İSLÂM’DA RİBA TARTIŞMALARI ÜZERİNE

İSLÂM’DA RİBA TARTIŞMALARI ÜZERİNE

 

Riba konusundaki bazı düşüncelerimizi, bu sitede yayınladığımız “İslâmi Finansın Temelleri Üzerine 2” başlıklı makalemizde sizlerle paylaşmıştık. O yazımızda, Kur’an’da doğrudan riba (faiz) üzerine olan ayetleri irdelemiştik. Konuya, borç-alacak ilişkisi ve para alışverişi açısından yaklaşarak şöyle demiştik: “Ticareti teşvik eden İslâm’ın yasakladığı tek alışveriş, paradan para kazanmaktır. Çünkü İslâm’a göre para, bir emtia değildir. Bir değişim aracıdır. Takas usulü ticaretin zorluklarını aşmak için kullanılan bir araçtır. Dolayısıyla alınıp satılamaz.”

O makalemizde, Kur’an’da faizin haram olduğundan bahseden Bakara Suresi 275 ve 276ıncı ayetleri ele almıştık. Benzer şekilde, alacaklılar ve borçlular arasındaki ilişki hakkında insanlara yol gösteren, Bakara Suresi 280inci ayeti değerlendirmiştik. İster faizsiz borç vermiş olalım, ister bir mal vermiş olalım, borçlu sıkıntıda ise, ona yardımcı olmamız gerektiğini öğütleyen bu ayeti, diğer ilgili ayetlerle birlikte değerlendirdiğimizde, İslâm’ın amacının, toplumda huzuru sağlamak olduğu kanaatine varmıştık.

Bu makalemizde riba konusunu, Kur’an’ın bütününde anlatılmak istenilenlerden anladığımız ölçüde bir başka yönden irdelemeye çalışacağız.

Bilindiği gibi, bütün ilâhi kaynaklı kutsal kitaplar, göklerde ve yerde ne varsa, hepsinin sahibinin, Allah olduğunu net bir şekilde vurgular. İlâhi kaynaklı üç dinin bu konudaki bazı örneklerini, “Amaç ve Araç Üzerine” başlıklı makalemizde verdiğimizden burada bahsetmeyeceğiz.

“Göklerdeki ve yerdeki her şey Yüce Yaradan’ındır” sözünün halk arasındaki algılanışı, “mülk Allah’ındır” deyişiyle özetlenebilir.

Konumuzla dolaylı bağlantılı olan bir diğer husus, Bakara Suresi 30uncu ayete göre, insanların, Yüce Yaradan’ın yeryüzündeki vekil yöneticileri olmaları hakikatidir.

Bizler vekil yöneticiler olduğumuza göre, yetkimiz, bize verilen vekâletname ile sınırlıdır. Bilindiği gibi, hukukta her şeyi kapsayan, yani asıl şahsın bütün yetkilerini kullanabileceğini ifade eden bir vekâletname anlayışı yoktur. Bir insan, vekil tayin ettiği kişiye hangi yetkileri vermek istiyorsa, onları tek tek vekâletnameye yazdırmak zorundadır. Vekâletnamede açıkça yazılı olmayan hiçbir işlemin yapılmasına hukuken izin verilmez.

İşte, bizler de, Yüce Yaradan’ın bize emanet ettiği mülkünün üzerinde, O’nun bize verdiği vekâletnamenin sınırları içerisinde tasarrufta bulunabiliriz.

Kur’an’ın bütününe baktığımızda, tek olan Tanrı’nın insanlara vekâletname vermesinin amacı, insanların hem bu dünyada hem de ahiret yurdunda huzurlu yaşamalarına imkân sağlamaktır. Yoksa vekâletname verilmesinin amacı, insanların zayıf omuzlarına ağır bir yük yüklemek değildir. Enam Suresi 12inci ayete göre, Yüce Yaradan, insanlara rahmet etmeyi, yani merhamet etmeyi Kendi üzerine yazmıştır.

Takdir edileceği gibi, insanlar tek başlarına yaşayamazlar. Dolayısıyla, bu dünyadaki yaşamlarında huzur bulabilmeleri için, insanların toplu yaşama düzenini oluşturmaları şarttır. Eğer her insan, daha yaratılışta birbirine benzer kabiliyette olsaydı, ne yaparlarsa yapsınlar, toplum düzenini oluşturamazlardı. Kimse, kimseye iş gördüremezdi. Spor, müzik, sanat gibi alanlarda karmaşa yaşanırdı veya bir tanesi hariç hiçbiri olmazdı. Diğer taraftan, eğer Yüce Yaradan, insanlara farklı özellikler verip, daha doğuştan onlar arasında ayrım yapılmış olsaydı, adalet anlayışı zedelenirdi.

