ÜRETİM ESASTIR

ÜRETİM VE TEKNOLOJİ ANLAYIŞINA BAKIŞ

 

(Not: Bu yazı “Tarihin Aydınlattığı Gelecek” isimli kitabımdan alıntıdır. Kitap ilk baskısını 2002 yılında yaptı. Bazı öneriler Türkiye’ye özeldir. Her millet kendilerine uygun olan çözüm yollarını kendileri bulabilir.)

Bilhassa sosyalist düşüncelerin dünyada etkili olduğu dönemlerde tartışmalar, zaten az olan üretimin paylaşılması üzerine yapıldı. Az olan bir varlığı çok kişiye paylaştırmak zor olduğundan,  taraflar tartışmalarında anlaşamadılar. Meslek odalarının üyeleri ve yöneticileri bile, kendi somut konularını pek tartışmadılar.  Soyut tarafı ağır basan bölüşüm düşünceleri üzerinde yoğunlaştılar. Bu durum meslek sahibi insanların bir bölümünün, kendilerini geliştirmelerini engelledi. Onları kısır bir döngünün içerisine attı. Dolayısıyla ülkeleri de kısır döngü içerisine girdi.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde tartışmaların temeli, üretimin artırılması ve teknoloji üretimine geçişin yolları olmalıdır. Üretimin bölüşülmesi elbette önemlidir. Ama gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, gelişmekte olan ülkelerde de öncelik, üretimi artırmak olmalıdır. Bir ülkede yaşam seviyesinin yükselmesi için milli gelirin çarpılması, bölünmesinden daha öncelik alır. Zaten bir şirkette veya devlette, üretimi yapanlara hak ettikleri payları vermeyen sistemler ayakta kalamazlar. Bilhassa Türkler gibi genelde iyiliksever, adil ve hoşgörülü insanların ülkelerinde, bölüşümü hakça bir konuma getirmek çok zor olmaz. Yeter ki, üretim artsın. Ancak kazançlar üretimden değil de, arazi ve inşaat soygunu ile sanal ekonomiden olursa, yardımseverliğin ve hakça bölüşme anlayışının azalması ihtimali vardır.

Türklerin son imparatorluğu olan Osmanlı’da ticareti, daha çok Yahudi, Rum ve Ermeni kökenli tebaa yaptı. Bu durum Türkler için ciddi bir boşluk oluşturdu. Çünkü ticaret ve üretim alanındaki birikim, daha çok bu guruplardaydı. Birikimlerin çoğu ülkeyi terk edenlerle birlikte gitti. Türklere ise;  savaşma, yokluklara sabretme ve ölme konusundaki tecrübeler kalmıştı. Dolayısıyla günümüzde Türklere daha önemli görevler düşmektedir. Üretimi, çok hızlı bir şekilde artırmadan, gelişmiş ülkelerin arasına girmek mümkün değildir. Hem üretmeyip hem de “Amerika ve Avrupa,  vatandaşının sağlığı, rahatı vb. için şöyle yapıyor” diyerek, kendi ülkesinden aynı şeyleri beklemek yanlıştır.

Üretmek ve üreterek kazanmak fikri, eğitimle önce beyinlere ve kalplere işlenmelidir. Asıl vatanseverlerin, bu anlayışı hayatlarına yansıtarak uygulayanlar olduğu, anlatılmalıdır.

Aksi takdirde ülkeler yeterli üretimleri ve alt yapıları olmadan, doğrudan ticaret sonrası bilgi toplumunun “sanal ekonomik ortam”ına girmek isterlerse veya arazi ve inşaat rantlarıyla sıcak paranın etkisine girerlerse, sonuç tehlikeli olur.

Üretimin artırılması için her kademede bilgili insana ihtiyaç vardır. Bu nedenle, üretici işçilerin daha bilgili ve becerili yetişebilmeleri gerekir. Bu konuda kitabın eğitim bölümünde bazı önerilerde bulunuldu.

Üretimi ilgilendiren bazı öneriler kitabın maliye-vergi bölümünde yapılmıştı. Bu nedenle burada değinilmeyecek.

Üretimi temelde üç guruba ayırabiliriz:

  1. Mal üretimi,
  2. Hizmet üretimi,
  3. Bilgi üretimi.

Günümüzde bunları birlikte sunan firmalar daha başarılı olmaktadır. Bu birliktelik genelde sanayicilik konusunda önem kazanmaktadır.

Günümüz Türkiye’si ve Türk Dünyası için, mevcut imkânlar düşünüldüğünde, gelişmenin temeli halen sanayileşmedir. Sanayileşme fedakâr nesiller ister. Batıdaki sanayi devrimi sırasında bu fedakârlık, hemen tamamen işçilerden istendi. İşçiler çok acı çekti.

Hiç acı çekmeden sanayide gelişilemez. Ancak, günümüz Türkiye’sinde en büyük fedakârlık genelde iki guruptan istenilmektedir. Bunlar, devlete yük olmadan sanayide üretim yapıp istihdam yaratan küçük ve orta büyüklükteki işverenler ile bu işyerlerinde çalışan işçilerdir. Gelişmekte olan ülkelerde küçük sanayi işçisi, devlet veya büyük sanayilerde çalışanların çoğuna göre daha ağır şartlar altında çalışmaktadır. Buna karşılık, Türkiye’de teknolojik üretim yapılmayıp emek yoğun çalışıldığından, işçiler yeterli ücret alamamaktadır. Çoğu işçinin eşleri de çalışmamaktadır. Bu durum işçi ile birlikte işvereni de sıkıntıya sokmaktadır.

