EKONOMİDE KURTULUŞ SAVAŞI SÖYLEMLERİ

EKONOMİDE KURTULUŞ SAVAŞI SÖYLEMLERİ

 

Bu sitede yayınladığımız “Cari Açığın Sebepleri ve Sonuçları” başlıklı makalemizde, sürekli cari açık veren ülkelerin ekonomik yapıları hakkındaki fikrimizi paylaşmıştık. Yazımızın son paragrafında da şöyle demiştik:

“Uzun yıllardır cari açık veren ülkeleri bekleyen bir başka sorun daha vardır. Yerli diye bilinen şirketleri, bankaları ile ülkenin varlıklarının çoğu yabancıların eline geçtiğinden ve yabancıların tek amacı kâr olduğundan, ekonomik sıkıntının baş gösterdiği anlarda, iktidarlar, ülke içerisinde almak istedikleri bazı ekonomik önlemleri bile uygulatamazlar. Bilhassa, dünya çapında borç bulmanın zorlaştığı, turizmin gerilediği ortamlarda, cari açıklar çok daha tehlikeli hale gelirler.”

Cari açık vermeyi âdet haline getiren ülkelerin ekonomileri, ara sıra, tabiri caizse, duvara çarparlar. Böyle durumlarda, siyasetçilerin, almak isteyecekleri tedbirleri yürütmeleri çok zordur. Çünkü ülkenin varlıklarının önemli bir bölümü el değiştirmiş yabancıların eline geçmiştir. Mali piyasalarındaki işlemlerde bile etkinlikleri çok azalmıştır. Bu nedenle, ekonominin sorunlarını çözemeyeceklerini gören bazı siyasiler, çareyi milliyetçi söylemlerde bulurlar.

İlginç olan, bu anlayışın bazen ABD’de bile olmasıdır. ABD’nin silkinmesi ve halkın enerjisini seferber edebilmesi için, Pearl Harbor baskını sonrasında ülkede oluşan anlayışa ihtiyaç olduğunu düşünenlerin sayıları, ekonomik buhran dönemlerinde artmaktadır. Ancak bu anlayışı gündeme getirenler de, bunun, savaş olmadan barış ortamı içerisinde olmasını arzu ederler.

Hâlbuki hemen hiçbir ülkede, siyasilerin yaptıkları bu söylemlerin sonuç aldığı görülmemiştir. Bu söylemin bir nebze de olsa işe yaraması için, halkın, ülke dışından ciddi bir düşman tehdidinin olduğuna inanması gerekir. Halk, dış düşman tehdidine inansa bile, bir süre sonra, kendi nefsinin peşine düşecektir. Çünkü kendisi cephede savaşmıyordur ve düşman karşısında değildir. Dolayısıyla, onun birinci meselesi düşmanla mücadele değildir. Birinci derdi, günlük yaşamını kolaylaştıracak tedbirlerdir. Bu sebeple halk, ihracatın artmasından daha ziyade, ithalatın artmasını ister ki, aradığı malları kolayca bulabilsin.

Bu sitede, ekonomi hususunda çeşitli makaleler yazdık. Bu yazımızda, konuya biraz daha farklı açılardan yaklaşmaya gayret edeceğiz.

Ekonomilerin gelişmesi, iş hayatına yeni katılan gençlerin sayıları ve eğitim kalitelerinin yüksekliğiyle doğru orantılıdır. Ekonomiye yeni katılacak gençleri yeterli sayıda olmayan ülkeler, başka memleketlerin kapasiteli insanlarını, ülkesine getirmek zorundadır. Başka ülkelerden kaliteleri yüksek gençleri getirebilmek şöyle dursun, kendi kapasiteli gençleri başka ülkelere giden devletler, ekonomik olarak sıkıntıya girmeye mahkûmdurlar. Eğer bu ülkelerde, yaşlı nüfus sayısı da fazla ise, o ülkenin durumu daha da zorlaşır.

Dolayısıyla, gençlerinin sayıları ve kapasiteleri yetersiz olan, yurt dışından kaliteli gençleri getiremeyen ve yaşlı nüfusu fazla olan ülkelerin siyasetçilerinin, insanlarını harekete geçirmek için yapacakları “ekonomide kurtuluş savaşı” söylemleri, askıda kalır.

Bir ülkenin iktisadi yapısı, üretime dayanmalıdır. Üretimleri de, insanlarının teknik bilgi alt yapılarının yüksekliği temeline oturmalıdır. Aksi takdirde, o memleketteki diplomalı gençlerin iş bulmaları zorlaşır. Düşük nitelikli insanları daha kolay iş bulabilir hale gelir. Bu yapıdaki bir ülkenin siyasetçilerinin “vatan-millet” söylemleri, balon üflemek gibidir. Fazla kullanırsanız elinizde patlar.

Kalkınma mücadelesi veren ülkelerin temel çıkış noktaları, sanayilerini geliştirmek olmalıdır. Sanayilerde de, kalifiye işçiye ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın bir kısmı, meslek liseleri ve teknik okullar gibi yollardan karşılanır. Fakat buralardan yetişen insanların çoğunluğu, uygulamalı eğitim görmediklerinden, henüz çalışma şartlarını düzeltememiş sanayiye uyum sağlamakta zorlanırlar. Bu sebeple, sanayilerin içerisinde, fabrikaların yanında açılacak çıraklık okullarına ihtiyaç vardır.