İşte, çözümü çok zor olan bu konuyu, Yüce Yaradan, güzel bir şekilde ayarlamış. Maddi açıdan farklı özellikte yarattığı insanları, manevi bakımdan eşit yaratmış. Tek olan Tanrı nezdinde, her insanın, başlangıçtaki şeref ve haysiyeti eşittir. Her insan doğuştan masumdur. Yüce Yaradan nezdinde insanlar arasındaki fark, makamları veya maddi zenginlikleri değildir. İnsanlar arasındaki fark, “takva”dadır, yani Allah’ın gösterdiği yolda yürümektedir. Dolayısıyla Yüce Yaradan, bizim toplum düzeni oluşturabilmemiz maksadıyla, farklı maddi özelliklerde yarattığı insanlar arasında, adaleti sağlamıştır.

Tek olan Tanrı, akıl verdiği her insana aynı vekâletnameden vermiştir. Bu vekâletname –Cumartesi yasağı hariç- Hz. Musa’ya gönderdiği on emir ile benzerdir. Ancak, bazı insanlara verdiği vekâletnameye, ilave yetki ve yükümlülükler eklemiştir.

Nitekim Yüce Yaradan, Zuhruf Suresi 32inci ayete göre, toplum düzenini oluşturabilmeleri için, insanlara farklı özelliklerin yanında, bazı insanlara daha fazla nimetler vermiştir. Fakat fazla nimet verdiklerine de, ayrıca ek sorumluluklar yüklemiştir. Nahl Suresi 16/71’de, fazla rızık verdiklerinden, az verdiklerine paylarını vermelerini istemiştir. Benzer talep, Bakara Suresi 219uncu ayetle de tekrarlanmıştır.

Demek ki Yüce Yaradan, Kendisine ait olan mülkünden daha fazla pay verdiği insanlardan, emanet verdiği mülke saygılı davranmalarını istemektedir. Allah’ın o insana verdiği fazla mülkü, Bakara Suresi 177 ve diğer bazı ayetlerde bahsedildiği yerlere paylaştırmasını emreden ek vekâletname vermiştir.

Bilindiği gibi, Yüce Yaradan’ın verdiği mülkü yeterli görmeyip, diğer insanların haklarını yiyerek, onları ezerek daha çok mülk edinme isteğine de, verdiği vekâletname ile set çekmiştir. Kazancın helâlinden olmasını emretmiştir. Yani, zengin olunmasına değil, haksız yollarla, başkalarını ezerek haram yollarla zengin olunmasına karşı çıkmıştır.

İşte, riba konusuna diğer bakış açısı da, burada devreye girmektedir. Haram yollarla, başkalarının haklarını sömürerek elde edilen zenginlik de bir çeşit ‘riba’dır. Çünkü böyle elde edilen zenginlik, paranın hâkimiyetinin hiyerarşisini kurar. Paranın kurduğu hiyerarşide kazanan, yine paradır. Dolayısıyla, haram yöntemle elde edilen zenginlik yoluyla, paradan, dolaylı olarak, para kazanılan bir sistem kurulmuş olur. Hâlbuki kazanç; dürüstçe yapılacak çalışma ve emek verme ile sağlanmalıdır. Haksız yöntemlerle zenginleyip, zenginliğini aynı şekilde sürdürmek, doğrudan faiz alınmasa bile, doğrudan faiz alanlarla aynı konuma düşürür.

Şimdi riba konusunun, fazla tartışılmayan bir başka yönünü daha irdeleyelim.

Küreselleşen dünyamızda, ekonomik ilişkilerin de küreselleştiği hepimizin malûmudur. Küresel ticaretin çok büyük bir bölümü, ABD doları, Euro, İngiliz sterlini üzerinden yapılmaktadır. Bilhassa, kalkınmakta olan ülkeler, dış ticaretlerindeki açığı azaltabilmek için ihracatlarını artırmak adına, kendi milli paralarının değer kaybetmesini kendileri isterler. Bu yapıdaki ülkelerin milli paralarının değeri, yukarıda bahsedilen paralar karşısında sıkça düşmeye başlar. Her değer düşmesinde, halkın, elindeki parayla, ülkesindeki mağazalardan satın aldığı malların miktarı da düşer.

Bu durumu yaşayan vatandaşlardan imkânı olanlar tasarruflarını yabancı paralarla yapmaya başlarlar. Amaçları kendilerini korumaktır. Ancak bazen, ülkeyi yönetenlerin beceriksizlikleri sonucunda, yabancı paralar çok hızlı bir şekilde değerlenirler. Böyle durumlarda yabancı para ile tasarruf edenler, varlıklarını artırmış olurlar.

