercüme edilen kelimenin Arapçası, “saatu” şeklindedir. Bu durumda, aynı surenin yukarıda verdiğimiz 27inci ayetiyle birleştirerek fikir yürütünce, cehenneme gidecekler için de o saat kelimesiyle vurgulanmak istenilenin, kişinin öldüğü an olduğu anlaşılmaktadır. Ayette bahsedilen “o saatin ansızın gelmesi” ifadesinden kıyametin ansızın geleceği anlamını çıkarmak yanlıştır. Çünkü insanların kişisel ölümleri de ansızın gelmektedir ve ansızın gelecektir.
Göklerin ve yerin savrulacağı kıyamet gününde Sur’a üflemenin bahsedildiği ayetlere bakarak, düşünmeyi biraz daha sürdürelim.
Zumer Suresi 39/68: “Ve sur’a üflenmiştir. Göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Sonra ona bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar bakıyorlardır.”
Bu ayetle ilgili bazı tercümelerde bahsedilen, “mezardan çıkmak” şeklinde bir ifade, bu ayetin Arapçasında yok. “Kıyamun” yani “kalkmış” ifadesi var. Bu ayetten önceki ayete bakıldığında, kıyamet günü (Arapçası, yevmel kıyameti) göklerin dürüldüğünden bahsedilmektedir. Sonraki ayetlerde de Sur’a üflendikten sonra kurulan divandan söz edilmektedir. Dolayısıyla, göklerin ve yerin savrulduğu kıyamet günü bütün kulların hepsi birden öleceğinden, kıyamet olayı sebebiyle o anda ölenlerin tamamının mizanının yapılması anlatılmaktadır.
Zumer 68inci ayetteki bu anlatım, kıyametten önce ölmüş olanları kapsasaydı, ayette “Sur’a üflenmiştir, göklerde ve yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır” ifadesine gerek kalmadan sadece, “Sur’a üflenmiştir, göklerde ve yerde kim yaşadıysa, kaldırılıp huzura toplanmışlardır” gibi bir ifade olması daha net anlatım olurdu. Dolayısıyla, bu ayetteki ifadeler kıyamet sonrasındaki ortamı anlatmaktadır. Bu nedenle yukarıda verdiğimiz Enam 6/27 de, cehenneme gidenlerin dünyaya geri döndürülmeyi istemelerinin, kıyametten çok daha önce vefat edenleri kapsaması ihtimali güçlenmektedir.
Ayrıca, eğer herkesin sorgusu sadece kıyametten sonra yapılacak olsaydı, Bakara Suresi 2/154 ve Ali İmran Suresi 3/169’da Allah yolunda öldürülenlerin diri oldukları ve Allah katında rızıklandıkları şeklindeki ayetlerin olmaması gerekirdi.
Konumuzla dolaylı bağlantılı bir başka ayet şöyledir:
Araf Suresi 7/19: (Sonra Allah, Âdem’e hitap etti): “Ey Âdem! sen ve eşin cennette durun, dilediğiniz yerden yiyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
Ayete göre Yüce Yaradan, cenneti, insanlığı yarattığı dönemde ve Hz Âdem’i yaratmadan oluşturmuş. Eğer cennetine veya cehennemine, kıyamet kopmadan önce kimseyi almayacak ve herkes o günü bekleyecekse, cennet ve cehennemi oluşturmuş olmasının bir tek sebebi kalır. O da, haksızlık yapacakların sayısını azaltmak, iyilikler ve güzel işler yapacakların sayısını artırmak için, kullarını uyarmak ve onlara yol göstermektir. Ancak, takdir edileceği gibi, Yüce Yaradan’ın, bir konuyu bizim gibi tek veya iki yönden ele almayıp, bütün yönleriyle değerlendirdiği bir gerçektir. Dolayısıyla tek olan Tanrı’nın, kullarını cehennemde cezalandırmak veya cennetiyle mükâfatlandırmak için, insanlığın başlangıcında cennet ve cehennemi oluşturduğu halde, içini doldurmak için insanlığın sonu olan kıyameti beklemesine pek ihtimal vermiyorum. Eğer tek yönlü düşünseydi, cennet ve cehenneme koyacağı bilgisini kullarına vermekle yetinir ve cennet ile cehennemi, kıyameti oluşturduktan sonra yaratırdı. Çünkü yaratmak, Onun için çok basit bir şeydir.
Akla gelebilecek bir başka soru da şudur. Eğer, insanlığın başlangıcından sonuna kadar yaşayıp ölen bütün insanlar, hesap için kıyameti bekleyeceklerse, daha önceleri ölen insanların ruhları ne olacaktır. Kur’an’da çok sayıda ayette “dönüşünüz Rabbinizedir” şeklinde ayetler vardır. En hak vaat, Yüce Yaradan’ın vaadi olduğuna göre, vefat etmiş insanların ruhları Rablerine dönmek için kıyamete kadar bekleyeceklerse, bu uzun dönemde nerelerde ve neden bekleyeceklerdir?
Konumuzla dolaylı bağlantılı bir başka ayet de şöyledir: Cuma Suresi 62/6: De ki: “Ey Yahudi olanlar! Eğer insanlar arasında yalnız sizin, Allah’ın dostları olduğunuzu sanıyorsanız, o halde ölümü temenni edin, doğru iseniz?”
