KUR’AN VE YORUMLARI

KUR’AN’I YORUMLAMA YÖNTEMLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

 

Kur’an ayetlerini başkalarının da okuyacağı şekilde yorumlamak çok zordur. Büyük sorumluluk ister. Bu sorumluluk, hem Kitabın sahibi Allah’a karşı hem de insanlara karşı oluşur.

Benim gibi bazılarımız Kur’an’ı, bizim dilimize çevrilmiş meallerinden (birebir çevirisinden) okuyup anlamaya ve yorumlamaya çalışıyoruz. Burada birinci zorluk, meallerde kullanılan kelimelerin yerli yerinde seçilip seçilmediğidir. Mekân kelimesi olarak, İngilizcedeki place-location-space sözcüklerinden hangisi varsa ona göre yorum değişebilecektir.

Bir başka sorun, mealler arasındaki farklı aktarımlardır. Birinin “yaratmak” olarak yaptığı çeviriyi bir başkası “atamak” olarak yapmaktadır. Dolayısıyla yorumlarda değişmektedir.

Meallerin çoğunda Kur’an’da olmayan bazı kelimeler eklenmiştir. Bu konuda en meşhuru, Hz. Muhammed’e atfen Yüce Yaradan’ın söylediği iddia edilen “Habibim” kelimesi Kur’an’da yoktur.

Ayrıca meallerde parantez içerisine alınan açıklamalar vardır ki, bunların birçoğu Kur’an’da yoktur. Bilhassa hitap olarak hangi öznenin seçildiği, bazı sıfatların hangi kelimeyi nitelediği gibi konularda parantez kullanılır. Ama bunların çoğu yazarın kendi düşüncesidir.

Bütün bu zorlukları aşmaya çalışmak için, Kur’an’ın bütünlüğü içerisinde anlatmak istedikleri dikkate alınmalıdır. Anlatılmak istenileni daha gerçeğe yakın anlayabilmek için hem aklımızı hem de hayal gücümüzü birlikte kullanmaya gayret etmeliyiz.

İbn Arabi’ye göre Kur’an’ın bir ayetini iki kere aynı şekilde anlayan, ayeti doğru şekilde anlamamıştır. Ayrıca ayeti yorumlayan bir yazarın yazısını okuyan herkes ayeti farklı bir şekilde anlayabilir. Bu sebeple Arabi’ye göre, her yorumu onaylamak veya amele dönüştürmek zorunlu değildir. Ancak bu serbestlik sadece okuyucular içindir.

Yazıyı yazan yani Kur’an’ı yorumlayanın kendisi için yorumları amele dönüştürmek zaruridir. Benzer şekilde, bir şeyhe bağlı olanlar yani güvenilir olduğunu düşündüğü kişilerin sözlerini takip ve taklit edenler için şeyhlerinin yorumlarına uymak da, Arabi’ye göre zorunludur. Arabi bu düşüncesinde bize göre haklıdır.

Arabi, bir ayeti iki kere aynı şekilde anlayan, ayeti doğru anlamamıştır sözüne, kendisi de uymuştur. Zaman içerisinde savunduğu bazı fikirleri değişmiştir. Nitekim Arabi’yi anlamanın zorluğu sadece metinlerindeki bazen tasavvufi bazen felsefi nitelikli yüksek seviyede olduğu söylenen söylemleri değildir. Daima değişen bakışı ve üslubundaki yeniliklerdir. Zaten bu sebepten dolayı Oryantalistlerin çoğu, Arabi’yi çok tutarsız görmüşler ve önemsememişlerdir.

Bazı ayetler zaman içerisinde bilimde ve bilgide ilerlenildikçe, farklı yorumlanmıştır. “Acı su ile tatlı su arasına bir perde koymuşuzdur, iki deniz birbirine karışmaz” ayetinin yorumunu Hacı Bektaşi Veli gibi bir bilge insan, bu iki denizi Fars ve Rum denizleri olarak yorumlamıştır. Fakat Kaptan Kusto (Cousteau) keşfiyle bu yorumun değişmesine vesile olmuştur.

Kur’an’ın yorumunda halkı yanılgıya düşürenler, daha çok kendilerini âlim olarak görenlerdir. Bunu hem meallerle bizleri yanıltıyorlar hem de tefsirlerle kendilerini yanıltıyorlar.

Âlimleri yanılgıya düşüren hususların başında, hem taklitçilik hem de farklı olmak isteği gelmektedir. Asırlar öncesinden günümüze kadar geçmiş âlimleri taklit edenler için yorum kolaydır. Çünkü sorumluluğu başkasına atabilmişlerdir.

Farklı olmak isteyen âlimler, Arapçanın ayrıntılarına girerek, fark ortaya koymak isterler. Bilindiği gibi Arapçada bir kelime başka dillere nazaran daha çok ve birbirinden farklı anlamlara gelmektedir. (ör: alâk kelimesi) Ayrıca birçok farklı anlamlardaki kelimelerin kökleri aynı olabilmektedir. (ör: âlem, ilim, alâmet gibi faklı anlamlardaki kelimelerin kökleri aynı.

