BİLİM VE BİLGELİK ÜZERİNE

BİLİM VE BİLGELİK ÜZERİNE

 

Bilim, evrende var olan nesneler hakkında bilgi elde etmemizi sağlar. Böylece nesneleri istediğimiz gibi kullanabilmek için teknikler oluşturmamıza imkân verir.

Bilgelik, nesneler ve araçlar üzerinde çalışmaz. Bilge, insani ve ilâhi amaçlar konusunda düşünür. Bilimin oluşturduğu araçları, bu amaca yönelik kullanır.

Bilim ve bilgelik konusundaki en yoğun tartışmalar M.Ö. VI. yüzyılda yapılmıştır. Bu dönemde Hinduizm, Budizm ve Taoizm geniş kitlelere ulaşmıştır. Bu tartışmalar, İskenderiye’ye ve oradan da kuzeye doğru yönelerek, Anadolu’da Ege kıyılarına kadar da ulaşmıştır. İyonyalı Pisagor ve Heraklit, doğudaki bu bilgelik tartışmalarının batıda öne çıkan simalarıdır. Pisagor, İskenderiye’deki fikri ortamlarda bulunmuştur. Sonrasında bugünkü İtalya tarafında yaşamıştır. Heraklit, Efes’te doğmuş ve orada vefat etmiştir.

Ancak günümüz coğrafyasındaki Yunanistan’a tarafına geçildikten sonra, madde ve ruh tartışmalarında bazı sapmalar olmuştur. Yedi Bilgeden sonraki dönemde Yunan düşüncesi, daha çok nesneleri yani somut varlıkları algılamaya öncelik vermiştir.

M.S. VII. Yüzyılın başlarında ortaya çıkan İslâm, insanın ilâhi bir yönünün olduğunu vurgulayarak, insanın bu ilâhi yüzünü korumayı hedef almıştır. İslâm’a göre insan, yeryüzünde Allah’ın halifesi yani vekil yöneticisidir. Görevi bir taraftan doğayı korumak, diğer taraftan da, tabiatı insana yararlı hale getirmektir. Dolayısıyla İslâm, bilgiyi, insani ve ilâhi gayelere göre düzenler. Bilgiyi bu yönlerde değerlendirir. Bu sebeple İslâm, bilimi, bilgelikten ayrı tutmaz. İslâm’da her ikisi, iç içe geçmiş bir birlikteliğe sahiptir.

Bu yapıyı İslâm’ın peygamberinde görmek mümkündür. Hz. Muhammed (s.a.v.) bir yandan hem ticaret yapmış hem savaşlarda ordusuna kumanda etmiş, diğer taraftan da peygamberlik görevini ifa etmiştir. Yani insanlara, insanın ilâhi yönünden bahsetmiş, onların davranışlarını bu minval üzerine yönlendirmiştir.

Peygamberin yeğeni ve damadı olan Hz. Ali, hem büyük bir savaşçıdır hem de büyük bir velidir. Müslüman kitleler arasında en çok takipçisi olan Hanefi Mezhebinin kurucusu kabul edilen Ebu Hanife, hem büyük bir tüccar hem de çok değerli bir âlimdir.

Hindistan Türk İmparatorluğunun kurucusu ve Emir Timur’un beşinci kuşaktan torunu olan Babür Şah, hem askeri, siyasi, idari bir dehadır, hem de çok büyük bir şairdir, ediptir. 1526’da Hindistan’daki İbrahim Ludi’nin 100.000 asker ve 1.000 filden oluşan ordusunu Panipat’ta mağlup etmiştir. Bundan sadece bir yıl sonra, ordusundaki asker toplamı (hepsi süvaridir) 13.500 kişi iken, 100.000 kişilik ve yüzlerce zırhlı filleri olan ortak Hint ordusunu yenmiştir. Her iki savaşta da hem askerlerinin kabiliyetleri hem de Babür’ün askeri dehası galibiyetleri getirmiştir.

Babür Şah’ın, Çağatay lehçesiyle yazdığı şiirleri, bu husustaki en büyük üstat olan Ali Şir Nevai’ye yaklaşır. Hatıralarını yazdığı Babür Name ise Türkçe nesrin harikalarından biridir. Bu nedenle, dünyanın büyük dillerinin hepsine çevrilmiştir.

Bilim ile bilgeliği birbirinden ayırarak değerlendirmek, dünya ile ahireti ayırmak anlamına gelir. Hâlbuki İslâm, dünya ve ahiret hayatını ayırmaz. Birbirine bağlantılı olduğunu sürekli vurgular. İnsanlara yol gösterirken bu vurguya atıfta bulunur. Yüce Yaradan, Kur’an’ında, insanların davranışlarının karşılığını verirken, hayatın bütününü dikkate alarak değerlendireceğini ifade etmektedir. Dolayısıyla dünya hayatı ve ahiret hayatı bir bütünün parçalarıdır. Dünyadaki davranışları, bir insanın, hem dünyadaki kalan ömrünün niceliğini, hem de ahiretteki yerini belirlemektedir.

Bu nedenle, bir insanın yaptığı fiilin dine uygun olup olmadığını değerlendirmek için, hayatın bütünlüğüne olan uyumunu dikkate almak gerekir. Eğer yapılan fiil, hayatın bütünlüğüne uymuyorsa, din dışıdır. Eğer insanın davranışı, hayatın bütününü kapsıyorsa, ilhamını bu bütünlükten alıyorsa, doğrudur, dinidir.

Bilgelikle bilimi ayırmayan İslâm, insanlara tek yönlü tavsiyelerde bulunmaz. Yani yalnız dua etmemizi veya sadece çalışmamızı öğütlemez. İslâm, hem çalışmamızı hem de dua etmemizi tavsiye eder.

İslâm, bilim yapılmasını teşvik eder. Bu hususta diğer kutsal kitaplara göre daha net tavır takınır. İlim ve hikmet üzerine yüzlerce ayet vardır. Bilimi teşvik eden İslâm, bilimciliğin bir din haline getirilmesine karşı çıkar.

39 Zumer Suresi 9uncu ayette “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” diye soran İslâm; hurafelere, zanlara ve boş inançlara karşı çıkar.

49 Hucurat Suresi 12: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. …”

2 Bakara Suresi 78: “Bunların bir de ümmî kısmı vardır, kitabı bilmezler, ancak birtakım kuruntu yığınına, boş saplantılara kapılır ve zan içinde dolaşır dururlar…”

6 Enam Suresi 148: “… De ki: “Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.”

İslâm, maddeten kalkınmak adına zenginlerin istediklerini yapmalarına karşı çıkar. Helâl olmayan yollardan zengin olarak ulaşılan maddeten kalkınmayı, din dışı kabul eder. Zenginlerden de, fakirlere yardımcı olmalarını ister. Onlara, varlıklarını ihtiyaç sahipleriyle, yoksullarla paylaşmalarını tavsiye eder.

Bütün bunların sonunda şunu söyleyebiliriz: İslâm, bilimi ve bilimde ilerlemek için çaba sarf etmeyi, bilim ve bilgeliği bütünleştirmeyi, helâl yollardan zenginleşmeyi, fakirleri kollamayı tavsiye eder ve sosyal huzuru sağlamayı hedefler.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.