Dürüst çalışan küçük sanayici bir ahtapot gibi her yere yetişmeye çalışırken, devletin kimi yanlış değerlendirmesi sonucunda; vergi-SSK-müfettişlik gibi devlet kurumları, kendi işçileri, alacaklıları, borçluları, müşterileri, makine arızaları, malzeme bozuklukları vb… tarafından ezilmektedir. Hâlbuki kalkınmak isteyen ülkeler sanayileşmenin yükünü paylaştırmalıdır.

Sanayiciler bir ülkenin görünmeyen kahramanlarıdır. Her atölye bir kaledir. Bu gerçek bütün eğitim kurumlarında, ibadet yerlerinde, okulda, basında sıkça vurgulanmalıdır. İnsanlar sanayici olmaya heveslendirilebilir. Bu heveslendirmede eğitimin rolü önemlidir.

Sanayiciler fabrikalarında, kültürel çalışmalar için imkânları ölçüsünde geniş odalar, kütüphaneler oluşturmalıdır. İş saatlerinin sonunda, zamanın yarısı işverenden yarısı işçiden olmak üzere, hem kültürel hem de teknik konularda çeşitli toplantılar ve etkinlikler yapılması için yardımcı olunmalıdır. Sivil kuruluşlar ve üniversiteler de bu çalışmalara düşük ücretle eğitmen vb. göndererek destek olabilir.

Sanayicilik; zaman kavramı, iş disiplini, teknik bilgi ve beceri ile sabır gerektirir. Sanayideki zaman kavramının önemi ve iş disiplini açısından, tarım sektöründen daha sorunludur. Teknik bilgi ve beceri bakımından, çoğu müteahhitlik hizmetlerinden daha zordur. Sermaye yoğun olması dolayısıyla da, iş kurmak açısından, birçok hizmet sektöründen problemlidir. Sonuç olarak sanayicilik, ülke ortalamasının üzerinde vasıflar gerektiren bir daldır.

Mevcut maliye-vergi politikaları, sanayiciyi özendirmek yerine küstürecek yapıdadır. Endüstriyel mal üreten, ülkeye ithal ikamesi ve ihracat yoluyla katma değer ekleyen sanayicinin önemi artık anlaşılmalıdır. Sermayesiz çalışan bir küçük ve orta ölçekli sanayici, karşılaştığı bütün problemleri kendi çözmek zorundadır. Çözemez ise sonuç batıştır. Zaten, sermayesiz sanayiciyi en iyi tarif eden söz: “Sanayici malına baka, baka borç içerisinde ölür”dür. Vergi, SSK, çalışma müfettişliği, belediye vb. ile muhataplık açısından, herhangi bir tüccar veya komisyoncu ile sanayici arasında bir fark gözetilmemektedir. Hattâ iyi yönde olması gereken fark, çoğu zaman aksi yöndedir.

Ülkenin ihtiyaçlarının önem sırasına göre, sanayici ve tüccarlar sınıflandırılmalıdır. Kredi verme, vergilendirme, SSK vb. konularda bu sınıflandırmaya göre farklı uygulamalar yapılmalıdır. Uygulamalar, özendirici yönde olmalıdır.

Aldıkları teşvikler ve ucuz kredilerle büyüyen zenginler, ülkenin geleceği için yönlendirilmelidir. Türkiye’nin öncelikle ihtiyacı olan konulara yatırım yapmaları istenmelidir. Buna kayıtsız kalanlar üzerinde, diğer vatansever zenginler ve kamuoyu, baskı oluşturmalıdır. Büyük iş adamlarının kendilerine sormaları gereken doğru soru şudur: “Türkiye için yararlı olan nedir?” Bunun arkasından gelecek ikinci soru ise: “İş dünyası kendi çıkarlarını nasıl gözetmelidir ki, bunu yaparken kamu yararına da hizmet etmiş olsun?”.

Yönlendirilecek konulardan bazıları şunlar olabilir:

  • Takım tezgâhları imalâtı,
  • Kaliteli çelik üretimi,
  • Savunma sanayinin ihtiyaçları,
  • Sivil Havacılık,
  • Elektronik sektörünün kullandığı ara malları,
  • Genetik mühendisliğin bazı alanları (nano-biyo teknoloji),
  • Tıp alanında bitkilerden yararlanma,
  • Yazılım programları gibi bilgi gerektiren hizmet sektörü,
  • Yarı iletkenler.

Yukarıdaki konulardan öncelikli olacaklar belirlenirse, zaten kıt olan kaynaklarımızı verimli değerlendirmiş oluruz.

(Not: Üretim konusunda teklif ettiğimiz çözüm önerileri konusundaki diğer fikirlerimizi merak edenler “Tarihin Aydınlattığı Gelecek” isimli kitabımın ilgili bölümlerine bakabilirler.)

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.