Bazı kelimeler (nefs gibi), Kur’an’ın birçok yerinde belirli tanımlılık edatı ile beraber ve bir isme referans verilmeden kullanılmıştır. Dolayısıyla böyle kullanımlarda nefs kelimesinin, insanın kendisi yani zatı için olduğu düşünülmüş ve çoğu âlim tarafından “ruh” olarak aktarılmıştır. Farklı düşünmeyi hedefleyen Arabi’ye göre nefs, ne ruhtur, ne bedendir. Ne de tamamıyla yeni bir şeydir. Nefs, aradadır.

Arapçada bazen bir kelimenin kök anlamı birbirinden farklıdır. Örneğin “azap” kelimesinin kök anlamı, tatlı ve hemfikir olmaktır. Dolayısıyla kelimenin kökü üzerinden yorum yapılınca çok faklı sonuçlara ulaşılabilir.

Bilindiği gibi Arapçada üç sesli harf vardır. Böyle olunca bazı kelimeleri farklı âlimler farklı okuyabilmektedirler. Örneğin boru kelimesi büro-boro-buru gibi çeşitli şekillerde okunabilmektedir.

İşte âlimler bu ve benzeri ayrıntılara daldıkça, bazen ayetin anlatmak istediğinden veya özünden ayrılabilmektedirler.

Âlimlerin Kur’an’ı yorumlarken farklı sonuçlara ulaşmalarının bir başka nedeni yorumları yaparken hadisleri (Hz. Muhammed’in sözleri) kullanmalarıdır. Hadis kullanımında iki yönden hataya düşülebilmektedir.

Birinci hata, hadis esas alınıp ayet ona uyarlanmaya çalışılırsa oluşmaktadır. Bu uyarlamada da, yukarıda belirttiğimiz, Arapçanın geniş dil biliminden faydalanılmaktadır.

Hadis kullanımında ikinci hata, kullanılan hadisin gerçek (sahih) hadis olduğunu vurgularken oluşur. Çok zorlamalı teviller yapılır. Bazen gerçekliği vurgulamak için, başka hadislerle desteklenmeye çalışılır.

Bir örnek verelim. “Allah’ı zikretmek hariç, bu dünya melundur. Dünyanın içindekiler de melundur” hadisi gerçek hadismiş gibi savunulur ve yorumlanır. İbn Arabi bu ayeti şöyle yorumlamıştır: “Kâinattaki ‘her şey’ Allah’ın zikridir. Bu yüzden ’hiçbir şey’ melun değildir. Zikrin simyası, melunu mübarek kılar. Zikrin yeri, Allah’ın bihakkın mevcut olduğu kalptir.”

Hadislerin desteğiyle yapılan yorumların çoğunun sonu, Kur’an’da olmayan bazı sevapların sayılarla dağıtılmasıyla biter. 70 sevap, 1000 sevap kazanılması gibi. Böylece âlimler kendilerince ve Allah adına insanlara pay dağıtmaya başlıyorlar. Böyle bir dağıtımı da gayet normal olarak görüyorlar. Çünkü kendilerinden önceki âlimlerin çoğunun da aynı şeyi yaptığını görüyorlar. Hattâ böyle söyleyerek insanlara büyük iyilik yaptıklarına inanıyorlar.

Yorumlar bu şekilde karmaşıklaşınca haliyle din de giderek karmaşıklaşıyor. Örneğin; nefs, beden, ruh kelimelerinin anlamları sıradan bir insanın anlamayacağı bir şekilde aktarıldıkça, insanların kafaları iyice karışıyor.

Diğer taraftan Hallac-ı Mansur, İmam Gazali, İbn Arabi, Şems-i Tebrizi gibi derin düşünen âlimlerin bazı yorumlarını bırakın sıradan insanlar, onları inceleyen âlimler bile farklı anlıyorlar. Bazı yorumlarından anladıkları net bir şey olmuyor.

Örneğin vahdet-i vücud fikrini savunan âlimlerden Arabi’ye göre; “aslında Allah, hem mevcut hem namevcuttur. Ve ne mevcuttur ne de namevcuttur” Bu yargıya varan âlimler, Allah’ı iki gözle birden görmek gerektiğini söylüyorlar. Yani hem tenzih hem teşbih gözüyle bakmak gerektiği düşüncesinden hareket ediyorlar.

Âlimlerin gösterdiği bu açıdan bakınca, belki o söyleme varılabilir. Ama böyle bir söylemin sıradan vatandaşa hiçbir faydası yoktur. Hattâ âlimlere de yoktur. Aksine insanların durup dururken kafaları karışmaktadır.

Yüce Yaradan Kur’an’ında, “Ben zorlaştırmam, insanlar birbirine zorlaştırır” diyerek bizleri dikkatli olmamız için uyarıyor. Daha önceki “Kur’an’ın anlatım yöntemi” konusundaki yazımızda belirttiğimiz gibi, Kur’an anlatım dili halk dilidir. Verdiği örnekler halkın içinde yaşadığı veya halk tarafından bilinen olaylardır.

Elbette ilim sahiplerinin daha iyi anlayabileceği muhkem ayetler var. Âlimler bu konuda çalışmalıdır. Hattâ çalışma yapmalarının gereği Kur’an emridir. Ama âlimlerin söyledikleri hem daha anlaşılır olmalı, hem de Kur’an’ın bütün lâfzıyla çelişmemelidir. Ayrıca yapacakları yorumlara, önce kendilerinin uymak ve uygulamak zorunda olduklarını iyi bilmelidirler.

Allah’ım, bizleri, insanların diriltilecekleri gün utandırma.

Bu yazı Dini kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.