Eğer, kalkınma mücadelesi veren bir ülke, sanayisine kalifiye işçi yetiştirmek için açtığı çıraklık okullarına öğrenci bulamıyorsa, yeterli öğrenci gelmediğinden bu okulları kapatıyorsa, sorun büyüyor demektir. Bu sonuçtan, artık, gençlerin, masa başında oturarak, kolay kazanç peşine düştükleri anlamı çıkar. Böyle bir ülkede, siyasetçilerin, vatandaşlarını heyecanlandırmak için yaptıkları konuşmaları, yapıldığı yerde kalır. Anlatılanlar kulağın birinden girer, beyinde oyalanmadan, diğerinden çıkar.

Ülkelerin, insanlarının karınlarını daha kolay doyurabilmeleri için, tarım alanındaki üretimlerinin yeterli olması gerekir. İthalata bağlılıklarını en aza indirmeleri şarttır. Fakat bir ülkenin tarıma elverişli toprakları, miras yoluyla parçalanmışsa, üretimdeki verimlilik çok düşer. Verimlilik düşünce maliyetler yükselir. İthal fiyatından daha pahalıya üretim yapılır hale gelir. Toprakları parçalanan ülkelerdeki arazilerin mirasçılarının çoğu şehirlerde yaşıyorsa, sorun daha da büyür. Eğer, kırsal kesimde yaşayan ve toprağı bizzat işleyenlerin, ziraatla ilgili bilgileri kifayetsiz ise ve onları eğitecek kapasiteli kurumları yetersizse, ülkenin sorunu çok daha büyüktür demektir.

Bu yapıda bir ülkenin siyasetçisinin “ekonomide kurtuluş” söylemleri, bir anlam ifade etmez. Çünkü halkın çoğunluğu şehirlerde yaşamaktadır. Şehirlerdeki insanlar kendileri üretemeyeceğinden ve gelirleri sınırlı olduğundan, ucuz gıdaya ulaşmak ister. Dolayısıyla, siyasetçi ikilem içerisinde kalır. Ya ucuz mal ithalatı yapacak ve şehirlerdeki oy deposu olan insanları memnun edecek, ya da çiftçiye karşılıksız para desteği verecektir. Parçalanmış topraklar, makineleşememiş fakir köylüler, bilgisiz insanlar, organize olamamış kurumlar gibi nedenlerden dolayı, çiftçiye yapılacak destekler de, sonunda beklenen ucuzluğu sağlamayacaktır.

Dolayısıyla, ekonomide kurtuluş söylemlerini yapan siyasetçi, başka ülkelerden ucuz gıda ithal etmek zorunda kalacaktır. Böyle yaparak, şehirlerdeki halkı memnun ederken, çiftçilerin hayatlarını zorlaştıracaktır. Üretim şartları zorlaşan çiftçi, daha pahalıya üretim yapmak durumunda kalacaktır. Sonuçta, kısır bir döngü oluşacaktır.

Döngünün içinden çıkılmaz hale gelmesinin sebeplerinden birisi de, biyoteknolojideki gelişmelerin küçük çiftçilere faydalı olacak şartlara haiz olmamasıdır. Küçük çiftçiler, biyoteknolojiyi geliştiremezler. Bu gelişmeyi, bırakın küçük çiftçileri, fakir ülkelerinin kurumlarının başarması bile güçtür. Başkalarının geliştirdiği tekniğe, küçük çiftçilerin ulaşmaları, iki nedenden dolayı zordur. Birincisi satın alacak paraları yetersizdir, borç bulsa bile uygulayacak toprakları küçük olduğundan, verim yine düşük olur. İkincisi, küçük çiftçiler, konumları gereği, atadan kalma usullerle üretim yapmaya daha meyillidirler. Biyoteknoloji konusunda, bu sitede yayınladığımız “Biyoteknolojideki Gelişmeler Üzerine” başlıklı makalemizde geniş açıklamalar yaptığımızdan, burada bahsetmeden geçeceğiz.

İşte, ülkesindeki tarımın yapısı bu halde olan siyasetçiler, “ekonomide kurtuluş savaşı” söylemlerini, önce kendileri uygulayamazlar ve belki de tam tersi sonuçlar doğuracak tedbirleri almak zorunda kalırlar.

Siyasetçilerin söylemlerinin sonuç almamasının bir başka sebebi, siyasetçilerin bizzat kendilerinin davranışlarıdır. Eğer siyasetçiler, kendi lükslerinden taviz vermiyorlarsa, “ekonomide kurtuluş savaşının” gereklerini kendileri uygulamıyorlarsa, inandırıcı olmaları mümkün değildir. Onların bu hallerini bilen halkın içerisinden küçük bir gurup, tıpkı siyasetçiler gibi davranarak, göstermelik bazı destekler veriyormuş görünür. Reklamını yapar, ama gerçekte tam tersini yapar.

“Oy korkusunun, asrın korkusu” olduğu bir siyasetle, adaleti tesis edecek köklü çözümler için gayret edilmesini beklemek, beyhude bir bekleyiştir.

Bu yazı Ekonomi kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.