ÜLKELERİN HELÂK SEBEPLERİ ÜZERİNE
Yüce Yaradan, Kur’an’ında bizlere, bazı ülkeleri helâk ettiğini hatırlatır. Peygamberlerinin karşılaştığı olaylarla ilgili olarak aktardığı kıssalarda, bölgeleri neden helâk ettiğini açıklar. Bu yazımızda, bizim ele alacağımız helâk sebebi, İsra Suresinin 16ıncı ayetinde anlatılandır.
17 İsra Suresi 16: “Biz bir ülkeyi (hak ettikleri için) yok etmek istediğimiz zaman, onların devletlilerine (itaati) emrederiz, onlar itaat etmeyip orada kötülük işlerler. Böylece, o ülke helake müstahak olur, biz de onu yerle bir ederiz.”
Ayetten anlaşıldığına göre, Allah, ülkelere şanslar veriyor. Onları doğru yola iletmek için, uyarıcılar vasıtasıyla emirlerini gönderiyor. Burada, emir sözünden ne anlayacağımızı, Kur’an’ın genel olarak anlatmak istediğinden çıkarabiliriz. Yüce Yaradan, uyarıcılarının söylediklerine uyulmasını, gösterdiği yolda yürünmesini, emir ve yasaklarına riayet edilmesini istiyor.
Allah, bu isteklerini fert olarak kişilere hitaben yaptığında, sonuçlarından sadece o şahıs sorumlu oluyor. Herhangi bir büyüklükteki yerleşim yerindeki halka ve ileri gelenlerine hitaben yaptığında, o bölgede yaşayanlar sorumlu oluyor. Bu uyarıyı bir ülkenin ileri gelen zenginlerine ve yöneticilerine yaptığı zaman, sonuçlarından bütün ülke sorumlu oluyor.
İlk bakışta bu uygulamada bir haksızlık varmış gibi görünüyor. Bu sebeple konuyu biraz daha ayrıntılı irdelemek gerekiyor. Eğer, yöneticiler Yüce Yaradan’ın emirlerini uygularlarsa, o ülke abat oluyor. Dolayısıyla halk da huzurlu ve mutlu yaşıyor. Eğer, idareciler, emirlerin aksine hareket eder ve kötü işler yaparlarsa, o ülke helâk oluyor, halk da, perişan oluyor.
Bu sitede daha önce yayınladığımız “Amirin Emirlerinde Memurun Sorumluluğu” başlıklı makalemizde, bu yazımızın konusuyla da bağlantılı olan iki örnek vermiştik. Birincisi, ilk halife olan Hz. Ebubekir’in, seçildikten sonra söylediği, “Doğru yolda ve Hak üzere olduğum sürece bana uyunuz, Haktan ayrılırsam, beni dinlemeniz gerekmez” sözü idi.
İkincisi, sonraki halife yani Hz. Peygamberin temsilcisi olan Hz. Ömer ile ilgiliydi. Hz. Ömer de, ilk hutbesinde şöyle sorar: “Ben Allah’ın yolundan çıkarsam ne yaparsınız?” Bu soru üzerine cemaatten bir sahabe, elini kılıcının kabzasına atar ve “seni bu kılıcımla doğrulturum” der. Hz. Ömer bu cevaba sevinir ve böyle sahabeler olduğu için ağlamaklı bir şekilde Allah’a şükreder.
Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, halk, amirlerinin davranışlarını denetlemek ve tavrını ona göre belirlemekle yükümlüdür. Halkın, “bilmiyorduk” deme hakkı da yoktur. İsra Suresi 36ıncı ayet, insanlara bu konuda, “Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar “ diyerek sorumluluk yüklemektedir. Dolayısıyla halk, yöneticilerin peşinden körü körüne giderse, sorumluluğu paylaşmaktadırlar. Yöneticilerin yanlışlarını bildikleri halde desteklerlerse, aynı suçu işlemiş olurlar. Bu anlayış zaten, bütün gelişmiş hukuk sistemlerinde aynen vardır.