Eğer, herkesin hesabı kıyametten sonra sorulacak ise, Yahudilere şimdiden ölümü temenni edin denilmesinin tek sebebi, onların, Allah’ın dostları olmadığını göstermek midir? Tek sebebin bu olup olmadığını daha iyi kavramak için başka ayetlere bakalım:
Mümin Suresi 40/17: “Bugün her nefis kazandığı ile cezalanacaktır. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.”
Ayette bugün olarak tercüme edilen kelimenin Arapçası, “el yevm” dir. Ayetin sonundaki ifade “şüphesiz Allah, hesabı seri görendir” denilir. Bakara 2/202, Ali İmran 3/19, Ali İmran 3/199, Maide5/4, Enam 6/165, İbrahim 14/51, Nur 24/39 da aynı şekilde “Allah, seri hesap görendir” ifadesi vardır. Ancak hesabın ne zaman görüleceği belirtilmez. Seri görüldüğünden bahsedilen hesap gününün, bütün kâinatın kıyamet günü olacağını düşünmek pek mantıklı durmuyor. Dolayısıyla, bahsedilen günün, kişinin öldüğü gün olması ihtimali daha yüksektir. Zaten Mümin Suresinin 17inci ayetinin Arapçasında da, kıyamet kelimesi değil, yevm (gün) sözü geçmektedir.
İslâm âlimlerinin yaptıkları tercümelerinde bazı ayetlerde, “kabirlerinden fırlayacaklar” terimi kullanılmaktadır. Böyle ayetlerden birisi Mümin Suresinin 16ıncı ayetidir. Benim de meallerini sıkça kullandığım Elmalılı Hamdi Yazır’ın bu ayeti tercümesi aşağıdadır:
O gün onlar kabirlerinden meydana fırlarlar. Kendilerinin hiçbir şeyi Allah’a karşı gizli kalmaz. “Bugün mülk kimindir?” (diye sorulur. Cevaben): “Tek ve kahhar olan Allah’ındır.” (denir).
Ayetin Arapçasına baktığımızda “kabir” kelimesi yoktur. Arapçasında “yevme hum barizune” denilir. Bunun da anlamı, “o gün onlar ortaya çıkarlar” demektir.
Mezarlarından fırlarlar şeklinde tercüme edilen ayetlerin hiçbirisinde, mezar kelimesi geçmemektedir. Eğer, gelmiş geçmiş bütün insanları düşünürsek, büyük çoğunluğunun mezarlarının kalmadığı, insanların önemli bir bölümünün cesetlerinin yakıldığı bir ortamda mezarlardan fırlamak sözünün yanlışlığı anlaşılır. Zaten, diriltilecek olanlar, ruhlardır. Ruhlar, Yüce Yaradan tarafından yeni bir bedene konulacak ve yeni bir bedene can vereceklerdir. Bu bedenin özelliklerinin, cehenneme gideceklerde farklı, cennete gireceklerde farklı olması ihtimali vardır. Cehennemdekilerin bedenleri, cehennem ortamında ölmeyerek yaşamalarını sağlayacak yapıda olacağı ayetlerde vurgulanmaktadır. Cennettekilerde ise, menfaat, kin ve nefret gibi duyguların olmayacağı güzel bir ortamda yaşanacağı, ayetlerde ifade edilmektedir. Dolayısıyla, cennet ve cehennemdekilerin bedenleri aynı olmayabilir. Veya aynı beden olur, fakat tek olan Tanrı, aynı bedene cennet ve cehennemde farklı özellikler verir. Bu, tamamen bütün kâinatın yaratıcısı, tek olan Tanrı’nın takdirine bağlıdır.
Yukarıdaki irdelemelerimizden de anlaşılmaktadır ki, diriltilme zamanı konusunda bizi tereddüt ettiren husus, ayetlerin tercümelerindeki hatalardır.
Kur’an’da, Sur’a üflenmenin bahsedildiği her ayette, Arapça olarak “kıyameti” kelimesi geçmektedir. Ancak, hesap günü anlamındaki ayetlerin Arapçalarında “yevm” veya “saat” kelimeleri geçmektedir. Bu ifade firavun hanedanıyla ilgili olan Mümin Suresi 40/46 da net olarak görülmektedir. Nitekim bu ayetin tercümesinde verilen “kıyamet kopacağı gün de” sözünün Arapçası da, “yevme tekemus saat” şeklindedir. Yani “o saatin gerçekleşeceği gün” anlamındadır. Dolayısıyla bu ayette de, kıyamet sözü geçmemektedir.
Tercümelerdeki, yevm, saat ve kıyamet kelimelerinin anlamlarında yapılan yer değiştirme şeklindeki hatalar düzeltilerek tercümeler yapıldığında, şöyle bir sonuca varmak mantıklı durmaktadır. Her insanın hesap günü, kişinin kendisinin ölüm dönemidir. Yerin ve göklerin savrulduğu anlamındaki kıyamet gününde, o anda yaşayan ve hep birlikte ölen bütün insanlar için ise, hesap günü, Sur’a ikinci defa üflendiği gündür.
Bizim serdettiğimiz fikirler, sadece, Kur’an ayetlerinin anlamları hakkında akıl yürütme sonucu ulaştığımız bir tahmindir. Gerçeği, sadece ve sadece, her şeye gücü yeten Yüce Yaradan bilir.