Şimdi bu ortamları, İslâm’daki riba anlayışı açısından irdelemeye çalışalım.

Önce, milli parasının değerinin düşmesine, bilerek veya beceriksizliklerinden izin veren devlet yöneticileri açısından bakalım. Bu yöneticiler, halkın cebindeki paranın satın alma gücünün düşmesine sebep olmuşlardır. Bu düşüşü ticaretle değil, Merkez Bankasının veya Bakanlar Kurulunun para oyunlarıyla yapmışlardır. Böylece, yaptıkları bu para oyunları sonucunda, halkın cebindeki parasının bir kısmını almış konuma düşmüşlerdir. Diğer bir anlatımla, halka para vermeden, halkın cebinden, faiz anlamına gelecek bir paranın çıkmasına sebep olmuşlardır. Çünkü halkın, ellerindeki paralarıyla aldıkları malların miktarı, kendilerinin yaptıkları bir ticaret sonrasında azalmamıştır. Halkın iradesi dışında, beceriksiz yöneticilerin bilgisizce yaptıkları para oyunlarından dolayı kaybetmişlerdir.

Devletler, vatandaşından tahsil ettikleri vergilerle faaliyetlerini sürdürürler. Bilhassa dolaylı vergiler olan KDV ve ÖTV gibi vergiler, vergi gelirleri içerisinde doğrudan vergilere göre daha fazla olmaktadır. Piyasada bulunan mallardaki her fiyat artışı, devletin aldığı KDV ve ÖTV vergilerinin miktarının artmasına sebep olur. Alım gücü düşen vatandaş, daha az mal almasına rağmen, daha çok vergi öder hale gelir.

Sonuçta devlet, karşılığında para veya hizmet vermeden, halkından faiz tahsil etmiş konuma düşmüştür.   

Şimdi de ülkenin dış ticarette kullandığı yabancı paraların hızla değer kazanmasını irdeleyelim. Bu durumda, eğer mallardaki fiyat artışları dövizdeki artıştan az ise, tasarruflarını yabancı paralarla yapanlar, kazanç sağlamış oldular. Bu kazançlarını, yaptıkları ticaretten değil, ellerindeki (yabancı) paradan elde ettiler. İslâm açısından bakılınca faiz almış konuma düşmüş oldular. Fakat istikrarsız ekonomilerde, döviz, her zaman malların fiyatlarından fazla artmaz. Bazen daha az artar veya aksine düşer. Dolayısıyla, bir risk söz konusudur. Ancak, paradan para kazanıldığı için, yabancı paralarla tasarruf yapmak yanlıştır.

Fiyat artışlarının çok ve sürekli olduğu ülkelerde, vatandaşlar sahip oldukları paralarının değerini korumak için ya faiz alacakları vadeli mevduat şeklinde değerlendirirler yahut da döviz olarak tutarlar. Vatandaşın tasarruflarını dövizle yapmak mecburiyetinde kaldıkları durumlarda, asıl suçlu olanlar, o ülkenin etkili konumdaki yöneticileridir. Dövizin değerinin artmadığı ülkelerde, kimse tasarruflarını döviz ile yapmaya çalışmaz. Beceriksiz yöneticilerin ülkelerindeki vatandaşın çoğunun amacı, enflasyona karşı kendilerini koruma refleksidir. Ama kendilerini korumak amacıyla da olsa, vatandaşların da yaptıkları yanlıştır.

Paranın ve paradan para kazanmanın hâkim olduğu insanlarda ve toplumlarda huzur bozulur. Sosyal dayanışma çok azalır. Böyle durumlarda toplumdaki hiyerarşiyi para gücü oluşturur. Hâlbuki Yüce Yaradan’ın hiyerarşisi takva üzerine olduğundan, biz insanlar da, ancak, hiyerarşiyi takva üzerine kurarsak huzur buluruz. Takva açısından kimin önde olduğunu, sadece, tek olan Tanrı bilir. Dolayısıyla bizler, iş için verilen görevler dışında, hepimizin eşit olduğunu düşünerek davranırsak, birbirimize olan sevgi ve kardeşlik duygularımız gelişir. Birbirimizle maddi ve manevi yardımlaşmalarımız çoğalır. Böylece, aramızdakilerden takvaca önde olanları tahmin etmeye başlarız ve onlara karşı saygımız artar.

Allah’ım, zenginlerken faiz alınmasa bile, haksız yollarla para kazanıldığı için, faiz alanlarla aynı konuma düşmekten, Sana sığınırız.

Allah’ım, helâl yollardan yapacağımız kazancımızı bereketlendir, mücadelemizi bereketlendir, hayatımızı bereketlendir.

Bu yazı Ekonomi kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.