Yazımızın konusu olan İsra Suresi 16ıncı ayete dönersek, yöneticilerin hatalarından halkın da sorumlu olmasının, adalete aykırı olmadığını anlamış oluyoruz. Ancak bazen halk, yöneticileri tarafından büyük bir baskı altında olabilir. Dolayısıyla idarecilere karşı çıkmaları ve sonuç almaları çok zor olabilir. Böyle ortamlarda, halka düşen görev, yöneticilerin kötülüklerine alet olmamaya çalışmak ve onları tasdik etmemektir. Eğer insanlar, yöneticilerine uymazlar ve kendileri Yüce Yaradan’ın emirlerine uyarlarsa, Allah o ülkeyi perişan etse bile güzel davranış sergileyenlere güzellikler verir. Bu güzellikler bazen sadece ahirette olur, bazen de her iki dünyada da verilir. Bu tamamen Yüce Yaradan’ın kararına bağlıdır.
Halkın içerisinden, yöneticilerin yanlışlarına uymayanların sayılarının artmasındaki sorumluluk, öncelikle uyarıcılara aittir. Bilindiği gibi, Yüce Yaradan, emirlerini uyarıcıları aracılığıyla gönderir. Emir ve yasaklarına uymayanları cezalandırdığı alan da, uyarıcılarının haberlerinin ulaştığı yerlerle sınırlıdır. Allah, uyarıcılarının haberlerinin ulaşamadığı yerlerin halkını sorumlu tutmamaktadır. Böylelerinin sorumlulukları, Yüce Yaradan’ın onlara verdiği akıl, vicdan ve iradeyi nefislerinin emrine vermemektir.
Bu sebeple, uyarıcılar, mümkün olduğu kadar, insanlara haberi ulaştırmakla yükümlüdürler. Bilindiği gibi, çok eski dönemlerde gelen uyarıcılar, daha dar bölgelere gönderilmişler. Helâk edilenler de, sadece o dar bölge halkı olmuştur. Yüce Yaradan, uyarıcı göndermediği hiçbir beldeyi helâk etmediğini bildirmektedir. Nuh Tufanının çok daha geniş bölgede olmasının muhtemel sebebi, Hz. Nuh’un 950 yıl yaşamasıdır. Bu uzun sürede, Hz. Peygamberin getirdiği haberin, onun yaşadığı bölgeden çok daha geniş alanlara yayılması kaçınılmazdır. Küreselleşen dünyamızda, böylesine uzun yıllar beklenilmesi düşünülemez.
Dolayısıyla, halkı uyarma hususunda, günümüzde kitle iletişim ve ulaşım araçlarının imkânlarından yararlanılmalıdır. Ülke yöneticilerinin halkın haber alma kaynaklarına uyguladığı ambargolar aşılmalıdır. Halk mutlaka ve genel anlamda bilgilendirilmelidir. Buna rağmen insanlar yöneticilerinin peşinde gidebilirler. Böyle durumlarda sorumluluk halkındır. Çünkü halk yani insanlar, yaşanan olayları sorgulamakla yükümlüdürler. Zaten, Yüce Yaradan’ın bütün kutsal kitaplarındaki ifadelerinden anlaşılacağı gibi, uyarıcıların verdiği haberlere insanların uyup uymaması, uyarıcıların sorumluluğunda değildir. Bu nedenle, halkın yapılan uyarıları dikkate almaması sonucunda başlarına geleceklerden, uyarıcılar sorumlu olmazlar.
Günümüzün küreselleşmiş dünyasında, uyarıcılık görevi, Yüce Yaradan’a kalpten inanan her bir insana aittir. Küreselleşmenin getirdiği bir başka husus, herhangi bir ülkedeki yöneticilerin yaptığı kötülüklerin, bulaşıcı olduğu ve çevredekileri de etkilediği gerçeğidir. Bu durumda sorumluluk, çevre ülkelere ve hattâ bütün dünyaya da düşmektedir.
Dolayısıyla, küreselleşen dünyamızda, gezegenimizin helâk olmasının sorumluluğu hepimize ait olduğu gibi, güzelleşmesinden de hepimize bir başarı payesi vardır.